Gezi Parkı OlaylarıGündemHaberManşetMedyaPolitikaSiyasetSon DakikaSusurlukTürkiye

İşte Soner Yalçın’ın savunması

Ergenekon soruşturması kapsamında açılan Odatv davasının tutuklu sanıklarından Soner Yalçın ilk savunmasını yaptı.

Bali

İşte Soner Yalçın’ın savunmasının tamamı;

SAYIN BAŞKAN SAYIN ÜYELER
Gazetecileri yazarları cezaevine atmak, yargılamak hiçbir dönemde hiçbir rejime, iktidara ve mahkemeye onur vermemiştir.
Düşünceyi; yazıyı, kitabı yargılayanları tarih hiç affetmemiştir.
Düşünce ne ateşte yakılarak ne de hapse atılarak yok edilebilmiştir. Hiçbir zorba yöntem bir sesi, bir harfi sonsuza kadar susturamamıştır.

Bir ülkenin cezaevinde ne kadar çok gazeteci-yazar varsa, o ülkede o kadar zihin katliamı vardır.
Bugün karşınızda sanık sandalyesinde oturan düşüncedir. Oysa, düşünce hiçbir izne tabi tutulamaz…
Bilindiği gibi, kaba güç sonsuz değildir.

Gerçek yargı tarihin yargısıdır.
Sonsuzluğun avukatı tarih; iktidar ve güç uğruna hiçbir şeyden çekinmeyen; çıkar ve amaçlarını her şeyin üstünde tutan, bu uğurda önündeki herkesi ezip geçen, farklı düşünen her insanı entrikalarla yok etmeyi planlayan; kişilerden, gruplardan, cemaatlerden hesap sormuştur.

soner yalcin tutuklama

SAYIN HEYET

Türkiye’de gerçek anlamda gazetecilik yapmanın büyük tehlikeli sonuçları vardır.
Soru soran, arayan, kovalayan gazeteciyi bekleyen maalesef sadece acıdır. Hakikate tutkuyla bağlı, dürüstlüğünden taviz vermeyen gazeteci; bizim ülkemizde ya işsiz bırakılır, ya hapse atılır ya da katledilir.
Bu nedenle gerçeğe aşkla bağlı gazeteci; evini, yanardağı Vezüv’ün eteklerine yapmış yalnız kişidir

Tüm bunlara rağmen mesleki ahlaki değerlere bağlı, taviz vermez cesur gazeteciler hep olmuştur, olacaktır.

Çünkü hayatını riske atan gazeteci; kendi dar dünyevi kalıbına sonsuzluğun değerini katar; ölümsüzleşir. Uğur Mumcu gibi… Musa Anter gibi…Hrant Dink gibi…

NationalTurk World Son Dakika

Büyük gazeteciler her zaman en yürekli olanlardır. Büyük gazeteciler düşüncelerinden dolayı kimseye hesap vermeyenlerdir, bedeli ne olursa olsun…

yunanistan golden visa yurt disi emlak 2024

Gazeteciliğin tek ölçüsü vardır: Gerçeğe aşkla bağlı kalmak
Gazetecinin kendini iktidarlara beğendirme sorumluluğu ve zorunluluğu yoktur. Olamaz. Olursa o ülkede basın özgürlüğünden bahsedilemez.

Onurumla girdiğim cezaevinden utançla çıkmaya hiç niyetim yok.
Bir insanın onuru varsa her yerde vardır, yoksa hiçbir yerde yoktur.

İnsanın kişiliği kritik-zor anlardaki tavrından anlaşılır. Bir gazeteci için en büyük eksiklik direnme gücünden yoksun olmasıdır.

SAYIN HEYET
Nefretin gözleri kör ettiği bu vahşet ortamında; tüm karalamalara, yalanlara, tehditlere, felaketlere ve mahremiyetimin ayaklar altına alınmasına rağmen; düşüncemi, yazdıklarımı, mesleğimi ve yüreğimin insancıllığını, ne pahasına olursa olsun koruyacağım.

İnsan kalmakta inat edeceğim. Çünkü; yaşamdaki en yüce sanat, insanın kendisi olarak kalabilmesidir.
Zor olan ruhsal esarettir; fiziksel tutsaklık geçicidir.
Bu nedenle:
Gücü ve hedefinden emin olan; bu uğurda başkalarına acı çektiren dar görüşlü, hırslı insanlara hep karşı çıktım; zulüm gören mazlumun yanında durdum; onun hakkını, gerçeğini yazdım.

İnsanı yücelttim. Bu sebeple hapse atıldım…
Kafasıyla değil ağzıyla konuşanlara prim vermedim.
Kötü niyetin düşmanı oldum. Kitleleri: bilgisiz, cahil bırakan aydınlık düşmanlarıyla kalemimle savaştım.

Eğri büğrü yollardan ikiyüzlülükle yürümeyi reddettim.
Halen tedavülde çok geçerli olan şöhreti, elimin tersiyle itekledim.

Emniyetli kurulu düzenlerini korumak için, haberi-bilgiyi korkakça gizleyen, yok eden, yalan yazana karşı sertleştim. Bu sebeple hapse atıldım.
Gerçeği bulma ve yazma konusunda katı ve acımasız oldum;
kimseye taviz vermedim.
Kör bir gücün esiri, uşağı olmadım.
Çünkü bilirim ki; irade kişiliğin temel taşıdır; iradesi başkasının elinde hakimiyetinde olanlar saf değiştirmeyi meslek edinmiş, acınası ahlaksızlardır. Döneklerdir. Dönmedim. Bu sebeple hapse atıldım.

SAYIN HEYET
25 yıllık gazeteciyim.
Mesleğime hiç ihanet etmedim; tutkuyla bağlı kaldım.
Gazetecilik; yaşamın anlamı ve biçimi oldu benim için.
Gazetecilikten elde ettiğim her türlü başarıyı bir sorumluluk olarak algıladım.
Türkiye’de hep tehlikeye giren, düşünsel özgürlüğü, kendi kişisel refahıma feda etmedim.
Yalana yalan; yanlışa yanlış, doğruya doğru demeyi hep sürdürdüm.
Gerçeğin gücüne inandım hep…

Düşünsel bağımsızlığımı, iç özgürlüğümü, zihnimin vicdanını ve satın alınamamış ahlakımı, hayatım kadar önemsedim.

Önemseyeceğim de…
“Gazeteci siyasal bir örgüte üye olamaz” gibi yüzeysel bir değerlendirme yapacak değilim.
Ancak benim özgürlük anlayışım farklıdır.
Kendisi için özgür düşünen, yeryüzündeki bütün özgürlükleri de onurlandırmış olur.

Tarihte, özgürlüğü yayabilenler ve ayakta tutabilenler, herkes ve her şey karşısında kendi özgürlüğünü fethedenlerdir.

Ben kendi kendimin efendisi; kendimin hizmetkarıyım.
Hiçbir zaman ne bir iktidara ne bir siyasal örgüte hizmet etme niyetim, amacım olmadı.
Şuna inandım: Yalnızca başkalarını izleyen, aslında hiçbir şey izleyemez; hiçbir şey de bulamaz ve aslında zaten aradığı herhangi bir şey de yoktur.

Bu nedenle ben kendimin öğretmeni ve öğrencisi olmayı tercih ettim.
Evet: Hayatım boyunca hiçbir legal ya da illegal siyasi bir örgüte mensup olmadım.

Sadece Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, Çağdaş Gazeteciler Derneği ve Basın Konseyi üyesiyim.
Korkunç bir haksızlıkla; savcılar Ergenekon Terör Örgütü mensubu olduğumu iddia ediyor.
Dünyanın anlamını ancak harflerle özümseyen bir gazeteci-yazar nasıl terörle aynı kefeye koyabilirler.
Bu kadar kolay mı?
Hiçbir savcı unutmasın ki:
Bir makam; o makamda oturan kişinin yaptığıyla değer kazanır.
Bakınız:

Körlük öyle bir noktaya gelir ki, gülünçleşir ve gülünçlük en bağışlanmayan kusurdur.
Çünkü ölçüsü yoktur.

Ben mi teröristim:
25 yıllık gazetecilik hayatımda binlerce haber yaptım; 11 kitap yazdım.
Mesleki hayatım derin devleti-Gladio’yu faili meçhul cinayetleri, suikastları, provokasyonları, darbeleri, araştırıp yazmakla geçti.
Bugün Türkiye’nin konuştuğu JİTEM’i, Yeşil’i; Musa Anter gibi faili meçhul cinayetleri kimin işlediğini 18 yıl önce ilk “Binbaşı Ersever’in İtirafları” kitabında ben yazdım.

Susurluk çetesi o malum kazayla ortaya çıkmadan önce, Behçet Cantürk’ün Anıları adlı kitabımda kürt işadamlarını kimlerin, kimlerden emir alarak öldürdüklerini ilk ben yazdım.

Doğan Yurdakul’la birlikte Gladio’nun Türk Tetikçilerini; darbelere zemin hazırlayan istihbaratçıları REİS VE BAY PİPO adlı kitaplarımızda biz kaleme aldık.

Devlet içinde yuvalanmış illegal yapılar, çeteler konusunda Türkiye’deki en bilgili birkaç gazeteciden biriyim.
Bu nedenle: Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinden; Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde kurulan Faili Meçhul Cinayetleri Araştırma Komisyonu’na kadar bir çok kurum yer tanıklığıma başvurmuştur.
Keza bu yıl Ankara Cumhuriyet Savcılığı’nın yeniden açtığı Susurluk soruşturmasında yine tanıklığıma başvuruldu.

Gazetelerin yazdığına göre savcılar; Doğan Yurdakul ile birlikte yazdığımız REİS Gladio’nun Türk Tetikçisi kitabımızı okuyarak hazırlanmışlar bu Susurluk soruşturmasına…
Böyle terörist olur mu? İnsan haysiyeti bu kadar değersiz kılınabilir mi?
Bir cumhuriyet savcısı sanık yapıyor, bir cumhuriyet savcısı tanık?! İkisi de özel yetkili savcı, ikisi de terörü araştırıyor! “Hangi hukuk” uygulanıyor Türkiye’de…

SAYIN HEYET
İnsan yaptığı şey’dir…Ben gazeteciyim.
Bizim yazdıklarımızı tarih aradan yıllar geçmesine rağmen tek tek doğruluyor. Hakkımızı teslim ediyor.
Bakalım bu iddianameyi; gerçek yargı olan tarih nasıl değerlendirecektir; yargılayacaktır.

Odatv operasyonuna karar veren iki önemli isim vardır:
İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı Ali Fuat Yılmazer ve Özel yetkili savcı Zekeriya Öz.

Peki Odatv operasyonundan hemen sonra polis müdürü Yılmazer ve Savcı Öz neden görevlerinden alındılar?
Bu olayın tesadüf olmayacağını bilecek kadar gazetecilik deneyiyim var.
O halde…

50’yi aşkın polisle evim ve işyerimin basıldığı 14 Şubat 2011 tarihinde belli makamlarda oturanların neler yaptığını bilmemiz gerekiyor.
Örneğin 30 polisle evimi sabaha karşı basacak kadar hakkımda polislerin, savcıların, mahkemenin ellerinde hangi suç delilleri vardı?

Öyle ya; polis müdürü Yılmazer ve Savcı Öz biliyordu ki, bu operasyon gazete manşetlerine yansıyacak; siyasetin gündemine oturacak; Beyaz Saray’dan Avrupa Parlementosu’na kadar açıklamalar yapılacak; gazeteciler ayaklanacaktı.

Evet, bunu tahmin etmiyor olamazlar; o halde evimi, işyerimi basmadan önce ellerinde hangi güçlü deliller vardı; bunu irdelemek şarttır.
Bakalım ellerinde hangi kanıtlar varmış:
Bu nedenle 2 yıl öncesine gidelim: ( EK 2 NOLU KLASÖR )
266.277 sicil nolu bir polis memuru telefonlarımın dinlenmesi için 13 Mayıs 2009 tarihinde, İstanbul Organize

Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü’ne bir rapor yazdı.
Raporda; Tuncay Güney’in 3 Şubat 2001 tarihinde ( ki doğru tarih 2 Mart 2001 olacak, üstünkörü yapılan iş daha ilk cümlesinde sırıtıyor! ) yakalandığını ve benim hakkımda bazı ifadeler verdiğini, 8 yıl sonra hatırlayıvermişti!

Niye 8 yıl sonra?
Bu arada: Ergenekon soruşturması, iddianamesi, duruşmaları nedeniyle Türkiye, 2006’dan beri Ergenekon’u ve Tuncay Güney’in bu ifadesinin konuşuyor, tartışıyordu.

O zaman benimle ilgili sözlerin herhalde pek önemi yoktu; 2009’da anımsanıverdi birden bire.
266.267 sicil nolu polis memuru bakın bu konuda raporuna ne yazdı: “Tuncay Güney ile 2001 yılında yapılan mülakatta, Tuncay Güney’in Soner Yalçın’ın bir dönem Cem Ersever ile görüştüğünü, Soner Yalçın’ın Veli Küçük’ün talimatı ile

hareket ederek Aydınlık Dergisine gittiğini ve birtakım bilgilerin Veli Küçük tarafından bu şahsa iletilmekte olduğunu
tahmin ettiğini beyan etmiştir.”

İyi de Tuncay Güney sorgusunda böyle dememişti ki; 266.267 sicil nolu polis kasten mi böyle yazıyordu, bilemem; ama Tuncay Güney şöyle diyordu:

“Soner Yalçın’la, JİTEM diye konuşan Cem Ersever’di.
Hatırlıyorsunuz şimdi bu ilişkileri falan düşünüyorum, mesela ben, Cem Ersever öldüğünde Soner Yalçın’ı falan tanımıyordum zaten, Soner Yalçın’ı Akşam gazetesine geldiğinde Adnan Akfırat söylemişti, pardon Sabah Gazetesine geldi yani, kendilerinde popüler olduklarını, kendi gruplarına ihanet ettiklerini söylediler, sevmiyorlar.

Ama düşünüyorum bu Soner Yalçın’ı buna kim gönderir. General Veli Küçük’ten başka hiçbir kimse gönderemez.”
266.267 sicil nolu polis memuru anlamamıştı: Tuncay Güney Cem Ersever’in Veli Küçük talimatıyla bana geldiğini tahmin ediyordu.
Yoksa Veli Küçük talimatıyla Aydınlık’a gittiğimi değil.
Zaten ben1987’de, Aydınlık’a değil 2000’e Doğru dergisine gittim.
İşin garip yanı: Tezin sahibi Savcı Zekeriya Öz de savcılık sorgusunda “Tuncay Güney’le 2001 yılında yapılan mülakatta Tuncay Güney, sizinle ilgili olarak Veli Küçük’ün talimatı ile hareket ederek Aydınlık dergisine gittiğinizi ve bir takım bilgilerin Veli Küçük tarafından size iletilmekte olduğunu tahmit ettiğini beyan etmiştir.”

Neresini düzelteyim bunların;
Yeri geldi yanıtı verelim: Hayatımda Tuncay Güney ve Veli Küçük’ü hiç görmedim, tanışmadım, telefonla dahi konuşmadım.

Cem Ersever, Ankara’daki Ulusal Basın Ajansı’na bir açıklama yapmıştı, bunun üzerine kendisiyle röportaj yaparak tanıştık.
Bunun gizli saklısı yok ki, 1994 yılında yazdığım “Binbaşı Ersever’in İtirafları” kitabımda süreç olduğu gibi yazılı zaten.
Ama mesele bu değil.
Hukuka gerekçe bulmak gerekiyor; zorluyorlar.

Dedim ya, Tuncay Güney’in sözlerinin birden bire 8 yıl sonra anımsanmasının bir nedeni olmalıydı, kuşkusuz.
Devam edelim.

266.267 nolu polis memuru raporuna yine benimle ilgili bir bilgi notu koyuyordu.
AKP eski milletvekili Turhan Çömez’e yönelik yapılan aramada dijital verilerde tespit edilen “BAY EYMÜR” isimli world dosyasında benimle ilgili yazılan notta bakın neler deniyordu.

“Güneydoğu’ya istihbarata, UGA (Ulusal Güvenlik Ajansı) üyesi Soner Yalçın gidiyor. Katledilen masum Kürt ve Alevi halklarının sorunlarını dinliyor. Diyarbakır’da bulunan (Olağanüstü Hal Bölge Valisi) Ünal Erkan ile görüşüyor. Erkan, SY’ye “siz bulaşmayın” deyince, SY Erkan’ın yüzüne tükürüyor ve kapıyı sertçe vurup bölgeden ayrılıyor.”

Ulusal Güvenlik Ajansı ne; hiç duymadım; hiç çalışmadım. Ayrıca Ünal Erkan’la da hiç görüşmedim, tanışmadım. Neymiş, bir de yüzüne tükürmüşüm!

Dolayısıyla bu hayal ötesi bile olamayacak absürd, sözümona belge de rapora eklenmişti.
Bakınız: Ergenekon davası sürecinde bilerek hep bunu yaptılar.

Ne varsa dosyalara doldurdular, oysa bilinsin ki, kontrol edilmeyen kaynaklardan gelen, değerlendirilmemiş bilgilerin girdiği yerden sağduyu, akıl ve serinkanlılık çıkar. En temel gazetecilik, kuralıdır bu. Ünal Erkan’ın yüzüne tükürmüşüm. Ayıp ayıp….

Dönelim telefonlarımın dinlenmesi için hazırlanan rapora:

Polis raporuna üç de telefon görüşmesi tapesi koymuştu.

1- 16 Aralık 2008’de Ankara’da herkesin tanıdığı 50 yıllık gazeteci Ünal İnanç’la yaptığım telefon konuşması. Doğu Perinçek grubundan yıllar önce nasıl koptuğumu espriyle karışık sohbet ediyoruz.

