İçimizdeki ve dışımızdaki ‘fay’ kırıkları
NationalTurk yorumcusu Müslüm Gülhan'ın bu haftaki "İçimizdeki ve dışımızdaki ‘fay’ kırıkları" başlıklı yazısı;

Bugünün çok kültürlü toplumlarında daha sağlıkla bir toplum hayatı için ahlakın dogmalaşmasını değil, pratik faydaları daha çok önemlidir. Ahlaki yargıların ilk baştan neden ortaya çıktığı anlaşılırsa daha kolektif toplum hayatı oluşturulabilir.
Spinoza’nın ‘etik’ anlayışı, yaşama aktif anlamda katılmaya ve yaşamı ‘daha iyi’ yönünde değiştirmeye yarayan bir bilgi arayışı için mücadele verdi. Bilginin teorik olduğu kadar aynı zamanda bir pratik olduğunu ve bilgi için ödenen bedellerin ve verilen mücadelenin siyasal bir pratik olduğunu da kabul etmek zorundayız. Spinoza’nın bütün amacı özgür bir yaşam inşa etme noktasında bireyin kendi kendisinin efendisi olması ve kendi gücünü merkeze almasıdır. Öyleyse onun asıl ahlakını, rasyonel bilginin hayatın gidişine tatbiki (Ülken 2004: 26) olarak görmek ve mutlu yaşama ilişkin tüm düşüncelerini onun metafiziğinden çıkartmak durumundayız.
Temel amaç; iyiyi örgütlemek üzerine bir felsefi yaklaşım göstermekti.
Yaşadığımız çağ ise kötülüğün örgütlenmesi üzerine bir siyaseti temel amaç edinmiştir. İnsan odaklı her şey bertaraf edilerek egemen yapının çıkarları üzerine bir değer-değersizlik yaratmayı hedef alır.
Etik kurgu; değişimlere açık olmakla beraber-bir disiplin sağlayan kolektif yaşam anlayışının bağlayıcı unsurudur. İnsan yaşamını kolaylaştıran davranış felsefesinin içerik üreticisi olan etik kurgu, aynı zamanda bir düzen zemininin oluşmasına da neden olur ki insanları kötülüğü besleyen ve örgütleyen ‘fay’ hatlarından uzaklaştırır.
O yüzdendir ki ‘etik’ anlayış bertaraf edilmesi için öncelik alındı. İçinde bulunduğumuz koşullar ve dünyaya egemen yapının-kapitalizmin-örgütlediği kötülükler, insanların tüm duygusal ve sosyal alanlarını ‘rezerv alan’ ilan ederek-metalaştırıp-tüm insanlığı toplama alanı olarak kendi kırık hatlarına yönlendirir. İnsan kendi içindeki ‘fay’ hatlarıyla didişirken, dışarıdan gelen uyarılara kapalı olması, yaşama dair tüm etkileşimi de reddetmesi anlamına gelmektedir. Korku ve panik, güçlüye yönelmeyi kaçınılmaz kıldığı gibi, üzüntüden-sıkıntıdan-sömürülmekten oluşan kırıklarını ‘kader’ olarak kabul edip tüm-tepkilerini bertaraf etmesini de güvece olarak kabul eder. İnsanın kendisiyle inatlaşması belki bir yere kadar anlaşılabilir ama, doğayla, bilgiyle, etik değerlerle inatlaşasını anlamak mümkün değil.
Çünkü, ‘alın yazısı’ moduyla oluşan kırıkların ‘kader’ olduğunu kabul etmek aynı zamanda yaşamla da inatlaşmak anlamına gelmektedir.
Tıpkı Türkiye’de olan doğaya ait ‘fay’ hatlarıyla inatlaşmak gibi… Bilimsel olarak açıklamasının olmasına rağmen ve ne zaman olabileceği açıklanmasına rağmen, bu büyük yıkımın ve binlerce can kaybının tek kusurlusu olarak ortada sadece ‘deprem’ kaldı.
Sorgulamak ‘etik’ bir değerdir. Normatif değil bir pratik tepkidir. Şehirlerin ‘fay’ hatlarında toplanmasını sorgulamak, verilen afları sorgulamak, güvence altında yaşamanın maliyetinin nedenini sorgulamak ve ölümü sorgulamak ‘etik’ davranıştır.
İşi ahlâk boyuta taşıyınca, içinde barındırdığı iyi-kötü kavrama sayesinde sorgulama etkisini kaybeder. Normatif dayanakların içindeki koruyucu unsurlar ve söylemler ‘kader’ olarak yorumlanabilir. Ahlak önceden belirlenmiş kurallarının dayatabilir. Ahlakın feodal bir dayanağı vardır ve topluluğa aittir. ‘Etik’, kişilerin kendi tercihlerini ve bu tercihlerin bir karşılık bulmalarına yardımcı olur. Çünkü ‘etik’ insana-kişiye aittir. İnsanın kendini anlamasına ve bulmasına yardımcı olur. Etiğin tüm dayanağı kötüyü bertaraf etmektir.
İnsan önce kendi kırıklarından kurtulması lazım. Sonrasında sorgulama ve iyiye yönelme eylemine karşı bir duyarlılık gösterir. Dünyaya egemen olan kapitalist yapı, bizi-içimizdeki ve dışımızdaki ‘fay’ hatlarında toplamaya çalışmaktadır. Kendi içimizdeki bize ait olan alanı ‘rezerv’ alan ilan ederek kendi kırıklarımıza teslim olmamızı neden olup, sonrasında da iş birliği yapılması gerekirken-doğaya karşı çaresiz kalıp-‘kader’ yaklaşımı içinde kabul edebilen konuma gelmemizi sağlamaktadır. Sistemin kendisini ters-yüz olmuş şekilde gösterdiği kavramları ile kendi içsel süreçleri arasındaki uyuşmazlık ve insanların iradelerinden bağımsız olarak üretilmiş olan bu toplum biçimi-zorunlu olarak insanların iradesinin denetimi altına almaktadır.
Bizim olanı bizle paylaşmak onlara ‘zül’ gelmektedir. Zaten biz de bizim olanı bertaraf edilmesine karşı cömert bir tutum sergilemekteyiz. Bu bir öğretilmiş çaresizliktir.
O yüzden ‘fay’ hatlarındaki bu oyunda kaybeden hep biz olacağız.
Müslüm Gülhan – NationalTurk