Yaşam ve toplum eleştirileri…
NationalTurk yorumcusu düşünür Özkan Eroğlu ‘nun, güncel konularda yaptığı eleştirileri sizlerle paylaşıyoruz.
Dünkü şehit haberleri…
Ne olacak bu işin sonu? Yıllardır bu soruyu sorup duruyoruz? Fakat cevap bulamıyoruz. Cumhurbaşkanı, dün basına yaptığı konuşmasında açıkça “intikamımız büyük olacak” dedi. Ben, bu intikam sözcüğünü ilk defa duyuyorum böylesine üst düzey bir devlet yetkilisinin ağızından. Ve duyduğum anda da beni derinlemesine düşündürttü. Bu hale gelmiş, böyle bir psikolojinin dışavurumu beni çok endişelendirdi. Kimse şehit ailelelerinde nelerin yaşanacağını, o aileleler kadar bilemeyecek. Gene ateş düştüğü yeri yakacak… Devlet yetkilileri gene hamasi vaazlar verecek ve bir kez daha midelerimize kramplar girecek. Neticede hep aynı ve hep aynı; çünkü biz samimiyetsiz bir toplumuz. Yüze gülüp, arkadan kuyu kazmayı seviyoruz. Bu tarih boyunca böyleydi, gene böyle ve hiç bir zaman da değişmeyecek. Zaman zaman değişiyor gibi görünmesinin nedeniyse iyi niyetli insanlarımızdır.
Serdar Turgut’dan idam önerisi…
Turgut, 18 Ekim 2011 günkü yazısında çocuklara tecavüz, taciz ve kadına şiddet uygulayanların yeni hazırlanacak anayasada mutlaka idam cezasıyla yargılanmaları gerektiğini dile getiriyor. Başka hiç bir yöntemin ilgili suçları önlemede etkin olamayacağını savunuyor. İnsan yaşamına aykırı duran idam cezasını onaylamam mümkün değil. Bu hasta insanların da topluma kazandırılması için kısa vadede çözüm yok gibi görünse bile uzun vadede araştırmalar yapıp, bu konuda bilimsel çalışmalar yapmanın insanlığa daha uygun olacağını düşünüyorum. İdam cezası hiç bir şekilde onaylanamaz. Bilimi ve bilimsel araştırmayı seven ve destekleyen bir millet olmadığımız için, ilgili suçlarla bağlantılı olarak yekten ülkenin bir gazete yazarı; Serdar Turgut da çıkıp, kısa yoldan idam tek yoldur diyebilmektedir. Bu deyiş çok düşündürücü ve endişe vericidir.
Eski solcular niye bu kadar Fethullah Gülen cemaatine yakın?
Gülen cemaatı Türkiye’yi ele geçirdi geçirmesine de, bunun üzerine konuya destek veren aydınları anlamakta zorlanıyorum desem de, hemen bu deyişimin ardından buna şaşırmıyorum da demek geliyor içimden. Çünkü tüm dünyayı saran çıkar savaşları ve dahası güçlünün yanında olma durumu, her ideolojiden insanı bozabiliyor. 13 Ekim 2011 günkü Birgün gazetesinde “Eski solcuların cemaat aşkı bambaşka” başlıklı yazıyı okuduktan sonra, bu yazının aklımdaki kimi düşünceleri teyit ettiğini, kimi düşüncelere de yeni yerler açmaya yaradığını söyleyebilirim. Şimdi insanların, bu küresel dünya olgusu bağlamında, o gazeteden bu gazeteye transferine bir yasakçı zihniyetle yaklaşanları doğrusu kınadığımı belirtmeliyim. Bir yazar için önemli olan kalemini satmamasıdır. Kişi, kaleminin tarafsızlığını koruyabiliyor, net olabilen bir editörlerle çalışma olanağı yakalamışsa, istediği yerde yazabilir. Zaten Birgün gazetesinin adını zikrettiği isimler (Babahan, Çandar, Çalışlar, Aşık) filozofik beyinler değil, düz gazeteci tiplerdir. Adı zikredilenler içinde de en yaratıcı olanı Serdar Turgut’tur. Fakat o da Amerikan kültürüyle zihnini yıkamış olduğundan ve yıkamaya da devam ettiğinden, kanımca ruhu her şeyle yer değiştirebilir, her an; buna da şaşırmamak lazım.
AKP’ye tepki verenlerle vermeyenlerin durumu
12 Ekim 2011, İstanbul Üniversitesi’nin açılış gününde AKP yandaşı öğrencilerle, AKP karşıtı öğrencilerin karşı karşıya geldiğini gördük. Bu karşıtlaşma meselesinin gerilere giderek Türkiye’de ihtilallere neden olduğunu da bildiğimize göre, halen neden bu durumu kaşıyoruz, anlamakta zorluk çekiyorum. Buradan hükümetin kaos parodisi elde etmek istediği düşüncesini aklıma getirmek bile istemiyorum. Fakat sanırım ki durum, bu parodiyi besliyor ne yazık ki. Denenmişi denemek boşuna, buradan bir şey çıkmaz; bu durumu kaşıyanlara sesleniyorum: Alabildiğine gözaltılar ve yargısal süreçler yaratarak, sadece kin ve nefret üreten bir hükümet pozisyonuna düşülür. Bırakın, birileri sizi alkışlasın, birileri de sizi yuhalasın.
