Sporun kültür içerikleri
NationalTurk yorumcusu Müslüm Gülhan’ın bu haftaki “Sporun kültür içerikleri” başlıklı yazısı;
Kültür insanların yaşadığı etkileşimlere karşı almış olduğu tavırdır. Bu tavrı, birtakım mutabakatlardan oluşan birlikte yaşadığı insan topluluğunun kodları tarafından belirlenir. Davranışlarını, hitap şeklini ve latifelerini bu yaşadığı ortamın insanları ile kurmuş olduğu etkileşimler belirlemektedir. Bunlar yöresel olmakla birlikte zincirleme sürecine giren kodlardır.
Kültür, bir bütünlük arz eder ve gösterilen tepkilerin aynı olmasını ve ortak algı yaratmasını sağlar. Yaşadığı dünyayı bu kodlar sayesinde algılayarak tepkilerini gösterir.
Bu ortak yaşamdaki en önemli birlikteliği sağlayan unsur, ortak simgelerdir. Bunlar tarihsel bir süreçte ve yaşamda birtakım temel değerler oluşturmuşsa, bu, artık ortak anlayış olarak kabul görür ve belirleyici unsur olarak kültürel yapının iç dinamiği olarak karşımıza çıkar.
Toplumu oluşturan bireylerin tüm psişik yapıları farklıdır. Fakat hiçbir akit belgesi olmadan, toplumda sessizce mutabakat sağlayan bir sosyolojik benzerlik sağlayan unsur, kültürdür.
İtalyanların giyim tarzı ve stilleri ile Fransızların, Türklerin tarzları birbirinden farklıdır. Nedeni yaşadıkları ve bakış açılarındaki farklılıklar, yani tavır farklılıklardır.
Sporda da aynıdır. ‘Ekol’ olarak algılanan örneğin Alman Ekolü, İngiliz Ekolü diye ayrıştırma nedenini sağlayan, o ülkelerdeki sosyoekonomik farklılıkların ve yaşamdaki karakteristik farklılıkların sahaya, salona, korta bir sistem içinde yansımasıdır. Bizim ekol yapımızın olmamasının nedeni de hiçbir geçerliliği olmayan yöresel dürtüler ile süreci yönetmektir.
Herhangi bir politikanın veya sosyal olayın tarifinde veya eleştirisinde, o olay hakkında kültürün olmadığına dair bir yorum yapılamaz, “Bizim spor kültürümüz yok” gibi, muhakkak içeriğini belirleyen ve yön veren kültürel bir etkileşim vardır. Ama bu şike olur, şiddet olur, doping olur, rant olur…
İnsanların yaşamış olduğu bu küresel dünyadaki etkileşimlerindeki başarı ya da başarısızlıklarını belirleyen önemli etken, içinde bulunduğu geleneksel kültür yapısının küresel alanlardaki ortak değerlerin geçerliliğinin ve farklılıkları karşılama ve kabulündeki veya ret etmesindeki kültürel kodlardır.
Sporda bu çok yaygındır.
Farklı ülkelere transfer olan sporcuların o gittiği ülkelerdeki performansını etkileyen en önemli faktör, o yaşadığı yeni ve farklı yaşam tarzına uyum sağlayıp sağlayamamasıdır. Sporun farklı kültürü yönetme becerisinin temeli etik ve evrensel normların benimsenmesi ile mümkün olur.
Spor kültüründeki ahlaksal kültler, uyum açısından ve birbirini anlama açısından yöresel kaldığı sürece evrensel kodların kullanımı imkânsız hale gelir.
Geert Hofstede toplumların kültürlerini dört farklı boyutta inceliyor. Hofstede’de göre bu dört boyuta bakarak her toplumun ya da her topluluğun kültürünü ‘okumak’ mümkündür. Biz bu dört boyutun sadece ikisine bakarak sporun içerik değerlerini ortaya koyabiliriz.
1. Bir toplumda bireyin kendisinden bir üst seviyedekilerle ilişkisi o topluma özgü bir şekil alır. Sosyal statüsü daha düşük olanların kendilerinden daha yukarıda olanlara nasıl davrandıkları her kültürde farklıdır. Hofstede bu kültürel özelliği ‘güç mesafesi’ olarak adlandırıyor.