2- 27 Eylül 2008’de rahmetli dostum Erhan Gürsel ile ABD’nin iflas eden bankaları kurtararak devletçi ekonomiye geçtiğini; sosyalist olduğunu yine espri yaparak, telefonda konuşuyoruz.

Şaka gibi: Her iki konuşmanın da espriyle yüklü olması. Ve içeriğinin de Ergenekon’la hiç ilgisi olmaması. Ama işte hep bir zorlama var.

3- 12 Kasım 2008 ve 18 Aralık 2008 tarihinde Yalçın Küçük’ün Barış Pehlivan’la yaptığı telefon görüşmesi tapesi vardı bir de. Görüşmenin biri Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül’ün Brüksel konuşması; diğeri Abdullah Gül’ün soyağacına ilişkin Hürriyet’te benim yazdığım Pazar yazısı.

Sonuçta polis raporunu yazıyor ve diyor ki: “Tüm bu bilgiler ışığında Soner Yalçın isimli şahıs, iddia olunan Ergenekon Terör Örgütü ile girift ilişkiler içerisinde bulunduğu; özellikle örgütün yönetici kadrosundaki şüpheliler ile irtibatlı olduğu…” vs. vs. Bundan yola çıkılarak telefonlarımın dinlenmesini talep ediyor.
Tarih: 13 Mayıs 2009.
İyi de…

Bu tarihten 5 ay önce Erhan Göksel, Ünal İnanç, Yalçın Küçük gözaltına alınıp emniyette ve savcılıkta sorgulandı.

Erhan Göksel ve Yalçın Küçük’e benimle ilgili hiç soru sormadılar.
Ünal İnanç’a ise, “sizi telefonla arayan” Saygı Öztürk ve Soner Yalçın kimdir?” diye sadece emniyette sordular. Savcılıkta sormadılar bile.
O kadar.
Hani rapor diyor ya “örgütün yönetici kadrosu ile girift ilişkiler içerisinde bulunan.” Hepsi 13 Mayıs 2009’da tutuksuz sanıktı. Erkan Göksel hakkında iddianamede Kovuşturmaya Yer Olmadığına karar verildi.
Nasıl ama örgütsel irtibat?

Ergenekon soruşturmasında gözaltına alınan bir kişiyle telefonda geyik muhabbeti bile yapsanız, girift ilişki içine sokuluveriyorsunuz.
Bu arada Yalçın Küçük’le Barış Pehlivan telefonda konuşuyor ama Barış’ın değil sadece benim telefonlarımın dinlenmesi talep ediliyor. Bu da ayrı bir soru işareti.
Maalesef
Hakikati başka kalıba sokarak bizi, tarihi inandıracaklarını sanıyorlar.

İşin özünde:
13 Mayıs 2009’dan önce, gerçekte ne olmuştur da benim telefonlarımı dinleme talep etmişlerdi: Yanıtı ancak burada bulabiliriz…
13 Mayıs 2009’de

Ergenekon iddianamesi çıkmış, duruşmalar başlamıştı.

Odatv- haklılığımızı tarih ispat edecektir- iddianamedeki tutarsızlıkları, sanıkların duruşmada söylediklerini, avukatlarının görüşlerini haber yapıyordu.

Ben ayrıca Hürriyet gazetesinde Pazar günü tam sayfa şunları yazdım:

19 Nisan 2009’da, Türk polis teşkilatına cemaatin nasıl sızdığını, solcuların nasıl tasfiye edildiğini;
26 Nisan 2009’da, dünyanın çeşitli yerlerinde 475 üniversite yüksekokul, 200 kolej, 604 gazete ve dergi ile 52 radyo ve televizyon kanalı olan CIA kontrolündeki İspanyol Opus Dei Cemaatini yazıp, Türkiye’deki Fetullah Gülen Cemaatiyle benzerliğe dikkat çektim: “Endişe verici nüfusa sahip bir cemaatin hikayesi” idi yazının başlığı.

3 Mayıs 2009’da gündemde olan silah ve mühimmatların nasıl bulunduklarına ilişkin yazı yazdım. “Darbeyi sadece askerler mi yapar” ; “Artık Ergenekon’u Ben de Yazabilirim”; “Başka Ergenekon’u yazdım kimse üzerine alınmasın”; “Vehib Paşa Bilinmeden ne Susurluk ne Ergenekon Anlaşılabilir”; “Dinci-Liberal İttifak Temmuz Devrimine Niye Karşı”; “Hitler’in hedefindeki ilk gazete Almanya’nın Hürriyet’i oldu.” “Şafak Operasyonu

2.Dalganın Hedefi” gibi yazılar kaleme aldım.

Yok, Tuncay Güney şunu demiş; yok “Bay Eymür” word dosyasına göre Ünal Erkan’a tükürmüşüm; yok bilmem kimlerle telefonda geyik muhabbeti yapmışım…
Geçiniz bunları.

Soner Yalçın’ın yazdıklarından birileri rahatsız oldu. Hepsi bu. Kim kimi kandırıyor…
Oyun belli.
Kendisi tahmin ediyorum ayrıntılı anlatacaktır: 22 Mayıs 2009’da da yanı hemen hemen aynı dönemde gazeteci Nedim Şener’i de dinlemeye başlıyorlar. Tesadüf sayılabilir mi? Dedim ya, kim kimi kandırmaya çalışıyor.

Hedefteki gazeteciler belli…Gerçeğin peşinde koşan gazeteciler gözlem altına alınıyor.

Ve sonuçta:
13.Ağır Ceza Mahkemesi 15 Mayıs 2009’da dinleme kararı veriyor. 3 ay telefonlarım dinleniyor.
14 Ağustos 2009’da 11.Ağır Ceza Mahkemesi dinleme kararını 3 ay daha uzatıyor.
26 Kasım 2009’da 13.Ağır Ceza Mahkemesi yasa gereği bu kez 1 ay uzatıyor.
28 Aralık 2009’da 12.Ağır Ceza Mahkemesi 1 ay ek süre daha veriyor.
25 Ocak 2010’da 11.Ağır Ceza Mahkemesi dinleme kararını 1 ay daha uzatıyor.
Bu arada ilgili ilgisiz 7 adet telefon dinleniyor.
Yetmiyor…
11 Aralık 2009 da 14.Ağır Ceza Mahkemesi e-posta adreslerimin de izlenmesine karar veriyor.
28 Aralık 2009’da 12.Ağır Ceza Mahkemesi bu kararı bir ay daha uzatıyor.

Yani 2009 ve 2010 başında sıkı bir takip altındayım.

Öyle ya sözümüz ona Ergenekon Terör Örgütü’ne mensup olup olmadığımdan şüpheleniyor polisler, savcılar, hakimler.

Peki bu kadar şüphe duyduğunuz şahsın telefonlarını ne zaman tape ettiniz? Öyle ya an be an dinliyor, izliyorsunuz. Fotoğraflar çekiyorsunuz, ortam dinleme yapıyorsunuz sıkı bir takip altına almışsınız.
Ek süre vermek isteyen mahkeme yeni delil ister.

Öyle değil mi? En azından bir – iki telefon tapesi yapmışsınızdır? Ne gezer!
Bakınız: 4 ve 5 nolu ek klasörde 2009’da 116 telefon tapesi kaydı var. Bunun sadece 4 adedi 2009’da yapılıyor. 37’si 1 Kasım 2010’da; 75’i ise 2011’de yapılıyor!

Telefon dinleme sürelerini uzatan Özel Yetkili Mahkemelerin bu içler acısı haline hiç değinmeyeceğim.
Sormaz mı Mahkeme, “biz süreyi uzatacağız da siz ne buldunuz?” diye. Sormuyor.
(2010 Ocak ve Şubat dinleme tape adedi 94. Ekim 2010: 18 Kasım 2010: 50. 2011’de ise 25.)
Şimdi meselenin başka boyutuna bakalım.

2009’da dinlenen telefonlarımın tapeleri neden büyük çoğunlukla Kasım 2010 tarihinde yapılmıştı?
Öyle ya ne olmuştu bu tarihte?
Dinlenmiş, izlenmiş, takip edilmişim ama tapeler niye çok sonra yapılmıştı.
Kuşkusuz nedeni vardı:
Kasım ayında benimle ilgili ilginç gelişme yaşandı medyada.

Yandaş Bugün gazetesi Ankara Temsilcisi Adem Yavuz Arslan 4 Kasım 2010 ve 11 kasım 2010 tarihlerinde, benim HALK TV’yi satın almaya çalıştığımı yazdı.
Sonra bütün internet siteleri bu haberi yapmaya başladı.

Kasım 2010’da HALK TV meselesi öğrenilmiş oldu.
Adem Yavuz Arslan bu çok özel bilgiyi nereden aldı bilmiyorum; çünkü çok küçük bir grup biliyordu. Acaba yasadışı olarak dinlemeye devam mı ediliyordum? Bilmem.

Kasım 2010’da 2009 yılı telefon görüşmelerim büyük oranda tape edilmeye başlandı.
Doğal olarak bu tapelerden hiçbir şey çıkmadı.
Sonuçta 15 Mayıs 2009’dan 25 Şubat 2010’a kadar dinlemelerimden, takip edilmelerimden de bir şey çıkmadı.
O halde ne yapılacaktı?
Birileri kendini bir şey yapmak zorunda hissediyordu.
Bu nedenle 100 telefon tapesi de 6 Ocak ile 14 Ocak 2011 tarihleri arasında yapılıyor. Ama yine dişe dokunan bir şey bulamıyorlar.
Ne yapılacaktı?
Bu kez:
17 Ocak 2011 tarihinde 272.389 sicil nolu komiser İstanbul Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü’ne rapor yazarak yine telefonlarımın dinlenmesini talep etti.
2 kez 3aya, 3 kez 1’er ay dinlenmiştim, e-postalarım takip edilmiş, ortam dinlemeler yapmışlar.
Demek yetmedi. Yine dinlemek istiyorlar. Hukuk mu? Onu geçin.
Ve diyeceksiniz ki, bu talep için mahkemeye yeni deliller sunmuşlardır.

Hayır yeni delil yoktu.
Bu ikinci raporun içeriği de neredeyse birinci raporla aynıydı.
“Kovuşturmaya gerek yoktur” denilen Erhan Göksel ve tutuksuz sanık Ünal İnanç ile aynı telefon görüşmeleri; Tuncay Güney’in 2001’deki söyledikleri ve yine Ünal Erkan’a absürt tükürme saçmalığı vardı.
Yine Yalçın Küçük ile Barış Pehlivan’ın iki telefon görüşmesi konmuştu rapora.
Bu ikinci rapora sadece iki yeni telefon kaydı koymuşlardı.
Biri: 14 Haziran 2009’da gazeteci Oray Eğin’le sözde “İrtica ile Eylem Planı” hakkında görüş alışverişi yapıyoruz. O dönem bunu hangi gazeteci yapmamıştır ki acaba?
Diğeri: 26 Ekim 2009’da Odatv haber müdürü Barış Terkoğlu ile Odatv’de yer alan Ergenekon haberleriyle ilgili tartışıyoruz. Fazla Ergenekon haberi yapılsın istemiyorum.
Hepsi bu.
Neredeyse aynı gerekçe ile 15 Mayıs 2009 ile 25 Şubat 2010 arasında dinlenmiş, izlenmiş, takip edilmiştim. Tapeleri bile 2 yıl sonra yapanlar birdenbire yine dinlenmemi talep ediyorlardı; aynı gerekçelerle üstelik.
Ve üstelik jet hızıyla…
Bu acelenin bir nedeni olmalı değil mi?
Bu soruya da geleceğiz…
Önce hukuki sürece bakalım:
Polis raporu bir gün içinde savcılığa ve oradan mahkemeye iletiliyor.
10.Ağır Ceza Mahkemesi o gün 19 Ocak 2011’de karar veriyor: 3 ay dinlensin! Dediğim gibi “Yeni delil niye istemiyor” mahkeme meselesine girmiyorum bile…
Bu hukuka aykırı kararlara alıştık artık…
Altını çiziyorum Mahkeme 3 ay dinlensin diyor. Bu 3 ay kararı önemli…
Başlıyorlar yine 19 Ocak 2011 tarihiyle dinlemeye.
Aradan 15 gün geçiyor: Tarih 2 Şubat 2011.

Bu sefer 14.Ağır Ceza Mahkemesi toplanıyor ve diyor ki: (2.Delil klasörü)
“Siz Soner Yalçın için 3 ay dinleme kararı verdiniz ama, bu adamı daha önce 2009-2010 arasında dinlemişsiniz ve hakkında hiçbir yasal işlem yapmamışsınız. Bu yüzden yasa gereği 1 ay dinleme kararı verilmesi gerek. 3 ay olmaz.”
Mahkeme haklı; CMK 135’e göre benim hakkımda dinleme kararı ancak 1 ay verilebilirdi. Yasa diyor ki:
2 kez 3 aylık dinleme kararından sonra tekrar dinleme istiyorsan ancak 1 ay karar çıkartabilirsin.
O halde, bu basit gerçeği 10.Ağır Ceza Mahkemesi bilmiyor olabilir mi! İmkansız. Bunu da geçelim.
Gelelim en özel habere: yürürlükteki hukuk kurallarına göre Mahkeme bu karar sonucunda dinlemenin 2 Şubat 2011 tarihiyle başlaması gerekiyor.
Çünkü 1 aylık süreyi bu tarihte veriyor.
Aksi durumda yani 19 Ocak 2011 tarihindeki 2 haftalık dinleme korsan olur.
Mahkeme nasıl karar veriyor “Eh madem 19 Ocak 2011’den itibaren dinleyin, 17 Şubat 2011’e kadar sürsün o zaman!”
Böyle bir şey olabilir mi; mahkeme geçmiş bir tarih için dinleme kararını geriye yürütebilir mi?
İşte Türkiye’nin geldiği hukuk burasıdır.
Belki diyeceksiniz ki:
“Soner Bey hangi tarihte dinlerse dinlesinler; zaten 2009-2011 yılları arasında dinlemişler; sakladığınız bir şeyler mi var?”
Hayır yok.
Ama bu meselenin üzerinde durmamın sebebi başka.
Öyle ya, mahkemeyi bile yasaya aykırı karar vermeye iten 19 Ocak ile 2 Şubat arasındaki telefon görümlerimde ne var biliyor musunuz:
26 Ocak 2011’de İklim Bayraktar ile, Deniz Baykal’a yönelik iddiasını konuştuğumuz telefon kaydı var!
Odatv operasyonunu; Deniz Baykal’a şantaja dönüştürerek bizleri itibarsızlaştıran telefon görüşmeleri var.
Hukuken silinip yok edilmesi gereken bu telefon kaydı, bizleri lekelemek için kullanıldı. Mahkemenin geriye dönük karar verme nedeni bu.

Biz, İklim Bayraktar’ın iddiasını konuşmuş ve unutmuştuk. Ama şimdi ortaya çıktığı gibi yasa dışı dinleme yapanlar yasadışı şeklinde bunu, mahremiyetimizi medyaya sızdırdılar.
Tezgah kurulmuştu; bilgisayarlara siber korsanlık sonucu “öyleyse Varan 2” yalanı yerleştirilmişti.
Büyük oyun, bir mahkeme kararıyla bozulamazdı.
Bu nedenle Mahkeme, 2 Şubat’ta “eh tamam 19 Ocak’tan itibaren dinlediğiniz kabul” diyordu!
Öyle ya Türkiye siyasal genel seçime gidiyordu. Böyle bir siyasi malzeme bir mahkeme kararla yok edilebilir miydi?
Odatv’yi, bizleri ve CHP’yi lekelemek için bundan iyi fırsat olabilir miydi?

İleri de belirteceğim ama yeri geldi söyleyeyim; İklim Bayraktar hakkında dinleme kararı ne zaman veriliyor.
Tacize uğradığını iddia ettiği günden bir gün sonra 27 Ocak 2011’de.
Halbuki Odatv’den Soner Yalçın, Barış Pehlivan, Barış Terkoğlu, Ayhan Bozkurt, Doğan Yurdakul, Mümtaz İdil, Duygu Yalçın, Sait Çakır, Deniz Hakyemez, Müesser Yıldız 19 Ocak 2011 tarihinde dinleme kararı var.
İklim Bayraktar yok. Ne zaman var, tacize uğradığını söylediğinde.
İyi de niye?

İklim Bayraktar’ı niye dinliyorlar; bu soru, tüm tezgahı ortaya çıkarıyor; Deniz Baykal’la Halktv meselesini konuşmamışız daha.
Ne olup olmayacağı belli değil.
Ayrıntıları sonra anlatacağım.
Ama soru burada önemli, neye dayanarak İklim Bayraktar’ın telefonları dinlemeye dahil edildi.
Öyle ya daha odatv basılıp bilgisayarlarda sözümona “varan2” “medya 2010” filan çıkmamıştı. Halktv meselesi yok.
Demek polisin öngörüsü bayağı iyi.
Geleceğim ayrıntılara, geleceğim…
Başta sorduğum soruyu unutmak istemiyorum: 50’yi aşkın polis 14 Şubat 2011 tarihinde evimi ve işyerimi bastığında elinde hangi deliller vardı?
2009-2011 yılları arasında telefon konuşmalarım, mesajlarım, maillerim, delil olabilir mi?

Odatv iddianamesinin 4.ve 5. Ek delil klasöründe konuştuğum telefonların, mesajların dökümü var.
Delil mahiyetinde ek klasörlere konulan bu kanıtlara tek tek baktım. İstatistik çıkardım.
5.delil klasöründe 05559887016 numaralı şirket içi kurumsal hattımdan yaptığım 68 görüşme var.
Bunların hemen hepsi odatv haberleriyle ilgili. Sadece 2 görüşme Yeni Mesaj internet sitesinden gazeteci Muharrem Bayraktar ve 1 görüşme ise Kemal Kılıçdaroğlu’nun özel kalem müdüresiyle.

