Özkan Eroğlu’dan Yaşam ve toplum eleştirileri

NationalTurk yorumcusu düşünür Özkan Eroğlu ‘nun, güncel konularda yaptığı eleştirileri sizlerle paylaşıyoruz.

 Özkan Eroğlu Bu ülkede özgürlük var, ama nasıl..?

 Dün akşam NTV’de, geç gelen portakal ödüllerinin dağıtılma törenini izliyordum da, çıkanların çoğu şunu söyleyemedi: “Bu ülkede özgürlükler yok değil, sadece hükümetin istediği kişi ve kurumlara bu özgürlükler dağıtılıyor.” Örneğin zamanında sadece kültür servisinde müzik yazan bir kültür-sanat muhabiri şimdi Radikal Gazetesi’nin haber müdürü.

Diğer taraftan bir gecede Eczacıbaşı Ailesine verilen müze mekanı, İstanbul’un Avrupa Kültür Başkenti olduğu yılda kültür-sanata ayrılan fonların nasıl ve kimlere kullanıldığı, bugün kimlerin hapiste yatıp, kimlerin yatmadığı vb. gibi birçok konuda, dışarıdan bakan kişiye göre ülkemizde özgürlük adına bir sorun yok. Sorun özgürlüklerin eşit dağıtılmayıp, hükümet yandaşlarına dağıtılması meselesidir. Eski zulüm görenlerin hiç biri bunu dillendirmedi, dillendiremedi ne yazık ki ödül töreninde…

Özkan Eroğlu

 Ah Fatih Altaylı vah Fatih Altaylı…

Haber Türk gazetesinin, manşetten verdiği sırtından bıçaklanmış kadın fotoğrafının ahlaki değerleri tartışıldı. Geçmiş zamanlarda kadına şiddet ve bu şiddetin sonunda gelen ağır yaralanmalar, ölümler, hep bu coğrafyanın kaderiymiş gibi gösterildi. İnsanlar küçük tepkiler vermesine rağmen, bir şey yapmaya gelince, çok azıyla bir gayret içinde oldular.

Genel yayın yönetmeni Fatih Altaylı da yaptığından çok emin; “bunun böyle olması gerekiyordu, pişman değilim” diyor, manşetten sonraki yazısında. Ne olursa olsun artık bu fotoğraf yayımlandı zaten bir kere. Altaylı’ya sormak lazım; o zaman gazetenin internet yayınından neden çıkardın o görüntüyü? Demek ki sen de yaptığının doğru olmadığını biliyorsun ya da yaptığının arkasında duramıyacak kadar korkaksın. Altaylı, kişilik özellikleri üzerinden irdelendiğinde çok tuhaf bir yapıya sahip. Ne zaman ne yapacağı belli olmayan, tam bir filozofi yoksunu kanımca.

Ahmet Altan’a gelen mektup…

 Altan’a Karayılan’dan gelen mektubu okudum da, bu kürt meselesinden kim ne umuyor belli değil, kısaca hiç bir şey anlamadım o mektuptan. Buna hükümet, tüm Türk ve Kürtler de dahil. Karmakarışık bir olay ve olgular zinciri. Hatta daha simülatif düşünürsek, böyle bir mektubu kimin kaleme aldığı konusunda da ciddi şüphelerimizin doğduğunu söyleyebiliriz. Her iki taraf da, Kürt meselesini bitirmek isterse bitirebilir aslında, fakat sanki istenmiyorlar gibi.

Dövme sanatı adına soyunma konusu…

Sol koluma komple yaptırdığım ve yaratımı tamamen bana ait olan “Armmuseum” dövme projesi, Milliyet gazetesinin 8 Ekim 2011 günkü Cumartesi ekinde Pelin Çini’nin benimle gerçekleştirdiği söyleşi aracılığıyla ilk kez kamuoyumuzla paylaşıldı. Projeyi bir dövme köşesine sundum ve amacım bu noktada tam olarak belli. Fakat gene de suistimal edip, işin amacını saptıranlar olmadı değil.

Şunu net ve kesin olarak söyleyebilirim ki reklam değil amaç. Sanatsal yönden dövme sanatının araç edilerek nasıl bir yaratıcılığa imza atıldığı konusuna dikkat çekmektir olay sadece. Konu yaratıcı sanatla ilgiliyse bence bir sorun yok, olmamalı. Fakat bu noktada sanat ve yaratıcı sanat ayrımını yapacak bir algı mekanizmasının ülkemiz bireyine yerleşememiş olması da hayli düşündürücü.

