Sporla başımız dertte
NationalTurk yorumcusu Müslüm Gülhan’ın bu haftaki “Sporla Başımız Dertte” başlıklı yazısı;
Hatta spor bize göre de değil.
Nerden başlasam bilemiyorum.
Yıllardır bizim için en sorunlu oyun olan futbol üzerinden yazmaya çalışıyorum, benim uzmanlık alanım diye de; ama sporun neredeyse hepsiyle sorun yaşıyoruz ve işin kötüsü hepsi birbirine bir alt kültür ile bağlanmış durumda.
Ne yazık ki bu alt kültür de toplumda yozlaşmış tüm uygulamaları içinde barındırıyor.
Bütün bu olumsuzlukların başı; sporun çıkış noktasının olmamasıdır. Bulamıyoruz, yok.
Bu bir politikadır. Ya devlet politikasıyla bu süreç yürütülür ya da kendi iç dinamiklerinden ortaya çıkmış bir sistematik kurgudur ki; tarihsel bir sürece ve ekole sahip kültürel dayanağı olur.
Bizde ikisi de yok.
Zaten anlatamadığımız nokta, hatta aslında anlaşılamayan nokta bu.
Bakın Gamze kızımıza o da dopingle yakalandı?
Eee ne oldu ki?
Hiçbir şey.
Neden mi? Çünkü insan bir alışmaya görsün haksız kazanmaya; uyuşturucu gibidir, yakalanır ve bırakamaz.
Kötü olan; herkesin gayet normal karşılıyor olması bu anormal durumu!
Herkes mi bağımlı ne?
Her yer ülkemin sonuna kadar yansıması.
Bu ülkede her şey masa başında halledilir. Herkes bu halledilmeye alıştığı için, oynanan zeminin, oynayanın veya koşulan pistin ve koşanın hiçbir önemi yoktur.
İster kum pist olsun, ister çim pist olsun.
Herkes kendini araçsallaştırmak için gönülden hizmete hazır!
Sonuç da; araç olarak net olarak kaybetmesine rağmen, masa başında kazanır ve araç olarak verdiği hizmetten dolayı kağıt üstünde kazançlı çıkar her işin içinden.
O sevdiğim oyun olan ama bu ülke için lanet olası futbol, bu işin başında yer alıyor.
İliğine kadar sömürülen futbol.
Ve kaybedilmiş bir oyun.
Şampiyonu kim olursa olsun ne önemi var ki…
Gırtlağına kadar pisliğe batmış bir oyunun seyircisi olmanın dayanılmaz hafifliği ne olabilir ki?
Ya da spor yazarı olmanın…
Hem de sonuna kadar kaybettiğimiz oyun…
Belki bu Gamze gibi net olarak belirgin değil ama en az onun kadar kaybedilmiş bir oyunun parçası olmak, insanın canını acıtmıyorsa, burada bizlerde bir arsızlık söz konusudur!
Bu arsızlık; haksızlığı ve kuralsızlığı geçerli saymaktır.
Ülkemdeki herkes bu makul kurallar (!) çerçevesinde birbiriyle mücadele ediyor.
Sokaktakinin aynısı her şey; sahada, salonda, pistte… Her yerde.
Bu arsızlığın dayanağı ahlaki yozlaşmanın kabul görmesidir.
Bunun için fetvalar verilir. Arsızlaşmış bir yapıya sadakat söz konusu olunca, hiçbir şeyin önemi olmadığı gibi her şey de mubahtır. Gamze veya Aslı’nın ne ile nasıl koşmasının bizim için bir önemi yoktur, onların bu etik dışı davranışının muhatabı biz değiliz, muhatap; etik değerlerin geçerli olduğu alandaki insanların mahcubiyetidir.
Bu ülkede etik ve ahlaki değerler geçerli olsaydı; ne Aslı’nın adı salonun üstünde kalırdı ne de o verilen ödüller kalırdı ve her şeyin hesabı sorulurdu.
Ama nafile.
Bizde işler böyle işlemez; çünkü o kürsüye çıkmak ve bayrakla dolaşmak birileri için yeterli olmuş ki; içeriğinin sorgulaması geriye ertelenmiş, tıpkı bize ait bir hukuki kural gibi.
Utanan veya üzülen varsa, onları bağlıyor ve yok hükmündedir.
Yukarısı her şeyden memnun.
Oyunların ve yarışların kullanılması gereken sürede istenilen taleplere cevap vermesi önemlidir, bunun kalıcılığı falan söz konusu değil, kimsenin böyle bir beklentisi de yok.
Bu sürecin içinde olan herkes buna hizmet eder, kimse kalkıp idealistlikten ve ahlaktan söz etmesin, filozofluğa da gerek yok, her şey açık seçik böyle ortadayken ancak daha da arsızlığa sebep olur bu tepkiler.
Başında kaybedilmiş bir oyunun içinde olmak, piyon olmaktır.
İster atletizm, ister futbol hiç fark etmez.
Dopingli…
Şikeli…
Komisyonlu…
Müslüm Gülhan / NationalTurk