Gelelim 17 yıl kullandığım 05422151415 nolu telefonumdaki belge niteliğinde kabul edilen konuşmalara:
4.ek delil klasöründe 286 telefon tapesi var.
Bu 286 telefonun 77’si gazetecilerle yaptığım meslek içi konuşmalar.

Kimler mi var bu delil içeren konuşmalar arasında: Oktay Ekşi, Ertuğrul Özkök, Uğur Dündar, Mehmet Ali Birand, Melih Aşık, Ahmet Hakan, Emre Kongar, Aslı Aydıntaşbaş, Sanem Altan, Ahu Özyurt, Yalçın Doğan, Utku Çakıröz, Şirin Payzın, Doğan Tılıç, Süleyman Sarılar, Tuğçe Tatari, Oray Eğin…

Bu 286 telefonun 48’i; Fazıl Say, Candan Erçetin, Bedri Baykam, Mustafa Sarıgül, Büyükelçi Murat Ersavcı, Prof. Dr. İzzetin Doğan, Abdullatif Şener, Genelkurmay Basın Müşaviri Metin Gürak Paşa gibi isimlerle yaptığım konuşmalar…
17 adet telefon Odatv çalışanlarıyla;
5 adet telefon yayınevim Doğan Kitap’la ilgili.
Gelelim Ergenekon kapsamında kabul edilerek ele alınan telefonlara: 2009-2011 yılları arasında
Yalçın Küçük ile 9
Ünal İnanç ile 9
Erhan Göksel ile 10
Adnan Akfırat ile 1 telefon görüşmesi var.Toplam 29 telefon görüşmesi.
Dikkat ediniz; bu kişilerden biri hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar var; diğer ikisi tahliye edilmiş, biri tutuksuz yargılanıyor.

Geriye kalan 110 adet telefon görüşmesinin konusu ne biliyor musunuz? HALK TV.
(Kemal Kılıçdaroğlu, Gürsel Tekin, Hurşit Güneş, Durdu Özpolat, Baki Özilhan, Yılmaz Ateş, Ali Kılıç, HALKTV için birlikte görüşmelere gittiğim gazeteci arkadaşlarım, Hakan Aygün, Murat Ongun, Şaban Sevinç.)
Ek klasörde bulunan bu telefon kayıtları aslında iki olguyu ortaya çıkarıyor:
1.OLGU: Yukarıda isimlerini saydığım gazeteciler, yazarlar, sanatçılar, akademisyenler, politikacılar bu büyük operasyonun potansiyel hedefleridir. Bu telefon görüşmelerinin büyük çoğunluğunun soruşturma konusuyla ilgisi yok.
2.OLGU: Operasyonun neden düzenlendiği gerçeğiydi: Toplam 286 telefon görüşmesinin neredeyse yarısını oluşturan 110 telefon HALK TV alma, yeni televizyon kanalı kurmayla ilgiliydi.
14 Şubat 211’de Operasyon televizyon kurmamın önüne geçmek için yapılmıştı…

SAYIN HEYET
Şimdi burada; 12 Mart 1971 faşizmi sorgusunun ürünü, hayali “Titrek Hamsi Örgütü” nün 2011 versiyonu olarak huzurunuzda bulunuyoruz. Ne acı ki, bu kötü mizahı yapmak zorunda kalıyoruz.
Körlük öyle bir noktaya gelir ki, gülünçleşir. Gülünçlük ise en bağışlanması zor kusurdur!
Bakınız iddianame nasıl mizah yapıyor: (s:39)
“Yalçın Küçük ve Soner Yalçın’ın aralarında hiyerarşik bir yapı olduğu; örgütün yönetici kadrosunda bulunan Yalçın Küçük’ün örgütünün amaç ve hedefleri doğrultusunda yayın yapmaları konusunda Soner Yalçın’ı yönlendirdiği, Soner Yalçın’ın da bu talimatlara göre hareket ettiği…” vs. İddianame böyle devam ediyor.
Dedim ya, körlük öyle bir noktaya gelir ki, gülünçleşir.
Öncelikle şunu söylemeliyim ki; Sayın Savcılar, insanın görüş/fikir belirtmesiyle bir işi yaptırması arasındaki farkı bilmezlikten geliyorlar.

Üzülerek söyleyebilirim ki, iddianame gösterdi ki, bilgi birikimleri, tecrübeleri; bu davanın çok altında kalmış olarak görülmektedir.
Gazeteciliğin emir-komutayla yapıldığını sanıyorlar.
Öyle görmek istiyorlar herhalde; bizi, bizim gibi gazetecileri bilmiyorlar, tanımıyorlar. Bizi; her türlü etik ilkeden yoksun, cemaat müridi yandaş gazetecilerle karıştırıyorlar.
Kimse bize emir, buyruk veremez. Bu kimsenin haddine değildir.
Odatv mesleki özgürlüğünü ve bağımsızlığını bugüne kadar lekesiz korudu; bugünden sonra da koruyacaktır.
Odatv; dürüstlüğün havarisidir; gerçeğin fanatiğidir.
Hangi mesleği yaparsa yapsın; insanın sözünde, yazısında, ölçü olur; ölçüsüzlük sığlıktır.
İddianame diyor ki:“Şüpheli Hüseyin Soner Yalçın her ne kadar ifadesinde, Yalçın Küçük ile görüşmediğini, samimiyetinin olmadığını, kendisine herhangi bir şekilde haber yaptırmadığını beyan etmişse de, Odatv’den ele geçirilen belgelere ve telefon görüşmelerine bakıldığında beyanların aksi bir durum sözkonusu olduğu, aralarında hiyerarşik bir ilişkinin olduğu…”
Peki savcılıkta verdiğim ifademde gerçekten böyle mi demişim: “Görüşmeyiz, samimiyetimiz yok” mu demişim.
Okuyalım:
“Yalçın Küçük’ü entelektüel bir aydın olarak tanırım; sık görüşmeyiz, çok sık telefonda da görüşmeyiz.”
İddianamede Bu tür çarpıtmalara niye ihtiyaç duyulmuştur; çaresizlikten mi?
Bırakınız mesleklerimizi: insan kendine ihanet eder mi; ne gerek var?
Neyse, yanlış anlamaktan kaynaklanmış diyelim yine.
Gelelim Yalçın Küçük’le telefon meselesine:
Söylediğim gibi 05422151415 nolu telefonumu 17 yıldır kullanıyorum. Bu telefonla yaptığım tüm görüşmeleri kabul ediyorum.
2008 yılından beri Yalçın Küçük’ü dinlediklerine göre son 3 yıldır ikimiz de dinleniyoruz.
Odatv iddianamesi ek delil klasöründe Yalçın Küçük’le kaç kez görüştüğümü söyledim: Toplam 9 kez.
3 yılda 9 telefon görüşmesi. Yılda 3 telefon görüşmesi.

Avukatım Feza Yalçın hesaplamış; itiraz dilekçesinde gördüm. Ortalama 7 bin 500 telefon görüşmesi yapıyorum.
3 yılda 22 bin 500 telefon görüşmesi eder. Yani, 22500 telefondan 9’unu Yalçın Küçük’le yapmışız!
Bu rakamları, hesaplamaları yapmamın nedeni hiç tahmin ettiğiniz değil.
Huzurunuzda Yalçın Küçük’ten özür dilemek için.

Evet, Sayın Hocam, sizi son yıllarda çok az aradığım için lütfen kusuruma bakmayınız.
Keşke 9 kez değil 999 kez arasaydım.
Telefon tapelerine bakınca çok utandım.
Örneğin son iki yılda telefon görüşmesini 17 Ocak 2010 ve 18 Ocak 2010’da yapmışız ve ben sizden kuzenime Londra’da iş bulmanız için yardım istemişim; yani işim düştüğü için aramışım.
Keza yine Odatv’ye röportaj vermeniz için telefon etmişim.
Yine işim düşmüş Odatv’ye dış haber konusunda yazı yazacak biri var mı diye aramışım.
Bir diğeri de Ankara’da Sevil Yurdakul’un cenazesine katıldıktan sonra anısına rakı içmek için lokantaya gittiğimizi söyleyip sizi davet etmişim.
Siz de beni Hürriyet’teki bir yazımı tebrik için, duruşmaya gittiğiniz Silivri Mahkemesi konusunda bilgi vermek için ve Vatan, Milliyet Gazetesinin Star TV’nin satılmak üzere olduğunu haber vermek için aramışsınız. (Bu arada bu üç medya organı da satıldı; öngörünüz için sizi tebrik ederim.)
Bir de cep telefonuna çok para yazıyor, “evdeyseniz evden ararım” sözlerim dinlemeye takılmış.
Tüm konuşmalarımız bu. Niye az aradım söyleyeyim:
Son yıllarda inzivaya çekildim; bir keşiş gibi münzevi bir hayat sürüyordum.
Kütüphanemden pek çıkmıyordum. Çünkü ağır kir konuda çalışıyordum.
Ama: söz eğer suçsa da şimdiden itiraf ediyorum; Hocam çıkınca sizi daha çok arayacağım.
Güzel bir restorana davet edip kendimi affettireceğim.
Bu arada söz telefonlardan açıldı ve ayrıntıya girdik bir çarpıtmadan daha bahsetmek istiyorum.
Ergenekon soruşturmasını yürütenler. Bu kasten bilgi çarptırılması alışkanlık haline geldi herhalde.
Mustafa Balbay’ın ek klasörlerinde de Cumhuriyet Gazetesi Ankara bürosu santralinden yapılan tüm telefon görüşmelerini Mustafa Balbay yapmış gibi göstermişlerdi. ODATV.COM
20
Aynısı benim başıma da geldi: 2.delil klasöründe benimle ilgili telefon irtibat şeması çizmişler. Hiç tanışmadığım, tanımadığım Levent Semiz, Sevgi Erenol, Sinan Aygün, Tuğrul Derme, Ufuk Büyükçelebi, Aydın Gergin, Ayşe Yüksel, Bekir Öztürk şemada gösteriliyordu.

Bu şemaya göre;
Yalçın Küçük’le de 118 kez görüşmüştüm!
Evet tahmin ettiğiniz gibi 8 yıldır, 5 N 1 K, Oradaydım, gibi haber programları, onlarca belgesel, diziler ve Odatv’yi yapan Project adlı şirketimin tüm telefon numaraları bana ait gösterilmiştir.
Öyle ya şirket benim ya, telefonları ben etmiştim!
İyi de hiç değil.
2008 Ekimine kadar Cüneyt Özdemir’le ortaklık, yarısını ona yazsaydınız!
Demek ki neymiş Hürriyet santralindeki telefonların tamamı Aydın Doğan, NTV santralindeki telefonları Ferit Şahenk; Sabah-ATV santralindeki görüşmeleri Ahmet Çalık yapıyor.
Aklımızla alay mı ediyorsunuz?
Kim nereden öğrendi bu kaba kurnazlıkları?

Öyle ya, ne yapacaksınız değil mi?
Yasadışı silahlı örgüt olmak için ne gerekiyor:
1- Kod adı olması lazım: Yok
2- Kimliğini gizleyerek sahte kimlik olması lazım: Yok
3- Örgütsel faaliyette bulunduğunun ispatlanması lazım: Yok
4- Örgüte eleman kazandırması gerekir: Yok
5- Örgüte özgeçmişi vermesi gerekir: Yok
6- Molotof, bomba, silah: Yok
7- Eylemlere katılma: Yok
Yok… Yok… Yok…
Ne var:
4 yıldan fazla sürdürülen soruşturma evresi içinde sözde Ergenekon Terör Örgütüyle irtibatım olmadığı için, sadece yapılan telefon görüşmeleriyle bu irtibat kurulmaya çalışılmaktadır. Bu da üç kişidir.
A) Rahmetli Erhan Göksel (Kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiş)
B) Ünal İnanç (tutuksuz)
C) Yalçın Küçük (tutuksuz)
ODATV.COM
21
Hepsiyle telefon irtibatı…
İyi de bu şekilde Türkiye’de herkes mutlaka bir Ergenekon sanığıyla telefon da konuşmuştur.
Konuşmak da yeterli değil aslında.
8 yıldır Project’te çalışan yüzü aşkın gazetecinin kullandığı telefon fihristlerin hepsine el konularak hepsi bana ait gösterilmiştir.

Fihristlerdeki el yazılarının birbirinden farklı oluşu bile kaç kişi tarafından kullanıldığını göstermektedir.
Ama fihriste hangi Ergenekon sanığı varsa benimle irtibatlı gösterilmiştir.
Delil yaratmak için ellerinden geleni yapmıştır; tabi bunlar delil ise…
Ne yazık ki ülkemizde dürüstlüğe duyulan ihtiyaç tarihimizin hiçbir döneminde şimdiki kadar önem taşımadı.
Polis, savcı, hakimin, dürüst, nesnel ve tarafsız olması esastır.
Siyasetin cemaatin gölgesine sığınan adalet nesnelliğini yitirir; tarafsızlığını kaybeder; sahibinin sesi olur.
Maalesef adalet kurumu had safhada siyasallaştı.
Adalet Bakanlığı Cezalandırma Bakanlığına dönüştü.
Tarafsız adalet tanrıçasının bile gözündeki bağı açıldı!
Her türlü kabalık karşısında hala dehşete düşen biri olarak şunu söylemeliyim: Bu kin ve nefretin devlet görevlilerini esir alması bu topraklara yapılacak en büyük kötülüktür.
Savcılık ifadesinde diyorum ki; “Yalçın Küçük’le 4 yılda 2 kez cenazede görüştüm!”
İddianame diyor ki “görüşmediğini söyledi!” Sonra da ekliyor, 2’den fazla görüşme var. “Çünkü” diyor, “Odatv’de Soner Yalçın’ın çalışma masasındaki ajanda da “Yalçın Küçük Pazar günü randevu’ yazısı var”.
Tarih falan yok.

Sadece tek not var.
Görüşülüp görüşülmediği konusunda bilgi yok; ajanda da yazıyormuş işte.
Sonra, Yalçın Küçük’le yaptığımız telefon görüşmesinde bir lokantada buluştuğumuzu ortaya çıkarmışlar.
İyi de o lokantaya Sevil Yurdakul’un cenazesinden sonra gittik; anısına birer duble rakı içtik.
Cenazedeki görüşmenin ayrıntısını savcı sorsa anlatırdım.
İddianame atlamış ben söyleyeyim; Yalçın Küçük’le ayrıca 24 Haziran 2009’da Odatv’de görüşmüşüz; ziyaretime gelmiş, yanılmıyorsam kitabını getirmişti.
Neyse özür dilerim; 2 kez değil 3 kez görüşmüşüm.

Keşke kimle, ne zaman, nerede, kaç kez görüştüğümü bir yere not etseydim; ya da hafızam daha iyi olsaydı.
Ne şimdi bu? 3 yılda 9 telefon 3 yüz yüze görüşme bizi örgüt mü yapıyor? Bunları mı konuşmalıyız; bu zorlamalar meseleyi açıklamıyor mu zaten.
İddianameye delil olarak iki adet de video koyulmuş:

Birinde: 19 Eylül 2010’da Yalçın Küçük Ulusal Kanal’da Halil Nebiler’e diyor ki, “Şimdi biz Soner’le çok iyi arkadaşız. Arkadaş olduğumuz için işbirliği yaptık.”
Diğer görüntü ise 14 Ocak 2011’de TRT Haber’de “Büyük Takip” programında yayınlanan kaset. Bu kasette, Yalçın Küçük 11 Aralık 2010’da İzmit’te halka açık bir salon toplatısında, “Soner’e diğerlerine, Yalçın’a not geçtim-Üstünü kapatıyorum, etrafınıza bakın. Yalçın Hoca bize dedi ki, İsrail Türkiye İsrail’de olduğundan daha güçlüdür” sözü var.
2010 yılının sonu… Düğmeye basılmış görünüyor. Ve…
Bu iki video iddianamede delil olarak gösteriliyor.
Ne diyorlar Ergenekon için; “Asrın Örgütü!”
Yani bu sözde örgütün sözde lideri, örgüt sırlarını televizyon canlı yayınlarında, panellerde mi açık açık dile getiriyor?
Hakikatleri başka kalıplara sokarak tanınmaz hale getiremezsiniz; adalet böyle sağlanmaz.
Ben zekayı severim, sığ bir kurnazlığı değil. Zorluyorlar ve doğal olarak bu çok belli oluyor. Yalçın Küçük ile de düşünsel yoldaşlık yapmaktan gurur duyarım; bunu da nereye yazacaksınız büyük puntolarla yazın.
8 yıl önce “Beyaz Türklerin Büyük Sırrı” kitabımı çalışırken karşılıklı görüş alışverişinde bulunduk.
Ama son 4 yıldır pek görüşemedik; görüşseydik söylerdim, niye saklayayım, suç mu?

Bakınız örgüt olsaydık, bunun da sorumluluğunu alır yine söylerdim; beni/bizi devletin karanlık-izbe yerlerinde tezgahlar kuran, adi bir hilekarlıkla bilgisayarlarımıza virüs koyanlarla karıştırmayınız.
Benim için en yüce değer hakikattir.
Gizlimiz saklımız yok.

Yalçın Küçük ile her konuda aynı görüşte değiliz.
Örneğin iddianameye göre Yalçın Küçük, Ergenekon’un bazı tutuklularının milletvekili yapılması yönünde konuşmalar yapmıştır; Odatv’ye demeç de vermiştir.
Ancak Odatv’de bu görüşün tam aksi yazılar çıkmıştır.
Dosyanın içinde mevcut delillere rağmen, Savcı bu konuda birlikte hareket ettiğimizi iddia ediyor; hayır Odatv’de aksi görüşler çıkmıştır.

