Stattaki zihniyetin mahiyeti bir kimliktir
NationalTurk yorumcusu Müslüm Gülhan’ın bu haftaki “Stattaki zihniyetin mahiyeti bir kimliktir” başlıklı yazısı;
Felsefe “İnsan zihninin mahiyetini incelemektir” Hume böyle açıklıyor.
Gel de incele?
Ölen insanlar için saygı zorunluluk değildir tabii ki, ama ahlaki bir duruştur.
Masum insanları öldürülmesinin ve toplu öldürmelerin onayını hiçbir tanrının vereceğine inanmıyorum.
Sevgi üzerine kurulan inanç kavramlarının getirildiği nokta; artık tahammül edilemeyen acılara dönüştürülmüştür.
İnanç ile kavramların kargaşası ve siyasi gücün bunların üzerine kurgulanması, geriye dönüşü olmayan hamleleri beraberinde ve içinde taşımaktadır.
Lokalize ve mikro ayrımlar; artık aynı inanç içinde bile savaş unsurlarına gerekçe bulacak kadar ayrışmaya ve yeryüzündeki güncel çıkarlara ayak uydurmaya başladı.
Sanırım tanrılar bile buna şaşırıp kalmıştır.
Bu inanç ayrımından çıkar sağlayacak hiçbir tanrı olamayacağı gibi, tek bir grup vardır.
Emperyal güçler… Bu ayrışmayı tetiklediği gibi, tüm çıkarlarını bu sahada kurgulamaya bayılır ve çıkarlarını korumak için tanrı rolüne girer.
İnançları pazarlar, satar ve yok eder.
Sonra, salağa yatar… “Hadi canım” der, ağlar, kınar…
Ve ölümler devam eder…
Kılını kıpırdatmazlar.
Artık inanç, emperyal güce hizmet eden bir araç haline getirtilerek, tüm değerleri sömürülür. İşin aksi tarafı ve ironisi; bunu araçsallaştıranlar ise bu inancın içinden çıkan ve güçlenen kişi ve yapılardır.
‘Çok şükür!’ arz talep dengesi yeryüzüne inerek, inanç sistemlerin içinde çok kolay ve acımasızca(!) yer buldu.
Kapitalizmin yarattığı burjuvazi kesim bile bu süreç içinde bertaraf olma korkusuyla yüz yüzedir. Ali Koç’un açılaması artık bu sürecin kendilerine bile zarar verecek bir boyuta ulaşıp, farklı bir sosyal sınıfın ortaya çıkmasının da tedirginliğidir.
Çünkü rekabet anlayışları toplu imha üzerine kurgulanmıştır.
Sonuç:
Kan, gözyaşı, masum insanların ölümü, göç, sürgün, toplu kıyımlar…
Siyasi argümanları ve siyasi araçları bu alan üzerinden yürüten toplumlar bunun diyetini ödemek zorunda kalıyorlar.
Hem de ağır ve yıkıcı bir diyet oluyor.
Tek bir insanın bile yaşam hakkı üzerinde büyük bir güç harcanarak korunması için tartışılması gerekirken, bu toplu ölümlerin bir ayine dönüştürülmesi; sözün bittiği yerdir.
Sevgi üzerine kurulduğu düşünülen inancın, bir kin kisvesine dönüştürülmesinin karşılığının herhangi bir alemde de karşılığının olacağını sanmıyorum.
Ve işin en kötüsü bu ayinlerin artık zihinde bir kimliğe kavuşmasıdır.
Her koşul ve şartlar altında bu kimliği açıklayacak kadar ileri gitmenin cesaret kaynağı, sanırım yukarıdaki ironide saklıdır.
Dünyanın her yerindeki bu toplu ölüm içerikli ayinleri kabullenmek, bunu savunanların cesaretlenmesinin temel gerekçesidir.
Bunun bir iki stadda ortaya çıkmasının şaşılacak neyi olabilir ki?
Futbol bu ülkede zaten toplu bir ayin değil midir ki; diğer ayinlerin de uygulama alanı olmasın?
Buna şaşırmanın hiçbir gerekçesi yok.
Ha, eğer bir şeye şaşıracaksak, mesela stadın isminden işe başlayabiliriz!
Çünkü kişisel çıkarlar, değerlerin pazarlanmasının nedenidir, bunun diyetini ise toplumun büyük bir kısmı öderken, bu isimler de tavırlarının maddi karşılığı ile kazandıklarını zannediyorlar.
Kötü olan ise statlarda ve salonlarda bu isimler çoğaldıkça, kayıplarımızda artacaktır.
Hem sportif açıdan, hem toplumsal adalet bakımından…
Müslüm Gülhan / NationalTurk