Benim basınla ilişkilerimi bilmeyenler için…

National Türk’te yazmaya başladığımdan beri, bazı insanlar benim ilk defa basınla buluştuğumu ve ilk defa gazete yazarlığı yaptığımı sanmakta ısrarcı. Bir konuda hiç mütevazi olamayacağım ve bu konunun beni, jenerasyonumda ileri fırlattığının da farkındayım ve zaten bilen de biliyor. Çok çalışkan biri oldum hep ve basınla tanışmam da 1993’e denk gelir. Peşinden 1993’den 2000’e dek aralıksız aylık Sanat Çevresi isimli dergi başta olmak üzere iki yıl süreyle de Türkiye’de Sanat ve Genç Sanat Dergileri’nde yazdım.

1995-1996’da gazete yazarlığına Bursa Haber ve Bursa Olay gazetelerinde başladım. 1996’nın tamamında, önce Evrensel Gazetesi’nde enine ve daha sonra da değişen ismiyle Günlük Emek Gazetesi’nde de “Öteki Ben” başlıklı dikine köşe sahibi oldum. Aralarda zaman zaman Cumhuriyet ve Radikal gazetelerinde de yazılarım yayımlandı. Özetle gazete yazarlığının ne olduğunu bilirim. Şimdi de internet basınında yerini almış National Türk’teyim.

Hükümet, sağlık sektörüne de kendi kadrolarını iyice yerleştirmek istiyor…

Sağlık sektöründe de bir tartışmadır gidiyor. Sağlık Bakanlığının var olan kadrolu doktorların gururlarını kıran davranışlar sergilediğini duyuyor ve okuyoruz. Bir ülkenin her sektöründe kötü niyetli insanlar vardır ve sağlık sektöründe de olduğu muhakkaktır. Bir konuda yekten herkesi silmek son derece yanlış ve bakanlığın konuyla ilgili herkesi karşısına alması ise tehlikeli bir oyundur.

Yönetenlerdeki akil adam sayısı, yönetilenlerdekinden az olunca…

Bir toplumdaki en tehlikeli şey yöneticilerin daha az akıllı olmaya başlamasıdır. Ülkemizde de bu yaşanıyor. Buna dikkat etmek gerekiyor. Kendini bir şey zannetmek ve öz eleştiriden uzaklaşmak dünyanın en tehlikeli şeyi. Buna dikkat etmek gerekiyor.

Okuduğunu anlamayan ve samimiyetsiz bir gazeteci..!

Her gün düzenli olarak Hürriyet ve Cumhuriyet gazetelerini elden, diğerlerinden bakabildiklerimi de internet üzerinden takip etmeye çalışıyorum. 10 Ekim 2011 günkü Hürriyet gazetesinde Ahmet Hakan’ın köşesinde Rutkay Aziz ile ilgili olarak “önce ön yargılı olduğunu, sonra konuşmasının tamamını okuyunca görüşlerinin kararında olduğunu” dile getirdiğini fark ettim. Rutkay Aziz’i zorla ağzına alıyor ve yorumluyor gibi geldi bana, fakat olayı eline yüzüne bulaştırmıştı bile. Keşke hiç yorumlamasaydı.

Köşesinde Celal Şengör’ün bir mektubunu da yayımlamış. Bu mektupta Şengör hoca her zamanki üniversite eleştirilerini gene yapıyor. Bir de mektubumu yayımlarsan, “adımın başına kutsal profesör unvanını ekleme” diyor. Eğer ekleyeceksen de “bu unvanı College de France’dan aldığımı lütfen belirt” diye bir şart koşuyor.

Bu durumu, benim de profesörlüğü yurtdışından alma düşünceme çok benzettiğim için yerinde buldum. Ahmet Hakan bir eleştirmen için bulunmaz nimet. Çünkü acayip açık veriyor. 11 Eylül 2011 günkü yazısında da Hıncal Uluç’tan nasıl zılgıt yediğini yazmış. Hakan, Uluç’u okuyup da yanlış anlamış meğer. Bir gazeteci düşünün ki okuduğunu anlayamıyor. İşte bu ülkede kimler köşe yazıyor, siz düşünün…

 Özkan Eroğlu

Error, group does not exist! Check your syntax! (ID: 89)

 

Exit mobile version