Örneğin;
25 Ocak 2010’da Ayhan Bozkurt (ki kendisi Odatv editörüdür, kurumsal bir görevi vardır) Silivri tutuklularının milletvekili adayı yapılmasına karşı çıktığını yazmıştır.
Keza 26.01.2011 ( 8.ek klasör) Barış Pehlivan ile yaptığım telefon konuşması var. Tavrımız nettir.
Odatv Türkiye medyasının konuştuğu bu gündem konusunda diğer basın kadar haber yapmıştır.
Zaten çok da fazla haber yapmadığı için olsa gerek, iddianameye delil olarak konulan bazı haberler biz tutuklandıktan sonra yapılmış haberlerdir.
Bu haberlerde,
19 Nisan 2011’de M. Balbay’ın resmen aday olması,
Güngör Mengi’nin 13 Nisan 2011 Vatan Gazetesindeki köşesine yazdığı “milletvekili olsalar bile yargılanacaklar” makalesi,
17 Nisan 2011 İlhan Cihaner’in ilk seçim açıklaması var. Vs.
Bunlar niye suç ise ? Ve niye biz tutuklandıktan sonraki haberler ek klasörlere konuyor? Bıraktık artık lehte delil toplanmasını, delil üretiliyor…
Bir de, Odatv genel yayın yönetmeni Barış Pehlivan ve Odatv haber müdürü Barış Terkoğlu ile yaptığım telefon görüşmeleri “örgüt kapsamında” değerlendirilmiştir. (Klasör 7 ve 8)
Ne diyorum bu telefonlarda, “arkadaşlar çok Ergenekon haberi yapıyoruz, yapmayın.”
Evet bunu diyorum. Peki bunu niye diyorum.
Çünkü haberde bir eşik sorunu vardır.

Bir konuyu çok haberleştirirseniz okuyucunun ilgisi azalır; bıkar.
Ben dergide de, gazetelerde de, televizyon haber ve programlarında da yöneticilik yaptım.
Türkiye’nin bu konuda en deneyimli bir-iki habercisinden biriyim.
Odatv bir gazetecilik okuludur, çalışanları aynı zamanda benim öğrencilerimdir. Onlara “haberde eşik”in ne olduğunu anlatıyorum.

Yoksa tabi ki Ergenekon’u ya da başka bir konuyu haber yapacaklar; yaptık da.
Odatv’de biz her konuda haber yaptık.
Ve bilinmelidir ki, bu da bir gazetecilik dersidir.
Biz doğruluğuna inandığımız her konuyu haber yaptık.

Gerçek gazeteci, yanlışları gördüğünde bunu yalnızca doğruyu istemek için yapar. Başka bir niyeti olamaz.
Biz odatv olarak kimsenin hizmetinde değiliz; ne sözde Ergenekon Terör Örgütü’nün ne de Yalçın Küçük’ün. Biz gazeteciyiz…
Evettttt…
Sorumu unutturmamam lazım:
14 Şubat 2011 tarihinde 50’i aşkın polisle evime ve işyerime operasyon düzenlediğinde polis, savcı ve mahkemenin elinde hakkımda hangi deliller vardı?
Telefon görüşmelerim, maillerim, mesajlarımın içinde bir tek suç delili yok… Evime, işyerime sabaha karşı baskın yapıldığında, telefon kayıtlarından başka, bir de Odatv’de bazı haberler delil kapsamında değerlendirildi.
21’inci yüzyıl Türkiye’sinde hala haberler, yorumlar, terör örgütü faaliyeti olarak gösteriliyor.
Haberin doğruluğu, yanlışlığı tartışılmıyor iddianame; “Yalan haberler yaptılar, işte delilleri” dese bunu bile anlayabiliriz.
Ama iddianame için doğruluğun yanlışlığın önemi yoktu; bizzat haberin yapılması suç kapsamına sokuldu.

SAYIN HEYET
“Paçayı kurtarmak” isteyen biri olarak karşınızda değilim.
Burada basın özgürlüğünü savunan bir gazeteci olarak bulunuyorum.
Ve burada dikkat ederseniz basın özgürlüğünü güvence altına alan Anayasanın 17, 25, 26, 38, Avrupa İnsak Hakları Sözleşmesinin 5. 9’unca maddelerinden daha bahsetmedim.
1876 Osmanlı Kanuni Esasiyenin basına özgürlük getiren 12’inci maddesine bile değinmedim.
Çünkü bunlara değinecek kadar ortada bir iddia yoktur.
Gazeteci görevini yaparken, haberini yaparken bir tek ilkesi vardır; haberin doğru olması.
Bunun dışında kimseye hesap vermez, mahkemeler dahil.
Biz yalan haber yaptığımız için burada değiliz.
Haberin hangi nedenler-amaçla yapıldığı ne mesajlar verilmek istendiği gibi Sayın Savcı beylerin soyut sezgiye dayalı afaki yorumları nedeniyle sanık sandalyesinde oturuyoruz.
Bakınız bu davanın tek şahidi olan haberimizi size tek tek içerikleriyle anlatayım:
Hangi haberlerin hangi suç kapsamına alındığına sizler de çok şaşıracaksınız.
Odatv iddianamesindeki “darbe zemini oluşturmak amaçlı yapılan haberler” (17 nolu ek klasör) klasöründe yer alan haberler soruşturmanın nasıl yapıldığının ipuçlarını veriyor.

İddianamede verilen haber başlıklarının içeriğini öğrenince şaşırıp kalıyorsunuz.
Örneğin, haberin başlığı “Başbuğ’a sorduk ‘Genç Subaylar Rahatsız mı’ diye sorduk.”
Haberin içeriğine baktığınızda; Başbuğ’a basın toplantısında bir gazetecinin soruduğu sorunun, Milliyet, Yeni Şafak, Cumhuriyet, Hürriyet, Akşam ve Habertürk’te nasıl farklı yazıldığını anlatıyor!
Yani haber aslında bir gazetecilik-habercilik eleştirisi!

Delil klasöründen bir diğer haber:
Haberin başlığı: “Artık Darbe Olmaz Diyorsanız Neden Kaygılısınız ?
Haberin içeriği Radikal gazetesi yazarı Mehmet Ali Kışlalı’nın makalesi. Yani Odatv yazıyı olduğu gibi kaynak vererek alıntılamıştı.

Sadece Mehmet Ali Kışlalı değil…
Bakın basının hangi yazarlarının makaleleri Odatv’de alıntılandığı için, yazıların içeriğine bakılmadan sadece başlıkları nedeniyle suç delili olarak ek klasörlere konulmuştur:

“İktidar Emrindeki Askerlerle Kavga Ediyor”/Melih Aşık, Milliyet.
“MGK’da çok oluyor diyecekler mi?”/Mehmet Tezkan, Milliyet
“Psikolojik Savaşa Karşı Cesur Bir Ses”/Yalçın Bayer, Hürriyet.
“Allah Aşkına Durdurun Bu saldırıları”/Can Ataklı, Vatan.
“Askere Dokunan Hukuk Siyasetçiye Neden Dokunmuyor”/ Güneri Civaoğlu, Milliyet.
“Askere Şirin Görünme Çabası Mı?” Can Ataklı, Vatan.
Mehmet Ali Güller, Kürşat Bumin, Bülent Serim, A.Metin Akpınar, Orhan Gökdemir, Ali Rıza Aydın gibi yazarların kimi alıntı yapılmış makaleleri de suç kanıt dosyasında.
Şaka gibi ama gerçek.
Yüksek Askeri Şura Kararları bile “delil” olarak gösterilmişti.
“Tam Gün Yasası eleştirisi” bile delil olmuştu iddianamede.
İddianamede sık sık altı çizilen “Süreci Analiz Edemediniz” adlı dönemin Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’a hitap eden yazıyı, Savcı beyler çok önemsemişti. En önemli belgeleriydi, sık sık vurguluyorlar bu yazıyı…
Peki yazıda ne diyorum: bir bölümünü okuyorum:
“Paşam!
Peki, ne yapmalıdır?
Ne darbe yapınız ne istifa ediniz.
Ne tankları harekete geçiriniz, ne de uçakları uçurunuz.
Dişe diş savaşınız Paşam!
Onlar psikolojik harp yapıyorsa siz de onların bu oyunlarını tek tek ortaya çıkarınız”
Bu yazı “darbe yapılmasını istiyor” muş!
ODATV.COM
27
Üstelik bu yazı; Genel Kurmay Başkanı Orgeneral Başbuğ’un “İrtica ile Eylem Planı” adlı (hala ne olduğu bilinmeyen” bir belge’nin kağıt parçası olduğunu basın toplantısıyla, sert açıklama yaptığı gün yazılmıştı.
Bu yazı mı şimdi darbe istiyor? Yoksa “aman ne olur kışladan çıkmayınız mı” diyor.
Dedim ya; aklımızla mı alay ediliyor:..
Yandaş medya, Odatv’yi “ulusalcı” diye tanımlasa da, iddianameye göre Odatv “Öcalancı” (!)
İddianame, iddiasını belgelendirmek için, “Ergenekon Kontrolündeki PKK Terör Örgütüne Destek Amaçlı Yapılan Haberler” dosyası hazırlayıp ek klasöre koydu.
Gelin Odatv’nin “destek amaçlı” haberlerinin ne olduğuna bakalım.
Bu haberleri kimin yaptığını görelim.
“Öcalan İktidarı Yönetiyor”: Orhan Bursalı/Cumhuriyet
“AKP Öcalan’ın Bu Şartlarını Yerine Getirebilir mi”.Serdar Akinan/Akşam
“Öcalan’dan Özür Dile Başbakan”: Özdemir İnce/Hürriyet
“Son Şiddetin Tek Galibi Öcalan”:Kadri Gürsel/Milliyet
“Öcalan Erdoğan’ı nasıl zorluyor”: Fikret Bila/Milliyet
“Bunun Adı Federasyondur”:Fikret Bila/Milliyet
“Açılım Öcalanlı mı Öcalansız mı Devam Edecek” Fikret Bila/Milliyet
“Öcalan Kitap Çıkarıyor” Mehmet Faraç/Cumhuriyet
“Öcalan Neden Cioron ve Karatoni Okuyor”: Bejan Matur/Zaman
“Öcalan’ın İmralı’da Yalnız Kalması’nın Perde Arkası”:Yalçın Doğan/Hürriyet
“Öcalan Yola Devam mı Dedi”: Ruşen Çakır/Vatan
“Öcalan Roussef’e Benziyor mu”: Afet Ilgaz/Yeniçağ
“Generalini Teslim Eden Erini Koruyamaz”: Mehmet Ali Güller/Aydınlık
“KCK operasyonlarında cemat parmağı var mı”: Özlem Akarsu Çelik/Akşam
“Öcalan Hükümete Süre Verdi”: Özlem Akarsu Çelik/Akşam (Öcalan’la İmralı’da yapılan ilk röportaj)
“Altı Gün Sonra İnsiyatif Apo’ya Geçiyor”: Cüneyt Ülsever/Hürriyet
Odatv bu yazarların köşelerini siteye olduğu gibi taşımış ve sadece manşet başlıklarını değiştirmişti.
Polis-Savcı haberin içeriğini okumadan sırf başlıkta “Öcalan” geçiyor diye alıp iddinameye koymuştu.

Sadece köşe yazarları değil, bakın başka neler delil klasörüne girmişti:
Haber Türk gazetesinin Öcalan’ın eşi Kesire Öcalan’la ilgili bir haberi “İlk kez” diye verilince, Gazeteci Hakan Aygün’ün 20 yıl önce Öcalan’la yaptığı röportajın yayınlanması: 20 yıl sonra suç delili oluvermişti! Peki suçsa Habertürk’e dava açıldı mı? Ya da 20 yıl önce dava açılmış mı, hayır!
Devam edelim:
Cumhuriyet gazetesinin, “Başbakan bu sefer bir bloğu hedef aldı” haberi…
CHP Adana Milletvekili Tacidar Seyhan’ın “Öcalan’la artık siyasiler görüşüyor” açıklaması… (Görüşükleri ortaya çıktı. Oslo MİT-PKK görüşmesi)
Öcalan‘ın Aysel Tuğluk aracılığıyla Cemil İpekçi’nin Mardin’de düzenlediğini defile hakkında ne düşündüğü haberi.
Dönemin Fazilet Partisi milletvekili Prof. Dr. Mehmet Bekaroğlu’nun Yeni Harman’a verdiği “Öcalan Muhatap Alınabilir” demeci.
İngiliz Muhafazar Parti Milletvekili Andrew Pelling tarafından kendi İngiliz hükümetine verdiği “Öcalan serbest bırakılsın” haberi. Ki İngiliz basınından tercüme edilmiştir bu haber.
AKP Kars Milletvekili Mahmut Esat Güven’in Hürriyet Gazetesine verdiği röportajda “Öcalan ev arkadaşımdı” haberi.
Benim Hürriyet’e yazdığım “Osmanlı’nın Öcalan’ı Makedon Yane Sandakski” adlı Pazar yazısı.
Cumhuriyet Gazetesinin Strateji ekinde yer alan “Öcalan Tasfiye Ediliyor” başlıklı emekli subay Erdal Sarızeybek imzalı yazı.
Saygı Öztürk’ün çıkardığı “Apo Olayının Perde Arkası” kitabının tanıtımı.
CHP Milletvekili Hurşit Güneş’in Cumhuriyet’e verdiği “Kürt sorunu ayrışmaya gidiyor” başlıklı röportaj.
CHP Milletvekili Oğuz Oyan’ın “Federal Türkiye Cumhuriyeti” makalesi
Öcalan’ı sorgulaıklarını, yargıladıklarını Ergenekon duruşmalarında söyleyen H.Atilla Uğur ve Engin Alan’ın haberi.
Barry Rubin’in, Dr.Jonathan Spryer ile yaptığı Kuzey Irak izlenimlerine ait röportajı.
Israilli gazeteci İtai Anghel’in Murat Karayılan ile yapıp İsrail Kanal 2’de yayınlanan röportajı.

Hasan Cemal yapınca suç değil. Karayılan Taraf’ta bir sayfa mektup yayınlayınca suç değil.
Odatv yapınca suç öyle mi?
Bu mu hukuk?

Fıratnews gibi ajanslarla ilişki içinde gösteriliyoruz.
“Hatip Dicle Milletvekili olacak mı” haberi.
Ayrıca Öcalan’ın avukatlarının açıklamaları,

Fırat Haber Ajansı’nın bazı haberleri.
1 Mart 2010’da “Teşkilatın Kalemşörü” diye hakkımda rezil yazılar yazdılar, bunlarla mı ilişki içindeyiz.
Hiç araştırmadan, hiçbir değerlendirme yapılmadan, kafada sorular olmadan iddianame yazılabilir mi?
25 yıllık gazetecilik hayatımda 2000’e Doğru dergisinde çalıştığım gibi Star’da, Show Tv’de, Sabah’da,

CNNTürk, Hürriyet’de çalıştım.
Sayın Savcılar 2000’e Doğru dergisindeki bazı PKK haberlerini ek klasöre koymuş:
Niye?
Haberin imzası var mı?
Sabah ya da Hürriyet haberlerini de koysaymış.
Kim bilir.

Benim bu konuda ne düşüncem olduğunu ortaya koymak istiyorsa 11 kitabım var, ne düşündüğüm belli, böyle bir iddianameyi nasıl ciddiye alacağız!
Odatv iddianamesinin delil klasörlerinden okuyanları şaşırtacak hayli ilginç “deliller” var.
“Halkı Kin ve Düşmanlığa Tahrik Etmek Amaçlı Yapılan Haberler!” Sıralanmıştır. (17. Ek klasör ve 6.ekler)
“Halkı kin ve düşmanlığa tahrik eden” haberler arasında Odatv.com’un diğer gazetelerden aldığı haberler de var.
Türkiye İstatistik Kurumu verileri,
Değiştirilmek istenen silah yasasını eleştiren yorumlar,
Odatv’nin mizahçısı Çelebi Efendi’nin esprileri var.

Bakın daha neler var:
-Ertuğrul Özkök’ün Ergenekon-Balyoz intiharlarını “Yeter Artık Yahu” diye ele alan yazısı var.
-Yılmaz Özdil’in “Rüyamda şampuan görmek caiz mi” yazısı var.
-İranlı Heykel traş Ruhi Tuna’nın İran ile Türkiye’yi karşılaştıran mektubu var.
-Türkan Saylan’ın demeci var.
-Tuncay Özkan’ın 2.Ergenekon davası’nın 61. Celsesindeki sözleri var. İddianameyi yazınca alkış, sanık savunmasını koyunca suç?
-Nihat Genç’in “iç savaşı, ayrılığı konuşmak bile tehlikelidir” diye yazısı var. Bu nasıl suç olur? Açıp bir okusaydınız.(Ama mesele bu değil)

-Şair Yılmaz Odabaşı’nın türban konusunda röportajı var. Türbana destek çıkıyor.
-Öcalan’ın avukatlarının ANF’ye yaptığı açıklama var.
-Çok şaşıracaksınız ama “Devrimden sonra” adlı Türk Filminin Fragmanı var. Bu film sinemalarda vizyona girdi. Türkiye’de ilk kez bir film fragmanı suç dedili oluyor! Bunu da başarmış savcılar, bravo.
-Mısır’daki gelişmeleri/göstericileri ele alan haberler var.
-Yazar Ayten Aygen’in “Devrimin Üç Kadını “ adlı kitabının tanıtımı var.
-1 Mayıs 1977 olaylarının görüntüsü var.
-Osmanlı’nın ilk anayasasını hazırlayan devrimci Regas’ın hayatını elena lan benim Hürriyet yazım var.
-Referandum da devrimcilerin “hayır oyu vereceği haberi var.
Yani…
Görünen şu ki; iddianame hazırlanırken, “türban” “devrim” gibi sözcükleri arama butonundan aratarak, çıkan haberler delil klasörüne konmuş…İçeriğinin ne olduğuna bakılmamış bile.
“Halkı Kin ve Düşmanlığa Tahrik Etme Amaçlı yapılan Haberler” delil diye gösterilen bir haber iddianamenin acıklı yüzünü ortaya çıkarıyor.
Şöyle:
Birgün Gazetesi yazarı L. Doğan Tılıç’ın “Sınf Savaşlarına Geri Dönüş” başlıklı makalesini alıntılamışsınız.
Odatv, bu makaleyi 28.04.2009 tarihinde şu başlıkla vermişti:
“Sağcı Daily Telegraph: Eyvah Sınıf Savaşlarına Dönüyor”
Solcu Guardian: Yaşasın Sınıf Siyasetine Geri Dünüş Başladı” Yani İngiltere’deki bir tartışmayı L. Doğan Tılıç köşesinde yazmış Odatv’de oradan almıştı.