Anayasa ideolojisiz olabilir mi?
Prof. Dr. İbrahim Özden Kaboğlu’nun Birgün gazetesinde yazdığı yazının (13 Ekim 2011) başlığı: Anayasa ideolojisiz olabilir mi? Ben de buna şu üst başlığı ekleyeceğim: “Hiç bir şey ideolojisiz olmaz..!” Sanat da, felsefe de, spor da, dahası bütün alanların kurum ve kişileri ideolojisiz olamaz. Geçmişte sıklıkla tekrarladığım temel başlıklarım vardı: “İdeolojisiz sanatçı olmaz”, “İdeolojisiz sanat galerisi veya müze olmaz”, “İdeolojisiz bir dergi veya gazete de olmaz”, “ideolojisiz küratör veya sinema yönetmeni olmaz”. İdeolojiden en temelde anladığımsa oynak olmamak, öncelikle kişiliği oturmuş olarak bir inanç dizgesine göre davranmayı bilmektir. Tabii burada Kaboğlu’nun bahsetmek istediği kuşkusuz hukuk ideolojisidir. Benimse tırnak içinde verdiğim ilgili alanların ilgili ideolojileridir söz konusu ettiğim. Sonuçta havadan, sudan ve günlük besin kaynağından hemen sonra gelir ideoloji.
Markar Esayan’ın yazısı…
Taraf gazetesindeki söz konusu yazı (13 Ekim 2011), kadına şiddet konusunu irdeliyordu. Yazıda haklı gerekçelerle, malum Habertürk gazetesinin manşetine ve genel yayın yönetmeni Fatih Altaylı’ya sert ve yerinde eleştiriler de yapılıyordu. Ben, söz konusu gazetedeki manşetle ilgili görüşlerimi önceki yazımda paylaşmıştım. Bu kadar zihinsel bir gerilikle bir yayın yönetmeni davranışı sergilerseniz, gelir sizi zeki insanlar yerden yere çarpar. Yazıda Serdar Turgut’a da giydiriyor Esayan. Seks açlığı içeren, seks ve pornografik yazılar kaleme almayı sıklıkla adet haline getiren Turgut, artık onu seven daimi müşterileri tarafından da reddedilir oldu; bunu yeri gelmişken ben de söylemiş olayım. Bu eğilimden bence sana ekmek çıkmaz artık Serdar Turgut; bunu böyle bilmende yarar var.
Eski bir öğrencimin feryadı…
Sanat tarihi hocalığını yaptığım bir çok öğrencim, şimdi ülkenin çeşitli yerlerinde ortalama on, on iki yıllık öğretmen. Biriyle geçen gün facebook üzerinden yazıştım ve bana başlarındaki dertten bahsetti. Ben de bunun üzerine bana bir şeyler yazarsan köşemde yayımlarım dedim. Bunun üzerine gelen notu sizlerle paylaşıyorum: “Bir kız lisesinde resim öğretmeniyim. Türkiye’de resim ve müzik dersleri liselerde son üç yıldır iki ders saatinden bir ders saatine indirildi ve ayrıca da seçmeli oldu, yani bir saatlik ders için öğrencilerin yarısı müzik, yarısı resim olarak ikiye ayrılıyor. Tabi bu durum okullarda idarecilerin inisiyatiflerine de kalmış bir durum. Bu ders seçme yöntemi, Bakanlık tarafından çok açık bir talimatla izah edilmediği için, okul müdürleri kafalarına göre uygulamalar yapabiliyor. Mesela bazı okullar tüm sınıfa müzik dersi koyuyor. Böylece resim dersi olmadığı için öğretmenin normu da ortadan kalkıyor. Resim öğretmeni olmayan okullar bile var. Bazı okullardaysa tüm sınıflara resim dersi koyulmadığı için ders saatleri çok az. Öğretmen arkadaşlarımız maaş karşılığı olan on beş saati dolduramadığı için okul okul geziyor. Hatta üç yıl önce müfredat programı değiştirildi ve bu program oldukça ayrıntılı güzel bir program oldu (Bu arada programı hazırlayan ekipte de öğrencilerimin olduğunu duydum ve çok sevindim). Ancak hazırlanan programın bir saatlik dersle yürütülmesi mümkün değil. Varolan resim öğretmenleri bile fazlalık durumundayken, mezun olan bir çok meslektaşımız her yıl artarak geliyor. Durum çok vahim..! Türkiye’deki eğitim sistemi o kadar değişken ki, her yıl öğrenciler deneme tahtasına dönüyor. Yeni milli eğitim bakanımızın da öğretmenlerle ilgili dahiyane fikirleri var. Bakalım bizleri daha neler bekliyor..?
Özkan Eroğlu
sanat alanındaki başarılı,haklı ve yerinde eleştirilrini basın alanında da yapmışsın sağol özkan hocam iyiki sizin gibi insanlar var ve iyiki sizi tanıma şansına sahibim.