Feodal değerlerin geçerli olduğu topluluklarda, demokratik değerlerin geçerli olduğu topluluklarda bu güç mesafesi ciddi farklılıklar içerir. Feodal yapı içerisinde yetişmiş bireyin, güce verdiği değerin sonsuz ve ilahi bir sadakat içeriği vardır ve bağımlılık kayıtsız şartsızdır. Bu bir yönetim stratejisidir (şu an bizim durumumuz). Çünkü yetkilenen her birey aynı ‘biat’ tavrı bekler.
Demokratik değerlere sahip bireylerde ise sadece bir statü farklılığından kaynaklanan bir hiyerarşik farklılık vardır ve o kuralların geçerli olduğu alan içinde geçerli olan tanımlardır.
Sporun yönetilmesindeki bu can alıcı nokta, aynı zamanda sporun her toplumda ne olabileceği anlamında bir öngörüde bulunarak, gelecek için bir yol haritası ortaya koymaktadır. Tabii ki bu harita, bir yandan yöresel bir figürün önünde, ahlaki yozlaşma ile güce bağımlılığı ifade ederken, diğer taraftan etik değerler ile donatılmış kolektif bir şuur içeren demokratik yapının sporu yönetmesindeki zenginliği de ortaya koymaktadır. Bu iki zihniyet arasındaki farklılıklar haliyle sonuç olarak da farklılık gösterecektir.
2. Erkeksi değerleri sahiplenen toplumlarda kendini öne çıkarmak, performans sergilemek, görünür bir başarı sağlamak ve para kazanmak ön plana çıkarken kadın değerlerini sahiplenen toplumlarda insan ilişkilerine paradan daha fazla önem vermek, insanlara yardımcı olmak daha ön plana çıkar.
Sporu maço kimliğin içine sokarak erkek egemen bir kimlik kazandırmak, aynı zamanda toplum içinde yerleşmiş cinsel ayrımcılığın da uygulama alanı olmaktadır. Saha içinde, tribünlerde, medyada edilen küfürler ve benzetmelerin tamamı bu feodal yapı içinde yetersizliklerin göstergesidir. Bu toplumlarda inançlar ve ideolojik kuralların uygulanmasında da kadın her zaman kullanılmaya çalışılan bir argüman olarak durur. Belki bir kıstas veya kıyastan dolayı, fakat her ne olursa olsun, tamamen erkek egemen yapının sınırlarını belirlemek amaçlı bir kıyas için kullanılmaktadır. Aynı zamanda bu bir yozlaşmanın resmidir.
Tüm insanların eşit koşullarda yaşadığı demokratik toplumlarda ise üretkenlik ve mesleki ahlaki kurallar esastır. Temeli demokratik yaşam koşullarının korunmasından gelir. Cinsel ayrımcılığın olmadığı, eşit koşullarda herkesin birey olarak tanımlandığı bu toplumlarda üretmek esastır. Sporun kimliğindeki etik kurgu ve üretkenlik ancak bu tip demokratik yapı içerisinde geçerlidir.
Küresel dünyadaki etkileşim ve iletişimdeki yüksek teknoloji sayesinde, artık her toplum diğerinin değerlerini görmekte ve farkındalığı yaşamaktadır. Yaşamın iç içe geçmiş zorunluluğu karşısında kültürlerdeki değişimler, yöresel farklılıkların kaldırılması ve dünyanın bir ortak köy olarak algılanmasına neden olmuştur.
Dinin, dilin, mezhep ve etnik kimliklerin farklılıkları ayrışmalara neden olmamalı. Aksine bu farklılıkları birer zenginlik olarak algılamak ve saygı göstererek ortak bütünleştirici üst kimliklerde buluşmak kaçınılmaz gözükmektedir.
Spor, bu kolektif işbirliğinin ve barışın en geçerli olduğu alandır. Spor, yöresel dürtüler içine sıkıştırılıp, ahlaki yozlaşma ile tanımlanırsa şiddet ve kaos kaçınılmaz olarak alan bulur. Zaman zaman siyasiler tarafından araçsallaştırılan spor alanında bu bir tercih meselesi de olmaktadır.
Kültürel zenginlik; ötekileri anlamak ve saygı ile mümkündür.
Müslüm Gülhan / NationalTurk