Açıklı olan şu:
70 yıl önce
Şiir kitabının adını “Sınıf” koyduğu için Rıfat Ilgaz mesleğinden edilmiş, cezaevine atılmıştı.
Suçu “Sınıf” diyerek, “sosyal bir sınıfın diğer sosyal bir sınıfın üntünde tahakküm kurmasını istemekti”! Meşhur TCK 141-142 .
70 yıl sonra…
Odatv’de sırf haber başlığından “sınıf” sözcüğü geçen bir haber delil olarak ek klasöre konulmuştu!
Yazık. Söyleyecek söz bulamıyorum.
En acıklısı, Şehit haberi yaptığımız için suçlanıyor olmaktır.
Bu ayıptır, bu hatanızı yüzünüze vurmak istemiyorum.
Şehit haberi yapmakla grur duyuyorum, şehilerimizin haberini yaptık, istediğiniz cezayı kesebilirsiniz. Eğer suçsa bunu kabul ediyorum.
Ayıp
Son örnekle toparlayayım:
Odatv bakın ne suç daha işlemiş:
(İddianame s:22 )”AKP’ye yönelik dezenformasyon faaliyetlerine devam ettiği ve bu kapsamda AKP’yi yıpratmaya yönelik yayınlar yapmayı planladığı ve bu planları uygulamaya koyduğu tespit edilmiştir.”
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu partisinin 1 Kasım 2011 tarihli grup toplantısında unutturulmak istenen Kayseri Büyükşehir Belediyesi yolsuzluğunu yine gündeme getirdi.
“Rüşvetin belgesi” olan defteri bir mektupla Başbakan Erdoğan’a göndermişti; akıbetini sordu.
Başbakan Erdoğan ve AKP kurmaylarıyla Kayseri Belediye Başkanı’ndan sert bir yanıt aldı. Tartışma sürüyor.
CHP Lideri Kılıçdaroğlu iyi niyetle konunun adalete intikal etmesini bekliyordu.
Oysa….
Adaletin AKP belediyerininin yolsuzluklarıyla ilgili tavrı çok açık! Savcıların bu konuya nasıl baktıkları Odatv iddianamesi ve ek klasörlerde gözler önüne seriliyor. ODATV.COM
32
Savcı Odatv iddianamesinde diyor ki (sayfa: 62); “Odatv AKP ayelhine kara propaganda’’ yapmıştır. “Bu iddiaların delillerini de ek klasöre koyuyor.
İste o “kara propaganda” haberi:
Ek klasör 42 : Ankara Büyükşehir Belediyesi’ndeki skandalın kodları
Ek klasör 41 : Kamuoyu Kayseri yolsuzluğuna neden ilgisiz (16.12.2010)
Ek klasör 15: Yolsuzluk dosyasını açanı dövüyorlar (16:12:2010)
Ek klasör 42: Dosyayı kapatmak için o parayı kim verdi(19:12: 2010)
Ek klasör 15: Bir Ali bido skandalı daha (11/8/2010)
Ek klasör 42: Elazığ Belediyesi de yolsuzluktan sanık (09/11.2010)
Ek klasör 41: Yolsuzluğu anlatan AKP’li üye dayak yemiş (12/01/2011)
Liste uzayıp gidiyor….
Savcı haberin doğruluğu veya yanlışlığına ilişkin hiçbir tespitte bulunmuyor. Sadece bu haberin yapılmasını suç kapsamında değerlendiriyor.
Kemal Kılıçdaroğlu istediği kadar yolsuzlukları ortaya çıkarmak için çaba sarf etsin.
İşte adaletin bu yolsuzluklara nasıl baktığı tüm kanıtlarıyla ortadadır.
SAYIN BAŞKAN
SAYIN ÜYELER
50’yi aşkın polis 14 Şubat 2011 günü sabahın erken saatinde evimi işyerimi bastığında elinde işte bu deliller vardı.
Türkiye’nin amiral gemisi adı verilen Hürriyet gazetesinin yazarı, Odatv’nin sahibi 25 yıllık bir gazetecinin evini-işyerini basıyorsunuz.
Türkiye’nin tanınmış; 11 kitap yazmış, tv’lerde programlar belgeseller yapmış bir yazarının evini basıyorsunuz.
Bunun medyada, siyasette, dış politikada çok tartışılacağını biliyor olmalısınız. Bunları kendimi önemsemek için söylemiyorum, bir olguya dikkat çekmek istiyorum.

Bu delillerle mi basıyorsunuz evimi ve işyerimi?
Hayır! Bu delillerle evimi ve işyerimi basmıyorlar.
Ev ve işyerimi basanlar bir şeyden çok eminler.
Şimdi emin oldukları deliller meselesine geleceğim.

Ama önce, İstanbul Organize Suçlarla mücadele Şube Müdürü Nazmi Ardıç’ın arama ve el koyma kararı vermesini talep eden 12 Şubat 2011 tarihli yazısına bakalım:
Diyor ki müdür bey:
“Soner Yalçın, Ergenekon terör örgününü nihai hedeflerinden olan ülkede darbe zemini oluşturma faaliyetleri kapsamında yayınlar yaptığı; yapılan yayınlarda ülkede iç savaş ve kaos ortamı oluştuğu izlenimi oluşturan sansasyon haberler yapıldığı, yine bu kapsamda Hüseyin Soner Yalçın’ın irtibatlı olduğu bazı medya mensuplarına da bu doğrultuda haberler yaptırdığı;

Halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmek faaliyetleri kapsamında yayınlar yaptıkları, bu yayınlarda PKK terör örgütü ele başısı Abdullah Öcalan’ın son günlerde Mısır’da yaşanan olaylarla ilgili “Diyarbakır’daki Kürtlerin Mısır halkı gibi ayaklanması” yönündeki açıklamaları haber yaptıkları;
Ergenekon kontrolündeki PKK terör örgütüne destek amaçlı yayınlar yaptıkları, PKK terör örgütü elebaşısı Abdullah Öcalan’ın açıklamalarını ve bu kişi ile ilgili haberleri, sanki eli kanlı bir terör örgütü elebaşısı değil de, bir sivil toplum örgütü lideriymiş gibi lanse eden haberler yaptıkları…

Emniyet Müdürü Ardıç’ın “haber yaptıkları” vurgusuna dikkat çekerim.
Haberden bahsediyoruz.
Yalan bile diyemiyor, “haber yaptıkları”.
Bu haberlerin kimler tarafından yazıldığını size tek tek söyledim. Köşe yazarlarının isimlerini verdim…
Ve bu haberleri basında kim yapmadı ki?
“Ve aleykümselam” diye Taraf Gazetesi Öcalan’ın gönderdiği selama yanıt bile verdi, manşetinden.
Öcalan’la röportajlar yapıldı;
Karayılan’ın mektubu tam sayfa yayınlandı Taraf’ta.
Piyasada kitapları satılıyor.
Oslo’daki PKK-MİT görüşmesine hiç değinmeyeyim.
Emniyet müdürü Türkiye’de yaşamıyor galiba!
Ayrıca bunların hepsi haberdir; hiçbiri yalanlanmamıştır.
Bizim için ölçü budur. Gazeteciliği ayaklar altına aldırmayız.
ODATV.COM
34
Emniyetin arama-el koyma talebinde iki madde daha var:
Biri: Ergenekon terör örgütünün hedeflerinden olan siyaset dünyasına yön verme faaliyetleri kapsamında örgütün kontrolüne girmeyen siyasileri yıpratmak, örgütün kontrolü altındaki siyasileri desteklemek amacıyla faaliyetler gerçekleştirmek…
Desteklenen siyasetçiler meselesine geleceğim de, “yıpratılan siyasiler” kim onu anlamadım. Emniyet müdürü yıpratılan siyasiler diye kimi/kimleri kastediyor.
Deniz Baykal olabilir mi:
Ama 26 Ocak 2011’de İklim Bayraktar’ın iddiasıyla ilgili hiç haber yapmamışız.
Hatta unutup gitmişiz.
Bu mesele biz tutuklanınca telefon görüşmesi medyaya sızdırılınca gündeme geldi;
Deniz Baykal o zaman yıpratıldı.
Ve yine virüslü tertip belgeleri var ya o, “ikna için Varan-2” lafı. Daha ortada yok.
Evimiz, işyerimiz basılmamış, o sözde belgeler bulunmamış; o halde Emniyet müdürü “siyasilerin yıpratılması” deyince ne söylemek istiyor ?
Emniyet müdürü herhalde gelecekten haber veriyor.
Ya da gelecekte neler olacağını biliyor.
Emniyet Müdürü Ardıç, bu sezgisinin kaynağı ne acaba?
Emniyet içinde yuvalanmış iftiralar atölyesinde çalışanları tanıyor olabilir mi?
Devam edelim:
Bir de Emniyet Müdürü Ardıç’ın “Siyaset dünyasına yön verme” iddiası var:
17 Haziran 2009 tarihli telefon görüşmem “belge” diye konulmuştu:
X şahısla görüşüyorum: “Şu genel başkanlığı alsana, bırak şu akademisyenliği” diyorum.

Polis, savcı sanıyorlar ki mesele CHP ile ilgili.
Hayır burada konuştuğum şahıs Bir Gün gazetesi yazarı Doç. Dr. Doğan Tılıç ve aynı zamanda benim gazetecilikteki ilk ustam, öğretmenim.
Konu: CHP değil ÖDP. Ufuk Uras’ın istifasını konuşuyoruz. Suç mu?
Yine delil diye gösterilen:
22 Mayıs 2009’da “Erol” diye bahsedilen kişi Erol Aydın, askerlik arkadaşım.
DSP’liydi, CHP’ye geçip geçmemesini konuşuyoruz. Sıradan bir üyelik. Bu mu siyasete müdahale!
Son örnek ise 20 Ocak 2011 gazeteci meslektaşım Aslı Aydıntaşbaş’la yaptığım telefon görüşmesi:
Polis ve savcı sohbette İlhan Cihaner adı geçtiği için çok ilgili.
Aslı, Cihaner’le sohbet yapmış onu anlatıyor. Sohbetin bir yerinde “milletvekili yapalım mı” diyorum. Bunu neden dediğimi anlamanız için yine ek klasör 4’e bakmak lazım.
27 Ocak 2011. Yani bir önceki görüşmeden bir hafta sonra: Aslı, Arnavut’a gitti, devlet başkanı, vs röportajlar yaptı. Aramızda şu konuşma geçiyor:
Ben diyorum ki; “Aslı valla gitmişken Başkan olsana orda” Aslı diyor ki: “Çok kolay eğer bana birkaç yüzbindolar bulursan burada ben başkan olabilirim.
Ben: Ya paraya gerek, para ne demek hemen buluruz rahat olsen.
Aslı: Birka milyon birkaç yüzbin dolar çok fazla, Soros-moros parası çok girmiş buraya, birkaç milyon dolar.
Ben: Tamam tamam hemen hallederiz, şu hallet
Aslı : Tamam

ŞİMDİ BURADAN ERGENEKON ULUSLAR ARASI AYAĞI MI ORTAYA ÇIKIYOR?

Ergenekon Arnavutluk’la başbakan mı atadığı ortaya çıktı” diye iddia edeceksiniz? Bir bu eksikti.
Gazeteci arkadaşım Aslı Aydıntaşbaş ile şaka yapıyoruz bu konularda hep.
Ben hayatım boyunca ilhan Cihaner ile tanışmadım, konuşmadım.
Siyasete müdahale mi bunlar?
Kaldı ki 27.01.2011 tarihli telefon konuşmamın sonunda yine şaka içerisinde siyasete müdahale etmeyeceğimi de açık açık belirtmişim.
(Ama Aslı ne zeki gazeteci (4.klasör) Cihaner meselesini konuşuyoruz “eğer telefon dinleniyorsa zaman gazetesinde okuruz büyük dizayn parçası olarak onu buraya, buraya getireceklerdi diye!

Aslı Aytıntaşbaş haklı çıktı. Sadece medyaya haber olmadık. Şimdi huzurunuzda espriyi anlatmak zorunda bırakıldım.
Gelelim Emniyet müdürü Ardıç talebinde.
Diyor ki:
“Ergenekon soruşturması dava sürecini etkilemek yön vermek ve davayı yürüten savcı ve hakimleri yıpratmak amacıyla manipülatif yayınlar yaptıkları ve bu kapsamda kara propaganda faaliyetlerinde bulundukları tespit edilmiştir.
Oh be! İlk kez “haber” demiyor; “manipülatif yayın” diyor.
Peki ne bu “manipülatif yayın”:
Ergenekon soruşturmasını yürüten polisler, savcılar ve hakimlerin iftar yemeğinde buluşmaları.
Yalan mı, fotoğraflar fotomontaj mı?
Değil.
Bu konuyla ilgili ayrı bir dava yürüyor, bu konuda konuşmak istemiyorum.
Ama bu dünyanın her yanında haberdir.
Hakimlerin tarafsızlığına gölge düşmüştür. Etik değildir.
Zaten davada, güvenlik görevlilerinin fotoğraflarını yayınlamaktan açıldı!
Oradaki polis-savcı-hakimin fotoğrafları her gazetede yayınlanıyor, tv’lerde gösteriliyor.
Onlara niye dava açılmıyor hiç?
Neyse dediğim gibi fazla konuşmak istemiyorum.
Ama iyi ki yapmışız, o haberle ödüller aldık biz.

Dava konusu yapılan bu haber sebebiyle bir çok ödül aldık.
Gelelim bir diğer habere:
09.06.2009’da ki haberlerde, bir videoda Savcı Zekeriya Öz bir ateş çevresinde arkadaşlarıyla sohbeti ediyor.
Havadan sudan konuşuyorlar.
Orada bir tiyatrocu ilginç bir hikaye anlatıyor.
Komik. Bunu yayınladık. Ne var burada?
Zekeriya Öz, Türkiye’nin en önemli gündemden düşmeyen davasını yürütüyor, dünyanın her yanında böyle bir soruşturmayı yürüten savcı haberi ilgi çeker.

Zaten “Süleyman” adlı şahısla yaptığım, bu konuyla ilgili telefonu iddianameye konmuş. Süleyman Sarılar, Kanal D haber koordinatörü; “görüntü alıp yayınlayabilir miyiz” diyor.
Dedim ya bu haberdir.

Tiyatrocu çok komik, vay efendim oradaki kişi Z. Öz değilmiş.
Birgün sonra açıklama gönderdi, yayınladık. Özür diledik. Görüntüyü kaldırdık Ve hiç anlamadık ne var, sevimli bir haber, niye bu kadar tepki gösteriliyor iddianamelere bile girdi. Gerçekten anlamak zor.
Keza o telefon görüşmesinde görüntüyü izlemediğimi söylüyorum Süleyman’a.
Zaten sanılıyor ki, imtiyaz sahibiyim ya, sanki tüm haberler benim denetiminizden geçiyor.

Ben Odatv’nin genel yayın yönetmeni, haber müdürü değilim.
Patronuyum. Bir çok haber görmem.
Ama şu demek değildir ki Odatv haberlerini savunmayacağım, sorumluluk almayacağım.
Suç varsa kabulümdür.

Bu mudur suç, maddi hatadır, özür de dileriz. Tazminata konu dava varsa tazminat olduğunda öderiz.
Daha ne yapalım. İddianamedeki yaklaşık 200 haber içinde maddi hata yapılan tek haber bu.
Sonuçta, emniyet müdürü Ardıç tüm bu gerekçe-delille evim ve işyerimin aranmasını, el koyma kararının verilmesini talep etti.

Bu arada müdür Ardıç, ilgili yazısında özel olarak parantez içinde bir konuya dikkat çekti.
Dijital verilerin CMK 134.maddesine göre incelenmesini istedi… Niye bu konuya dikkat-ilgi çekiyor acaba? İlginç? Dedim ya Müdür beyin sezgisi çok güçlü, nerede neyi bulacağını biliyor. Meslektaşlarını uyarıyor, aman bilgisayarlara dikkat…

Aynı gün, yani 12 Şubat 2011’de Savcı Zekeriya Öz, İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesine arama ve el koyma talebini iletiyor.
Savcı Öz de ekliyor: El konulan suç unsuru ve tüm dijital malzemelerin CMK 122 ve 134.maddesine göre incelenecek, aman dikkat.
Aramanın nedeni; Ergenekon terör örgütü üyesi olmak, halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmek.

Arama ve el koyma işlemine niçin ihtiyaç duyulduğunu söyle açıklıyor savcı Zekeriya Öz:
“Örgütle ilgili delil elde edilmesi ve örgüt üyesi kişilerin yakalanması amacıyla”
Neymiş, neymiş: “Örgütle ilgili delil elde etmek.”
Demek elde yeterli derecede delil yok!
Buraya kadar konuştuğumuz, tartıştığımız iddiları savcı Öz delil olarak görmüyor, değerlendirmiyor.
Haklı.
Bravo.

