Nereye Gitti Bu Entelektüeller?

Eleştirmen Özkan Eroğlu ‘nun güncel yaşam ve toplum eleştirileri yaptığı bu haftaki makalesini sizlerle paylaşıyoruz.
Trajikomiğiz…
CNN Türk’te 31 Ekim 2011 günü sabahı “Medya Mahallesi” isimli programda sunucu Ayşenur Arslan, konuğu Cumhuriyet Gazetesi yazarı Mustafa Sönmez ile konuşuyordu. Van’daki depremden yola çıkarak, çarpık yapılaşma, olası bir deprem anında İstanbul’da toplanacak alanların kalmadığı yönünde kızgın bir şekilde eleştirilerde bulunurken, programın reklam aralarındaki tüm yayın neredeyse satılık ev reklamlarıyla doluydu. Bundan haberleri var mıydı acaba? Tam bir keşmekeşlik, sen ne söylüyorsun, kanalın ne yapıyor? İzleyenle alay eder gibi… Yazık…

Nereye Gitti Bu Entelektüeller?
Birleşik Yayınlardan çıkan Frank Furedi kitabında, içinde yaşadığımız çağda düşünceye, kültüre, kitaba ve üniversiteye verilen anlam ve değerin hiç bir dönemde olmadığı kadar sıradanlaştığını ve hatta bütün bunların, asıl anlamlarını kaybederek ekonomik birer araca dönüştüklerini ileri sürmekte.
Ona göre asıl korkutucu olan bu sıradanlaşma ve peşinden gelen maddileşmeden de öte, bu durumun açıkça istenen ve hatta kutlanan bir süreç olması. Gene yazara göre artık herşeye- düşünceye, sanata, kültüre ve eğitime- sahip olmak isteyen; arayıştan yorulmuş, uğraş vermekten güçsüz düşmüş, düşünmek için hiç bir enerjisi kalmamış bir insan tipi, bütün entelektüel hayatın asıl hakimi.
Lemming
2005’de Cannes Film Festivali’nde özel gösterimi yapılan “Lemming” isimli filmde insan ilişkileri, gerçeküstücü bir boyutla ele alınıyor.

Bilindiği üzere Fransızlar gerçeküstücü ve Dadacı sanat üslupları üzerine oldukça kafa yormuşlardır. Filmde insan psikolojisinin olabilecek tüm değişimsel yanları ele alınıyor. Milliyet Sanat Dergisi ile ücretsiz dağıtılan bu filmi herkese tavsiye ederim. Gelgitli görsellikleriyle de dikkat çeken bu film, Fransız sinemasının nasıl bir sinema yapısına sahip olduğunun ve ne denli derinlikli düşündüğünü gözler önüne seriyor. “En kötü Fransız filmi bile mutlak bir şey ifade eder” demişizdir hep.
Zeki mi? Kurnaz mı? Ama pişkin olduğu kesin…
1 Kasım’ı 2 Kasım 2011’e bağlayan gece Kanaltürk’teki “Merkez Siyaset” isimli programın konuğu Ertuğrul Özkök’tü. Karşısına oturtulan ve Özkök’le sürekli inatlaşıp didişme gayreti içinde olan Faruk Mercan isimli gazeteci, her şeyden önce bu haliyle sürekli bir simülakr durumuna düşüyordu. Tabi programda Özkök, etik yapısı içinde olduğuna izleyenleri inandırmak adına “tamamlanmamış her hangi bir davaya veya olaya hurafe” deyip, bildiği fakat konuşmaktan kaçındığı birçok konuyu, artık “yorgunum”, “sizinle tartışmayacağım” vb. kalkanlar yaratarak, yirmi yıllık genel yayın yönetmenliği sırasında bilmemesi olanaksız konularda konuşmamayı tercih etmekle, bana psikolojik açıdan hayli ilginç geldi. Anlaşılan, yaşlılığında rahat etmek istiyor. Fakat oturuşu, olaylara müdahale edişindeki rahatlığı, dahası pişkinliğini net bir şekilde ortaya koymaktan da kaçamıyordu. İyi veya kötü, medyaya katkıları olmuş bir Özkök’ün yaptıklarının adalet terazisindeki durumu bundan böyle önemli olacak. Kendisinin de programda sıklıkla vurguladığı gibi “tarih her şeyi belirleyecek” vurgusu, bakalım onun için nasıl işleyecek. Acizane bu ülkenin aydın bir vatandaşı olmaya çalışan biri olarak, Özkök’ün kötü yanının iyi yanına baskın olduğunu düşünüyor ve bu ülkeye zarar veren gazetecilerden biri olduğunu düşünüyorum. Bakalım, bekleyip göreceğiz. Fakat konuşmalarından öyle bir hava aldım ki, sanki birilerileriyle bir anlaşma yapmışçasına ve kendisine telkinde bulunulmuşçasına; “sen geçmişi fazla irdeleme, konuşma ve gündeme getirme, biz de seni iyi bilip, analım” gibisinden bir durum söz konusu.

Pandora ‘nın Kutusu
Yeşim Ustaoğlu’nun 2008 yılına ait bu filmini ben, maalesef henüz izleyebildim.
“Maalesef” dememin nedeni ise iyi bir film olan bu filmi bugüne kadar nasıl atladığımdan dolayıdır. Alzheimer hastası yaşlı bir büyükannenin Nusret Hanım (Tsilla Chelton) etrafında dönen film, söz konusu hastalığın zorluklarına dair dokunuşları da içermesi açısından büyük önem taşıyor. Yanı sıra filmde ve özellikle bitişi sırasında “doğadan geldik doğaya gideceğiz” sloganının tam olarak şiar edinilmiş olması da önemli.
Bu filmi izledikten sonra Semih Kaplanoğlu ile Yeşim Ustaoğlu’nun sinematografiye bakış açısından bazı analojik başlıklar bağlamında örtüştüklerini düşündüğümü de belirtmeliyim.
Özkan Eroğlu