İyi de, 25 yıllık gazeteci, 11 kitap yazmış Hürriyet gazetesi yazarı, kamuoyunda tanınan ve gözaltına alındığında siyasetin gündemine gelecek manşetler atılacak, tv’ler son dakika canlı yayın yapacak ve hatta ABD ve Avrupa’da mesele basın özgürlüğü olarak ele alınacak ve Türkiye diplomatik açıdan zor durumda kalabilecek bir operasyon elde delil olmadan yapılabilir mi?

Bu kadar kolay mı?
Bu operasyon.
Sadece bir tek nedenler yapılabilir: Aramada delil bulacaklarından emin iseler!!!
Meselenin hukuksal boyutunu tartışmıyoruz daha:

Öyle ya, elde delil yoksa, 9.Ağır Ceza Mahkemesi nasıl arama kararı verdi? Yeterli ve inandırıcı delil olmadan nasıl izin vermiştir?
Aynı gün 12 Şubat 2011 9.Ağır Ceza Mahkemesi( hakimi Mustafa Boz ) tarafından Arama el koyma ve inceleme kararını veriliyor.

Mahkeme kararında “örgütle ilgili delil elde edilmesi” ihtiyacına vurgu yapıyor. Bir günde işlem tamam oluyor.
Cuma günü hukuki işlemler tamam oluyor.
Aceleleri var.
14 Şubat 2011 Pazartesi sabaha karşı “delil elde etmek” için evim-işyerim 50’yi aşkın polis tarafından basılıyor.
O halde madem 14 Şubat 2011 tarihine kadar Odatv haberleri, telefon görüşmeleri pek delil sayılmadı.
Gözü karartıp evimi ve işyerimi basanlar bilgisayarda ne bulacaklarından emin miydiler, sorusu anlam kazanıyor mu?
Size bir örnek vermek istiyorum.
Odatv 4 nolu ek delil klasörü:
18 Haziran 2009 tarihinde “Tunca” adlı şahısla telefon görüşmesi yapıyorum
Tunca, Doğan Kitap’da benim kitap editörüm: Tunca Arslan. Tunca emniyet tapesinde yazdığına göre Doğan Kitap’tan beni arıyor.

Aramızda şu konuşma geçiyor:

Şimdi bu telefon görüşmesinin tapesi 7 Ocak 2011’de yapılmış.
Nedense “KİTAP YAZ DİYECEKLER” bölümü dikkatli görünsün diye büyük harfle yazılmıştı.
Doğan Kitap’tan editörüm Tunca Arslan’la kitap konusunda yaptığım bir telefon sohbetinde KİTAP CÜMLESİ niye büyük harfle yazıldı?
Bakınız daha ev-işyerim basılmadı. Yani o meşhur virüslü world dosyalar ortada yok.
Yani Nedim, Ahmet Hanefi bayrama kitabı yetiştirin gibi absürt yazılar bulunmamıştı.
İyi de bunlar daha yokken bu kitap meselesi 07/11/2011’de niye büyük harfle yazılmıştı?
Mesele benim açımdan çok açık…Plan belli… Polis, savcı ne bulacağından emin…

SAYIN HEYET
Gelelim 14 Şubat 2011 gününe.
Evim işyerim 50’yi aşkın polisle basıldı.
Evim ve işyerimde iki tür sözle delil buldular:
Biri 20 yıl önce ajandama not defterime yazdığım notlarım:
(Ek klasör 56) 154 ve 155 nolu dokümanlar:
Evimde bulunan not defterimdeki 20 yıl önce alınan notlar sanki yeni yazılmış gibi iddianameye zaman belirtilmeden konuldu. Halbuki o not defterinin üzerinde telefon numaraları var (229 92 80- 229 8380) Araştırıp hangi yayın organın telefon numarası olduğu, hangi yıllarda bu telefonları kullandığı gibi sorularla araştırma yapılırdı.
Ama iddianamenin amacı gerçeği ortaya çıkarmak değil ki.
Keza notta dönemin Genel Kurmay Başkanı Doğan Güreş ile ilgili değerlendirme var. Dönemin Kara Kuvetleri Komutanı Muhittin Fisunoğlu Paşa var. Notun hangi dönemde tutulduğunun bilinmemesi için, bazı bölümler iddianameye konmuyor.

Hep aynı zorlama var.
(154) dokümanda bakın ne yazılı:
“Ben buna kesinlikte inanıyorum, Türkiye’de bir darbe olacaktır. Zamanını bilmiyorum ama olacak. Bak Kürt sorunu yüzünden darbe olmazdı, o zaman
Avrupa ayağa kalkardı. Kimseye bir şey anlatamazdın, ama fundamentalizmi önlemek için yapılabilir.”
Bu notu 1990’lı yılların başında yazan gazeteciye dünyanın en büyük gazetecilik ödülü verilir gelişmiş ülkelerde.
Çünkü 28 Şubat’ı (1997’yi) yıllar önce bilmişim! Ne oldu 28 Şubat’ı darbe kabul etmiyor musunuz?
Ama mesele bu değil; yıllar önce de olsa içinde “darbe” sözü geçen her yazı iddianameye konulmuştur.
Bu iddianame göstermelik bir iddianamedir.
Sinsiliğin kılıfında saklanan akıl adalet dağıtıcılarına yakışmaz.
Trajik olan gülünç olduklarının farkında olmamalarıdır.
Ne oldu adaletin vicdanına; terazi eğri yumuşak tutuluyor.
Yine 20 yıl önce, üstelik daktilo ile yazdığım ve 3. Delil ek klasöründe olan 6 sayfalık “İşte Darbeciler” diye tamamen 1990’lı yılların başını analiz eden ve darbeye karşı çıkan bir haber-analiz; “darbeci olduğumun” delili olarak iddianameye sokuldu.
20 yıl önce yazılan bir makaleden bahsediyoruz burada.
Gazetecinin haberi 20 yıl sonra karşısına suç kanıtı olarak çıkarılıyor.
Bir gazetecinin 20 yıl önce yaptığı haber delil olarak gösteriliyor. İyi de alın BAY PİPO kitabımı koyun, her sayfasında darbe yazıyor.
Haber suç;
not defterinize aldığınız notlar suç,
telefonda konuşmak suç;
tv kurmak suç…
2011 Türkiye rejiminin adının ne olduğu bu delillerden bellidir.

SAYIN HEYET
Mithat Paşa’yı, Namık Kemal’i, Nazım Hikmeti, Yassıadayı, 12 Mart, 12 Eylül sıkıyönetim mahkemelerini onlarca yıl sonra tekrar yaşamamızın, yaşatmamızın Türkiye’ye ne yararı var; toplumsal barışı yok ederek ülkeyi en büyük zararın verildiğini kimse görmüyor mu?
Savcı Zekeriya Öz 11 Mart 2011 tarihli tutanağında diyor ki, “kişisel verilerin hukuka aykırı olarak kaydedilmesi ile ilgili fişleme içerikli bilgiler…”
Bir gazeteci; ajandasına ve not defterine, söyleşi, röportaj, off the record bilgileri nasıl hukuka aykırı olmadan yazabilir acaba?
Savcı Öz’ün bu konuda bize söyleyeceği bir yöntemi var mı? Beni bakkal, terzi kasap mı sanıyor acaba. Gazeteci her şeyi defterine yazar.
Önemli olan bunun topluma duyurmak için yazılıp yazılmamasıdır.
Hangi kişisel veriyi haber yapmışım?
Ne yapacak gazeteci, söyleşi yaptığı kişiye aman benim başımı tehlikeye sokacak cümleleri safetme mi diyecek.
Lütfen!
Bu köhne hukuk anlayışına karşı bizim tek müttefikimiz zaman olacaktır. Gerçek yargıyı tarih verecektir. Bu nedenle içim yanarak bunları ayrıntılı anlatıyorum.
İçimin yandığı bir diğer delile geliyorum…
Nazlı Ilıcak Odatv iddianamesinin tek şikayetçisi. Sanırım vazgeçti sonra:
Davacı olmasının nedeni özel hayatıyla ilgili bilgi notusunun evimdeki bir ajandada bulunmasıydı.
Nazlı Ilıcak ile ilgili “belgeler” Odatv iddianamesinin 39’uncu delil klasöründe bulunuyor.
Altında Savcı Zekeriya Öz, zabıt katibi Sezgin Kalender ve Ayşe Nazlı Ilıcak’ın imzası bulunan 8.3.2011 tarihli ifade tutanağında özel hayatla ilgili bilgilerin kimden, nerede bulunduğu bakın nasıl yazılır:
“Şüpheli Yalçın Küçük’ten elde edilen 31 Ocak Cuma tarihli ajanda sayfasının üzerinde el yazısıyla yazılmış ‘Seyfi Öztürk anlatıyor’ başlıklı, iki paragraftan oluşan özel hayata ilişkin notlar gösterirdi…”

Bu cümlenin neresini düzeltmek lazım acaba.
1-“Şüpheli Yalçın Küçük” mü? Değil, Soner Yalçın. İnsanların onurları günlerce gazetelerde, tvlerde ayaklar altına alınıyor. Ona rağmen özensizliğe bakar mısınız?
2- Ajandadaki notta “31 Ocak” tarihinin yılı niye konmamış acaba? Bilgi notunun yıllar önce yazıldığının ortaya çıkmaması için kuşkusuz. Bu tür kurnazlıklar hep var. Bu davanın özü bu entrikacı akıl…
3- Ajandadaki notu “Seyfi Öztürk anlatıyor” bölümü özel hayat bilgisini kimin verdiğini ispatlamıyor mu?
Nazlı Ilıcak niye Seyfi Öztürk’ün adını ifadesinde ağzına almıyor?
Seyfi Öztürk sıradan biri değil; 10 yıl bakanlık yapmış, Süleyman Demirel’in sağ koluydu. Kaynağın sıradan biri olmadığı ortada.

Seyfi Öztürk anlatmış, yazmışım ajandama, aradan 20 yıl geçmiş, bir haberde, yazıda, kitapta, belgeselde kullanmış mıyım, hayır. O halde, Nazlı Ilıcak’ın özel hayatını medyaya, kamuoyuna kim sızdırdı; Nazlı Ilıcak’ın onurunu kim ayaklar altına aldı?

Bu arada şunun altını çizmeliyim: Avrupa’da gazetecilerin, yazarların not defterleri, ajandaları titizlikler korunur, müzayedelerde yüksek fiyatlara alıcı bulur. Batı ve Türkiye farkı bu; bizim ülkemizde hapse atılıyoruz.
Evet: bir gazetecinin yıllar önce not ettiği bilgiyi alıp kamuoyuna sunan polis ve savcılardan Nazlı Ilıcak niye şikayetçi olmamıştır?

Unutulup gitmiş, bir gazeteci notunun Türkiye’nin gündemine taşıyanlardan Nazlı Ilıcak davacı olmamıştır?
Nasrettin Hoca demesiyle hırsızın hiç mi suçu yoktur?

İfade tutanağında Nazlı Ilıcak’ın bir diğer sözünü aktarayım; diyor ki:
“Soner Yalçın’la bir davam ve husumetliğimiz olmamasına rağmen Odatv’de benim hakkımda yüzlerce yazı yazmışlardır. Sürekli iftira niteliğinde ve taciz edici yazılarla beni bıktırmaya ve taciz etmeye çalışmışlardır.”
Şimdi bu sözü sarf eden Nazlı Ilıcak’ın gerçek yüzünü ispatlayacağım. Çünkü 39’uncu delil klasöründe Odatv’nin Nazlı Ilıcak’la ilgili yaptığı haberin dökümü vardır.
Bakın o haberler neymiş.

Klasördeki haber sırasına göre:
-Nazlı Ilıcak Ayıbını Hatırlıyor mu? (02.09.2009)
Haber Şu: Milli Birlik Komitesi üyesi, Tabii Senatör emekli Kurmay Albay Ahmet Yıldız’ın halk otobüsünde “fortçuluk” yaparken yakalandığı yalan haberini 12 Eylül 1980 Darbesi günlerinde manşet yapıp defalarca haber yapmışlardı.
Bu olayın yalan olduğu yıllar süren dava sonucunda açığa çıkacaktı. Bunu hatırlatıp, insanların kolay suçlanmasının ayıbını yüzüne vurduk.

Çünkü hala huylu huyundan vazgeçmiyordu.
-Delil klasöründen ikinci haber: Ahmet Hakan’ın Evinde Neler Oldu? (27.08.2009)
Haber düşüp kolundan sakatlanan Ahmet Hakan’a Hıncal Uluç, Fatih Altaylı, Ertuğrul Özkök gibi gazeteci arkadaşlarının ziyareti üzerineydi.

Bu ziyareti bazı internet siteleri “Nazlı Ilıcak’ın Evinde Büyük Buluşma” diye haber yapınca Odatv doğruyu yazmıştı. Bu mu iftiraymış?
-Üçüncü haber: “Bütün TV kanallarına katılan Nazlı Ilıcak Bu Enerjiyi Nereden Buluyor” (24.03.2009) haberiydi.
Odatv soruyu Nazlı Ilıcak’a sorarak, Ilıcak’la röportaj yapmıştı. Evet mikrofonunu Nazlı Ilıcak’a uzatmıştı; o da nasıl dinlendiğini, nasıl çalıştığını ve ayrıca hangi dizileri sevdiğini, hangi sanatçıları dinlediğini, kimleri merakla okuduğunu vs. anlatmıştı.

Ne diyordu savcılık ifadesinde “Sürekli iftira niteliğindeki taciz edici yazılar” yazmışız! Bitmedi, devam edeli (22.04.2009)
-Dördüncü haber; “Nazlı Ilıcak Ergenekon’da gizli tanık mı”(22.04.2009)
Tercüman gazetesinde bir dönem birlikte çalışan Nazlı Ilıcak ile Arslan Bulut’un döneme ilişkin bilgiler içeren polemiğiydi.
Bulut, Prof.Dr.Erol Manisalı’yı öven sözleri üzerine Ilıcak tarafından “Ergenekoncu” ilan edilince eski defteri açmıştı.

Odatv olduğu gibi bu polemiği aktarmıştı.

-Beşinci haber Tercüman gazetesinin 31 Mayıs 1977 tarihli manşetini anımsatıyordu. Nazlı Ilıcak’ı tanıyor musunuz ? (21.07.2008)
5 Haziran 1977’de seçimine giderken, Ilıcaklar’ın Tercüman’ı solcuların “Türkiye Sosyalist Devrim Konseyi” (TÜSDEK) imzalı bildiriler dağıtarak darbe çağrısı yaptıklarını yazmıştı.
Tabi ki (TÜSDEK) diye bir örgüt yoktu ve böyle bir bildiri ve çağrı yalandı. Ecevit’in tek başına iktidar olmasının önüne geçmek için Ilıcaklar’ın “biriyle” işbirliği yapıp bu tür yalan haberler yaptığını hatırlatıyordu Odatv.

-Altıncı haber Nazlı Ilıcak, Doğu Ergi, Mithat Sancar gibi isimlerin “Said Nursi ve Demokratik Açılım” konulu panele katılacağı bilgisini veriyordu.
“Nazlı Ilıcak, Mithat Sancar, Doğu Ergin nerede Buluşuyorlar?” (19.03.2010) Bir rutin haber bile delil klasörüne girmişti işte…

-Yedinci haberin başlığı, “Neler Oluyor Bu Nazlı Ilıcak’a?” haber şu cümleyle başlıyordu: “Son aylarda Nazlı Ilıcak’ta bir değişim yok mu?” Çünkü köşesinde Tuncay Özkan’ın mektubuna yer veriyor; Balbay ve Özkan’a özgürlük istiyor; Sabah gazetesinde yazdıkları nedeniyle hakarete uğruyordu.
Ve Odatv yazısı şöyle bitiyordu: “Demek Nazlı Ilıcak gazeteciliğe geri dönüyor. Haydi hayırlısı…”
-Sonraki haberler:
“Bu Kadar Hatayı Ancak Nazlı Ilıcak Yapar” (13.04.2010) başlıklı makaleyi Anayasa Mahkemesi eski Genel Sekreteri Bülent Serim yazmıştı.
“Emre Kongar’dan Nazlı Ilıcak’a Yaylım Ateşi” (17.05.2010) başlıklı yazının Emre Kongar’ın Cumhuriyet gazetesindeki Ilıcak’ı eleştiren makalesinin Odatv’de yayınlanmasıydı.
Keza Doç Dr. Nurdan Yıldız’ın Ilıcak eleştirisi Odatv’de yer almıştı (02.06.2010)
“Nazlı Ilıcak’a Ülsever’den Salvo” (13.10.2010) başlıklı yazı Hürriyet Yazarı Cüneyt Ülsever’in eleştiri nitelikli yazısıydı.
03.11.2010 tarihli Odatv haberi, Nazlı Ilıcak’ın Silivri’deki duruşmayı izlemeye gideceğini haber veriyordu: “Nazlı Ilıcak Silivri Yollarına Düştü”
ODATV.COM
55
Üç gün sonra, 06,11.2010 tarihli Odatv haberi, “Nazlı Ilıcak Silivri’de” başlığıyla Ilıcak’ın Sabah Gazetesindeki köşesinde ki yazısını iktibas etmesiydi. Ne diyordu savcılık ifadesinde Nazlı Ilıcak, bana hep saldırdılar; taciz ettiler!
Odatv hep gazetecilik yapmıştır.
20.01.2011 tarihli “Nazlı Ilıcak Balyoz’u Nasıl Çarptırıyor” başlıklı yazısında Nazlı Ilıcak ile Pınar-Rodrik Doğan arasındaki mailleri haberleştirmiştir. Hiçbir yorum yapmadan tarafların yazılarını-düşüncelerini olduğu gibi aktarmıştır.
Bakınız uzattığımı biliyorum, ama Nazlı Ilıcak’ı gelecek kuşakların iyi tanımasını istiyorum. Gerçekleri söylemediğini herkes bilinmelidir.

Bir diğer haberimiz:
“Nazlı Ilıcak Bu Hakimi Neden Öptü” (17.11.2010) başlıklı haberi halen Silivri Cezaevinde tutuklu bulunan Barış Terkoğlu yazmıştı:
HSYK seçimler öncesi Nazlı Ilıcak köşesinde HSYK üyeliğine aday olan İstanbul 2.Asliye Ceza Mahkemesi Hakimi Sevim Efendiler’i öven bir yazı kaleme almıştı.
Terkoğlu bu övgünün nedeninin “Ilıcak’ın o mahkemede Hasan Atilla Uğur’un şikayeti üzerine yargılanması mı” diye sormuştu.

Bu haberde gazetecilik etiğini sorgularken, bir sonraki haberin başlığı şuydu. “Nazlı Ilıcak Yazılarına Yargısız İnfaz Başladı” (23.09.2008)
Habere konu olan Nazlı Ilıcak’ın Sabah gazetesindeki 4’üncü sayfasındaki köşesinin kaldırılıp 25’inci sayfaya atılmasıydı.
Nazlı Ilıcak bu durumu “darbecilikle” nitelendirmesini Odatv bunu haber yapmıştı. Ilıcak’a destek çıkan bir haberdi.
25.08.2009 tarihli “Sabah’tan Nazlı Ilıcak’a Sansür” başlıklı haberimizde ise taşra baskısında olup şehir baskısında kaldırılan Nazlı Ilıcak’ın (Zafer) Mutlu Yandaş Olsaydı?” başlıklı haberini yayınladı.
Konu: Zafer Mutlu ailesine ait okulun AKP belediyesi tarafından yıkılmasıydı. Ilıcak’a destek çıktık.
04.08.2009 tarihli haberimizde yine Nazlı Ilıcak’ın makalesini yayınladık: “Nazlı Ilıcak YAŞ’a Müdahale Etti”

30.06.2009 tarihli haberin konusu, Nazlı Ilıcak Atv’de “Siyaset Kazanı” adlı programda hakkında iddialarda bulununca, hiçbir yere çıkarılmayan Erhan Göksel söz hakkını Odatv’de kullanmıştı.
“Erhan Göksel Nazlı Ilıcak’ın peşini bırakmıyor.”
Delil klasöründeki son haber:
“Nazlı Ilıcak’a Ceza kesilecek mi” (18.10.2009) başlıklıydı.
Bülent Arınç ile gittikleri Manisa Ayn-i Ali kıraathanesinde çay içerlerken çekilmiş fotoğrafları gazetede çıkınca, Odatv Nazlı Ilıcak’ın masasındaki ağızlığa takılı sigaraya dikkat çekerek, sigara yasağını delip delmediğini sorarak magazin haber yapmıştı…
İşte delil klasöründeki haberler bunlardı; nerede iftira, nerede taciz?
Nerede yüzlerce haber? Polisler, savcılık- zorlanmıştır ancak bu 20 haberi bulmuştur.
Oysa, Odatv Nazlı Ilıcak ile ilgili başka haberler de yaptı.
Örneğin, Nazlı Ilıcak torunu olduğunda anne-kız-torunun fotoğrafını yayınlayıp iyi niyetini göstermişti. Kutlamıştı.

KezaNTV’deki “Basın Odası”nda Kayseri Belediyesi yolsuzluğu tartışıldığı günün ertesinde Nazlı Ilıcak’ın tartışılan konulara çalışarak geldiğini belirtip övmüştü.
Bunlar klasörde yok. Olsun.
Peki ek klasörde yer alan haberlere bakılınca, Nazlı Ilıcak savcılıktaki ifadesinden utanacak mı?
Ne diyordu;
“Soner Yalçın’la bir davam ve husumetliğimiz olmamasına rağmen Odatv’de hakkımda yüzlerce yazı yazmışlardır. Sürekli iftira niteliğinde ve taciz edici yazılarla beni bıktırmaya ve taciz etmeye çalışmışlardır.”

Ne diyelim…
Nazlı Ilıcak bu işte.. Hükmü tarih versin..
Ve ayrıca…Odatv iddianamesi 39”uncu Ek klasörüne Nazlı Ilıcak ve ailesiyle ilgili bir belge koymuştur. 8 Mart 2011 tarihli, kinden geldiği, ne olduğu belli olmayan bu iki sayfalık yazının benimle, iddianameyle ne ilgisi vardır? Ek klasörler çöplük müdür ki, her şey, ne olduğu belirtilmeden koyulmuştur.
O yazıyı hayatımda ilk kez görüyorum.

SAYIN HEYET
Ben yaşamım boyunca kimseye kolay kolay yalancı demedim.
Çünkü: Kendi kendisine yalan söyleyen ve kendi yalanını dinleyen o hale gelir ki hiçbir gerçeği ayırt edemez.
Halktv ve Deniz Baykal’a yönelik iddialar Türkiye tarihinin en kapsamlı psikolojik savaş metotlarıyla yürütülmüştür.
Bakın sadece delil klasörlerindeki telefon – mesaj- mail trafiğiyle aslında ne olduğunu size anlatayım.
Elinde bu kanıtlar olmasına rağmen Sayın savcının bunları neden görmek istemediğini yorumunu size bırakacağım:

25 Ocak 2011 saat : 15:00
İklim Bayraktar bir gün önce telefonla randevu aldığı TBMM’deki Deniz Baykal’ın makamına gidiyor.
Röportaj teklifinde bulunuyor. Baykal röportaj yapmak istemediğini söylüyor İklim Bayraktar bu kez Olcay Baykal’a röportaj yapmak teklifinde bulunuyor.
İklim Bayraktar’ın yazdığı “Sıra Bende” (sayfa 42) kitabında yazdığına göre, Baykal yolcu ederken “tuhaf biçimde tokalaşmıştı.”
Bu tokalaşmayı taciz olarak değerlendiriyor.
Yine kitabında anlattığına göre, o gece olayı eşiyle paylaşıyor.
Eşinin kuşkulu sorusu üzerine akşam telefonla Deniz Baykal’ı arıyor. İklim Bayraktar dinlenmediği için bu telefonun kaydı yok.
İklim Bayraktar ve eşi bu tuhaf tokalaşmayı CHP genel merkezinde bir yöneticiye anlatmasının doğru olduğuna karar veriyorlar.

Bir gün sonra…
26 Ocak 2011 saat 16:00
İklim Bayraktar CHP genel merkezine gidiyor. Basın müşaviri Baki Özilhan’ın odasına gidip Kılıçdaroğlu’yla görüşmek istediğini söylüyor.
Baki Özilhan mümkün olmadığını söylüyor: o zaman “Gürsel Tekin’le görüştüreyim” diyor. Ama Gürsel Tekin’in NTV ile röportajı olduğu için bekliyor.

Saat 16:29 odatv genel yayın yönetmeni Barış Pehlivan, İklim Bayraktar’ı telefonla arıyor “Deniz Baykal’a gidecektin dün, ne oldu” diye haberin akibetini soruyor. (Ek klasör 37)

İklim Bayraktar konuşacak durumda değilim: diye yanıt veriyor. Barış Pehlivan “mail at” diyor. (Ek klasör 37)
O sırada saat: 16:46’da Baki Özilhan beni telefonla arıyor. (4.delil klasörü) kendisine gelen bir duyumu aktarıyor.
Halk Tv’nin hisselerini elinde tutan 3.kişinin satıcağını söylüyor.
Ben de yarın Ankara’ya gelerek Deniz Baykal’la görüşeceğimi söylüyorum. Baki Özilhan o sırada yanında İklim Bayraktar’ın olduğunu, çok cevval bir gazeteci olduğunu söylüyor.
Benim de, Baki Özilhan’ın da, İklim Bayraktar’ın Baykal’la iddiasından haberimiz yoktu.

Baki Özilhan biz telefonda konuşurken İklim Bayraktar Barış Pehlivan’a mail atıyor.
Barış Pehlivan aldığı bu maili saat 17:06’da bir yazı ile, “İklim Deniz Baykal’la röportaja gittiğinde tacize uğramış. CHP’ye gidip Gürsel’le de bunu anlatmış, bir bakın. Bana da bu durumu mail attı.”bana bildiriyor. ODATV.COM

Bir dakika sonra 17:07’de Barış Pehlivan’a yanıt yazıyorum: (46.klasör)
“Allah belasını versin kafayı yedi herhalde. Ne yapmak gerek bilmiyorum. Herifle yarın görüşmem var, ne yapacağım, gerçekten bilemiyorum. Peki nasıl taciz etmiş, adi yaratık.”
Baykal’a kızıyorum. Şaşkınım. Bu iddiayı duyan kim şaşırmaz, öfkelenmez:
Saat : 17:12 (4.delil klasörü)
İklim Bayraktar beni arıyor. Bu İklim Bayraktar’la hayatımda ilk telefon görüşmem. İlk kez sesini duyuyorum.
Saat: 17:28 (4.delil klasörü)
İklim Bayraktar yine beni telefonla arıyor.
“Ankara’ya yarın gelip gelmeyeceğimi, Baykal’la görüşüp görüşmeyeceğimi sorup, “hiç bu meseleyi açma” diyor
Saat: 17:30
İklim Bayraktar bu kez telefonla mesaj atıyor.
“Benim sana başka anlatacaklarım da var abi, lütfen yarın görüşelim. Teşekkürler.”
Saat 17:37
İklim Bayraktar telefonla yine mesaj atıyor:
“Bilginiz olsun. Siz ve Barış ve Gürsel Bey ve eşim dışında kimse bilmiyor bunları ve bilmeyecek. Bilginize.”
Tuhaf tokalaşma bir gün sonra…
27 Ocak 2011
Saat 07:36
İklim Bayraktar aynı mesajı bir daha atıyor.
“Aman kimse duymasın”
O gün 27 Ocak 2011 tarihinde Hakan Aygün, Murat Ongun’la Ankara’ya gidiyoruz. Ankara’da gazeteci arkadaşımız Şaban Sevinç’le buluşup Deniz Baykal’ın meclisteki odasına gidiyoruz.
Halk tv meselesini konuşuyoruz.
Tam anlaşma yok; Baykal, kiralama taraftarı.
Ben, satın alma taraftarıyım. Yarın bir daha yan yana gelmek üzere ayrılıyoruz.
O gün, 27 ocak günü Doğan Yurdakul ve eşi Güngör Yurdakul ile Çukurambar’ daki Liva Pastanesinde 19:30 yemek yemek üzere sözleşiyoruz.
Hepsinin telefon kayıtları var.
İklim Bayraktar bir gün önce lütfen görüşelim dediği için.
Saat 17:57’de Doğan Yurdakul’u telefonla arıyarak “İklim Bayraktar görüşmek istiyor davet edelim mi, bir sıkıntısı varmış, ben sana gelince anlatırım” diye soruyorum.

Doğan Yurdakul “tamam” deyince İklim Bayraktar’ı davet ediyorum.
Biz 19:30 gibi yemeğe başlıyoruz.

İklim Bayraktar 20:30-21:00 geliyor. İlk kez orada yüzyüze tanışıyoruz.
Sohbet sırasında konu tuhaf tokalaşma meselesine geliyor. İklim Bayraktar olayı anlatıyor. Moral vermek için espriler yapıyoruz. Abartmış olabileceğini söylüyoruz.
İklim Bayraktar’ın anlattıkları hakkında Doğan Yurdakul ve benim ne düşündüğümüzü belgelemek için 27 Ocak 2011’de akşam yemekten sonra Doğan Yurdakul ile telefonda neler konuştuğumuzun tapelerinin açıklanması gerekiyor. Niye ek klasörde bu telefon görüşmesi yok. Niye koymadınız? Hep kurnazlık, yeter ki mizansen bozulmasın…

Sayın savcı diyor ki,
“27.01.2011 günü diğer örgüt üyeleri olan Soner Yalçın ve Doğan Yurdakul’la yemekli toplantı yaptıktan sonra, anlaşılacağı üzere örgüt üyelerinin kendileri için hayati önem taşıdıklarını değerlendirdikleri Halk TV’yi ele geçirilmesi önünde engel aşmak için tüm yöntemleri kullanmışlardır. “
Sn Savcı bu iddiasını yazarken rahmetli Güngör Yurdakul’un ağır kanser hastası olduğunu biliyor muydu?

Demek toplantı yapıyoruz, ağır kanser hastası Güngör Yurdakul’u da çağırıyoruz; o da mı örgüte üyeydi yani?
Suçlu yaratmak için neler yapıyorsunuz böyle; gerçekten değer mi?
Toplantı ise, Doğan Yurdakul’a İklim Bayraktar’ı da çağırabilir miyim diye telefonda niye sorayım?
Böyle önemli bir toplantı; masalarının birbirine neredeyse bitişik olduğu Ankara’nın en kalabalık pastanesinde mi yapılır?

Dedim ya Doğan Yurdakul ile o akşam yaptığımız telefon konuşmasının tapeleri niye delil klasörüne koymuyorsunuz?
Sayın savcıların atladığı bir önemli konu daha var:
Hakan Aygün, Murat Ongun ve Şaban Sevinç’le birlikte ertesi gün Deniz baykal’la bir daha görüştük.
Yani toplantı değiniz akşam Halk tv meselesi kapanmamıştı ki?

Ayrıca Deniz Baykal Halk tv konusunda engel falan değildi; kiralamamızı istiyordu. “Alın kullanın” diyordu. Bu konuda hiçbir pürüz yoktu.
İddianamenin dediği gibi olsa kiralayıp kullanırdık. Bu konuda bir sıkıntı yoktu ki? Bu ticaret gereği, 2 yıl emek vereceğim kanalı başarılı hale getireceğim ve sonra 2 yıl sonra kapı önüne konabilirim diye kiralamaya yanaşmadım. Satın almak istedim.
Anlaşamadığımız konu bu.
Evet,
Anlaşamama nedeni bu: Ben satın almak istiyordum.
Baykal kiralamaya sıcak bakıyordu; alın 2 yıl kullanın diyordu.
Mesele bir ticaret konusudur.
Yoksa kiralamayı kabul etseydim Halktv konusunda pürüz yoktu ki.

Sayın Savcı’nın iddiasının hiçbir temeli ve delili yoktur.
Bu konuşmaların o kadar tanığı var; hiçbirini çağırıp sorulmamış sormuyor savcı.
Elinde sadece virüslü word dosyasındaki bir cümle var.
Bunun üzerine kumdan kaleler inşa etmiştir edilmiştir..
Zorlanarak bir iddianame yazılmıştır.
Öyleki: bir gün sonra:
28 Ocak 2011 saat: 17:07’de
CHP PM üyesi Ali kılıç ile telefon görüşmem var: (4.Delil klasörü)
“Benim lisansım var. Görüşelim tv kuralım ” diyor

02.Şubat 2011 saat 11:14
Sayın Kemal kılıçtaroğlu, CHP milletvekili Durdu Özpolat’ın benimle görüşmek istediğini söylüyor.
Birgün sonra Levent’te buluştuk. Zaten takip edilip fotoğraflarımızı çekmişsiniz. Durdu Özpolat’ın tv projesi vardı. Konuştuk. Anlaştık. Stüdyo bile baktık. Tutuklanmasam o hafta deneme yayınına başlayacaktı.
Almanya’dan kameralar, araçlar, gereçler gelmişti; odatv ofisindeydi hepsi. Benim için HalkTV bitmişti.
Enerjimi artık adını “DURUM TV” koyduğumuz kanala vermiştim.

Bu arada Hakan Aygün ve Şaban Sevinç Halk tv’nin olması için Baykal ‘la görüşmeye devam ettiler. Hatta Baykal’ın yüzde 60’ını satmaya razı olduğunu söylüyorlardı. Ben hiç ihtimal vermedim.

11 Şubat’ta gözaltından 3 gün önce İstanbul’da Kemal Kılıçdaroğlu, Gürsel Tekin ve bazı CHP’lilerle buluşup, yemek yedik .
CHP toplantılarını, mitinglerinin yayınlanacağı güçlü izlenir bir kanal arıyordu. HalkTV’nin de CNNTürk, NTV gibi güçlü olmadığından yakınıyorlardı.

15 Şubat’ta Kılıçdaroğlu Baykal buluşması vardı. CHP’liler Durdu Özpolat’la kuracağımız televizyonun yanında Halk TV’nin olmasını istiyorlardı. Çünkü onlara göre Halk TV yi partilileri izliyordu.
14 Şubat’ta ise ben Dijitürk’e gidip hem Durdu Özpolat’la birlikte yapacağımız DURUM TV hem de HALK TV’nin tekrar Dijitürk’e alınması için toplantı yapacaktım.
14 Şubat Pazartesi sabahı gözaltına alınıp tutuklandım.

DURUM TV’de, HALK TV meselesi de gerçekleşmedi. Polis operasyonu başarılı olmuştu Türkiye tarihinin en büyük yalan kampanyasıyla çamura gömülmek istendim. Türkiye tarihinde kimse bu kadar uzun süre medyada itibarsızlaştırma hareketine maruz kalmamıştır herhalde…

SAYIN HEYET
“Kin ya da korkunun olduğu yerde Allah ortaya çıkmaz” der Gandi.
Bizim ülkemizde bu nedenle hurafe dinden daha geçerlidir.
Ve bu sebeple öldürme sanatını biliyoruz; yaşatma sanatını değil.
Bu davanın tutuklusu rahmetli Kaşif Kozinoğlu hukuku hurafeler sonucu daha yaşarken ölmüştü.
Bugün maalesef hayatını kaybetmiştir.
Hakkındaki iddialara yanıt veremeyecektir.
Kuşkusuz rahmetli Kozinoğlu’yu savunacak değilim; kendisini tanımıyorum. Nasıl bir hayat yaşadı bilmiyorum.
Ama bildiklerimi söylemek boynumun borcudur:

Evet, ne ben ne de Odatv çalışanlarından hiç kimse Kaşif Kozinoğlu’nu tanımıyoruz.
O da savcılık ifadesinde bizi tanımadığını ifade etmiştir.
Keza: Bize hiçbir yoldan, bilgi-haber-yazı-dosya-belge göndermedi.

Odatv bilgisayarlarında bulunduğu iddia edilen virüslü dosyalar konusunda daha sonra açıklama yapacağım ama “Koz.doc” isimli word dosyasında yer alan, sözümona “Rusya ve Özbekistan’daki cemaat operasyonları hakkında Kozinoğlundan gelen belgeleri mutlaka gündeme taşıyalım” yazısı hakkında şunu söyleyeceğim:
Odatv, Rusya ve Özbekistan’da Nurcuların tutuklanmalarını okullarının kapatılmasın haberini, nurcuların kendi sitesi risalehaber.com dan almıştır. Kaynağımız burasıdır.
Savcı beyler küçük bir araştırma yapsalardı, bu haberlerin aynı gün birçok haber sitesinde yer aldığını görürlerdi.
Örneğin: İddianamede yer verilen “Nurculara hapis yolu gözüktü” başlıklı haber Özbekistan’da Nurculara karşı yapılan operasyonu anlatıyordu.
Biz buna risalehaber.com haber sitesinden aldık.
Keza biz bunu 19.08.2010saat 18:20’de girmişiz.

Soner Yalçın:Kozinoğlu’ndan sorumlu olanlar umarım kendi kin denizlerinde boğulurlar.

Aynı haberi nurcuların sitesinden biri olan moralhaber.com
Aslına bakarsanız sözkonusu haberin asıl kaynağı Amerikanın Sesi sitesinin özbekçe versiyonu. 14:15’te girmiş. Onların da kaynağı risalehaber.com.
Yazanda Melik Mansur adlı Özbek gazetesi.
Bunlar gizli saklı bilgiler değil ki; odatv ve risalehaber’in arşivine bakılırsa bunlar ortaya çıkarılır.

Rahmetli Kozinoğlu’nun günahını alanlar vicdanlarıyla nasıl hesaplaşır bilmiyorum.
Bildiğim, tarih bahtsızların bilimidir.
Tarihe notum olsun; iddianamedeki tüm sezgisel-önyargılı iddialar gerçek değildir.
Kozinoğlu’nu ne tanırız ne de bilgi-belge aldık.
Keza alsak kullanırdık, turşusunu mu kuracağız.
Kozinoğlu’ndan sorumlu olanlar umarım kendi kin denizlerinde boğulurlar.

SAYIN BAŞKAN,SAYIN HEYET
Geldik odatv iddianamesinin en önemli delillerine:
Virüslü word dosyalarına…
Bu konudaki sözlerimi sarfetmeden önce bir açıklama yapmak istiyorum.
“Bu Dinciler O Müslümanlara Benzemiyor” kitabımdan bir alıntı yapmak istiyorum:
“Türkiye solunun çoğunluğu; kültürünü/dinini okuyup araştırmadı.
Türkiye’de solcu aydınların çoğu islamiyeti bilmemektedir.
Halkının dinsel inancını dışlamıştır.
Tasavvuf elinin tersiyle itmiştir.
Tasavvufun, aklın ve bilimin öğretisi olmadığı kolaycılığına kaçarak kendi coğrafyasına yabancılaşmıştır.
Ne Muhyettin Arabi’yi ne de Muhammed Nur’u bilir.
Yunan filozofu Heraktes’in “diyalektiğin atası” olduğunu; Hegel’in, Marks’ın felsefi düşüncesinin buradan doğduğunu bilir de; nedense Vahdet-i Vücud’a burun kıvırır.
Bilmez.
Anlamak için çaba sarfetmez. “Enel hak” diyen Hallac-ı Mansur’u Bosnevi Hamza Bali’yi tanımadan toplumsal başkaldırılar konusunda ahkam keser.
Birinci Dünya Savaşı’ndaki gönüllü “Mevlevi Taburları”yla gönüldeşlik kurmadan halkıyla kucaklaşacağını sanır.
Ne Meslevi’yi ne de Malakat’ı okuyup üzerinde düşünür.
Horasan doğumlu Nakşibendiliğin, Ortadoğu doğumlu Halidiye Nakşibendiliğinden farkını bilmezse, Kürt halkının Şeyh Barzani’nin boyunduruğuna sokulmak istendiğini nasıl kavrayabilir?
Günümüzde küresel kapitalizme boyun eğen cemaatleri, dinsel partileri bilir de; Osmanlı pazarının, sömürgesi İngilizler’in eline geçmemesi için esnaf loncalarını ayakta tutmaya çalışıp, yardım sandıkları kuran Nakşibendi Gümüşhanevi tekkesi kurucusu Ahmet Ziyaeddün Efendi’yi tanımaz.
Katoliklerin güzel bir sözü vardır: “Başkasının manastırına kendi kurallarınla giremezsin.” Ben buna inanırım; Camiye nasıl girileceğini bilmeden halkın inancını anlayamazsın.

Gerçek şu ki: “İnsan bilmediğinden korkar. Bilmediğine düşman olur.”
Evet, “Bu Dinciler O Müslümanlara Benzemiyor” kitabımda söylediğim gibi, Ülkemin dilini, dinini yani kültürünü anlamak için yıllardır okuyorum, çalışıyorum.

Hiçbir tarikata tekkeye, dergaha, cemaate önyargılı değilim.
Bu nedenle bundan sonra söyleyeceklerimin önyargılı olduğunun düşünülmemesi için bu girişi yaptım.

SAYIN HEYET
Gelelim, bilgisayarımıza kirli bir tertip sonucu yerleştirilen virüslü word dosyalarına…
Kalleş bir hilekârlıkla bilgisayarımıza yerleştirilmiş bu word dosyaları bizim değildir.
Kirli eller tarafından konulmuştur. Bir tespitimi paylaşmak istiyorum: 14 Şubat 2011 operasyonuyla;

Toplam 35 ayrı bilgisayar harddiski;
1906 CD-DVD;
3095 DVC kaset;
471 mini, DV kaset
21 VHS kasete el konuldu. Toplam 5 bini aşkın kaset. Bunlar arasından becerikli polis 24 saat içide, sanki eliyle koymuş gibi, milyonlarca dosya içinden bu virüslü word dosyalarını buluverdi.
Bu bile oyunun hiç de gizlisi saklısı olmadığını gösteriyor.
Bu kirli el, savcı, hakim bu tezgahı anlar diye bir derdi yok.
Çok rahatlar, niye acaba? Ama…
Bu oyunu bilirkişi raporları bozdu.
Bilirkişi raporlarının üzerinde durmayı bile kendime zul görüyorum.
Bu oyunu bilirkişi raporları bozdu.
Bilirkişi raporları üzerinde durmayı bile kendime zul görüyorum.
Ayrıntılı açıklamayı avukatlarımız yapacaktır.
Fakat bir – iki cümle etmek istiyorum.
Öncelikle bir ayrıntı vereyim:

Evimde üç adet bilgisayarım vardı ve bunların hiçbirinde virüslü world dosyası bulunmadı.
Sadece; 10’u aşkın bilgisayar olan odatv’deki bir bilgisayarda bulundu bu virüslü world dosyaları odatv’deki santralden edilen tüm telefonları benim ettiğimi; odatv telefon fihristlerinin bana ait olduğu iddia edildiği gibi, odatv’deki o tek bilgisayardaki virüslü world dosyaları da bana mal ediliyor.
Peki edilsin?
Odatv iddianamesinin benimle ilgili bölümde tam 8 kez şu cümle var:
“Bilirkişilerce yapılan incelemelerde belgenin ‘Soner’ isimli kullanıcı tarafından oluşturulduğu ve aynı tarihte ‘Soner’ isimli kullanıcı tarafından oluşturulduğu ve aynı tarihte ‘Soner’ isimli kullanıcı tarafından son olarak kaydedildiği tespit edilmiştir.”

Evet bu cümleyi 8 kez tekrarlıyor Sayın Savcı.
Kimdi bu bilirkişi?
Ben size söyleyeyim:
İşte savcılığın görevlendirdiği bilirkişi heyeti:
İstanbul Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığında görevli 255 bin 399 sicil nolu başkomiser (adlarını vermeyeyim, gerek yok)

Yine aynı dairede görevli 255 bin 357 sicil nolu başkomiser,
Yine aynı dairede görevli 260 bin 292 sicil nolu komiser,
Yine aynı dairede görevli 272 bin 315 sicil nolu komiser,
Yine aynı dairede görevli 313 bin 520 sicil nolu komiseryrd.,
Yine aynı dairede görevli 268 bin 826 sicil nolu polis memuru
Toplam 14 polisin imzası vardı, bu bilirkişi raporunda.
İyi de; polislerin yaptığını her bilgisayar kullanıcısı yapabilirdi. Suç isnat edilen world dosyalarının bilgisayarda olduğunu söylüyorlar.

Mesele, sorun bu değil ki, biz diyoruz ki; bunlar bize ait değil, ilk defa bu dosya kapsamında gördük; asıl mesele şu: bu world dosyaları bilgisayarımıza nasıl yüklenmiş?
Dananın kuyruğu burada kopuyor.
Mesele bu world dosyalarının bilgisayar korsanlığı yoluyla yerleştirilip, yerleştirilmediği.
Polis bilirkişi buna yanıt vermiyor.
İşte bu can alıcı soruyu; bu world dosyalarının nasıl yerleştirildiğini bilirkişilere sorduk.

Savcının bilirkişileri polis.
Peki bizim bilirkişiler kim:

Yıldız Teknik Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği Bölümünden Prof. Dr. A. Çoşkun Sönmez, Dr. Göksel Biricik.
Boğaziçi Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği Bölümünden Prof. Dr. M. Ufuk Çağlayan.
Ortadoğu Teknik Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği Bölümünden Prof. Dr. Göktürk Üçoluk, Ar. Görevlisi Gökdeniz Karadağ.

Amerika Birleşik Devletleri Data Devastation’dan adlı bileşim ve siber suçlar uzmanı Joshua Marpet.
Yani biz: Üç Türk Üniversitesinden ayrı ayrı ve ABD’deki siber suçlar uzmanından ayrı rapor aldık.

Hepsi ne diyor:
“Dosyaların kim tarafından yaratıldığı veya yüklenmiş olabileceği hususunda kesin bir yargıya varmak mümkün değildir. İncelenen hard disk virüs içermektedir. Ayrıca hard diskteki e-posta mesajlarında trojen adı verilen zararlı yazılımlar mevcuttur ve bunların bilgisayarda çalıştığı tespit edilmiştir. Bu zararlı yazılımların çalıştığı bir sistemde;
– Dosyaların var olup olmadıklarının,
– Silinmiş veya yaratılmış olmalarının,
– Sahiplik bilgilerinin,- Dosya tarihlerinin değiştirilip değiştirilmediğinin,
– Bunların hangi kaynak tarafından yapıldığının adli bilişim esasları çerçevesinde kesin olarak belirlenebilmesi ve ispatlanarak söylenebilmesi mümkün değildir.

Türkiye’nin seçkin üç üniversitesi ile dünyaca ünlü siber suçlar uzmanı Amerikalı Joshua Marpet’in söylediği bu.
Biz bunu, 18 Şubat 2011 tarihinde tutuklanmadan önce İstanbul özel yetkili 12.Ağır Ceza Mahkemesi hakimine virüs dedik, “ben teknolojiden anlamam” dedi, tutukladı.

Bu olaydan 2,5ay sonra Devlet Bakanı Hayati Yazıcı’nın ÖSYM Başkanı Ali Demir’e e-posta göndererek “bir yakınının tıp fakültesine yerleştirilmesini” istediği Türkiye’nin gündemi oldu.
12 Mayıs 2011’de Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Balıkesir mitinginde ne dedi:
“Yahu mail göndermek nedir ki? Senin adına bir çete mensubu çıkar bir mail gönderir. Mail denen olay bu.”
Başbakan Erdoğan doğru söylüyordu.
İyi de biz aynı nedenle bilirkişi raporlarına rağmen 11 aydır tutukluyuz.
Yani, illa ki bizim için de Başbakan Erdoğan’ın mı konuşma yapması gerekiyor.

Amerikalı adli bilişim ve siber suçlar uzmanı diyor ki:
“ODATV bilgisayarı bir yemleme veya hedefli yemleme saldırısı tarafından hedef alınmıştır. Bu saldırı, kandırma amaçlı e-posta adreslerine sahip 2 veya daha fazla e-posta ile gerçekleşmiştir.”
Amerikalı uzman odatv bilgisayarlarında çok virüs, Trojen, solucan bulmuştur. Avukatlarımız bunun ayrıntısını verecektir; fazla zamanınızı almayım; mesele son derece açıktır.
Odatv bilgisayarı hedef yapılmış ve virüslü world dosyaları yerleştirilmiştir. Bu artık kesinlik kazanmıştır. Ama benim için, bir gazeteci için mesele kapanmayacaktır, bu virüsleri kim göndermiştir? Bu tezgahı bize kimler kurmuştur? Asıl soru budur. oruyu yanıtlarız.

Bunu sadece bu dava için, suçsuzluğumuzu kanıtlamak için değil, toplumsal barış için yapmalıyız.
Bilgisayarımızı çökerterek virüslü world dosyaları yerleştirenler emniyet içine sızmış cemaatci iftiralar atölyesi mi?
Çünkü bu cemaatçiler “diyalog” “uzlaşma” diye nefretten oluşan bir hava yarattılar ülkemizde. İktidar ve güç uğruna hiçbir şeyden çekinmeyen, ona ulaşabilmek için herkesi ezip geçen, tek tek dövüşmekten korkan, gizlice arkadan vurma planları yapan pusu atan entrikacı bir insan tipi yarattılar.
Söyledim: Çeyrek asırdır gazeteciyim mesleki hayatım derin devletin illegal faaliyetlerini, faili meçhullerini,

NATO gölgesindeki Gladio’yu yazarak, haber yaparak geçti.
Bu konudaki bilgi birimi tecrübesi gazeteciye ileri görme yeteneği kazandırır.
Bu sebeple, ben bize bu kirli komployu kimin kurduğunu biliyorum. Eminim.
Bakınız Odatv iddianamesi kimleri sanık yapmıştır.
Nedim Şener: “Ergenekon Belgelerinde Fethullah Gülen ve Cemaati” kitabını yazdı
Ahmet Şık: “İmamın Ordusu” kitabını yayına hazırlıyordu.
Hanefi Avcı “Haliçte Yaşayan simonlar” kitabını çıkardı
Yalçın Küçük kitaplarında Fethullah Gülen’i konu etti.
Odatv haber sitesi cemaat haberleri yaptı hep.

Benim son kitabımın adı bile tavrımı netleştiriyor.
“Bu Dinciler o Müslümanlara Benzemiyor.”
Keza iddianameye göre Kozinoğlu cemaatle ilgili Odatv’ye sözüm ona Rusya ve Özbekistan’da okullar kapatılması tutuklamalarla ilgili bilgi verdiği için hapse atıldı. Operasyonun amacı, hedefi belli değil mi?
Bu tezgahı kuranların kimler olduğu belli değil mi?
Ahlaksızlık karanlıkların dostudur.

Cemaatin Büyük ideali “Altın Nesil” projesi büyük bir suça dönüştürüldü.
Yoksul ailelerin soylu ruhlu çocuklarından günahkarlar yaratıldı; kör bir gücün piyonu yapıldılar.
Küstah bir cahilliğin, fikir despotluğunun zihniyet zorbalığının müfrezesi oldular.

Kötülüğün simgesi haline getirildiler.
Bunun dinle islamiyetle alakası yoktur.
Dini siyasete alet ediyorlar.
“Bizden olmayan bize karşıdır” kışkırtmasının merkez üssü haline geldiler.
Tüm çiçekleri; tek bir renge, tek bir biçime ve tek bir kokuya dönüştürmek istiyorlar.
Zehirli bir örümcek ağı gibi devlet içindeler, medya içindeler, karşı gördükleri her kuruma, her insana saldırıyorlar.
Evet dokunan yanıyor.
Fakat…

Bilsinler ki, insanlar, toplumlar kendilerine aylarca, yıllarca hiç ara vermeden korku salan bu zorba üstünlüğü hiç affetmeyeceklerdir.
Kendi adıma bunu söyleyebilirim.

Tek yanlı düşünenlerle, kendi görüşlerine boyun eğilmesini isteyenlerle; yalnızca kendilerini haklı sayan bağnazlarla; hayatım boyunca mücadele ettim ve etmeye devam edeceğim.
Bilirim: Akıllı kişi yakınmaz. Beklemesini direnmesini bilir. Ve bilir ki: Dalga, ne kadar ani ve dik bir tırmanışa geçerse, o ölçüde şiddetli kırılmaya uğrar.

SAYIN HEYET
Son sözüm sizedir.
Kuşkusuz tarih göstermiştir ki, her değişim acımasız olur.
Her dönüşüm evvelce yürürlükte olan bütün hukuk sistemini pratikte yok eder; yeni bir hukuk sistemi uygulamaya başlar. Hukuk otoritenin emrine sokulmuş bir silah haline gelir.
Ülkemizde, özel yetkili mahkemeler bu yeni hukuk anlayışının sonucudur. Mahkeme niteliği bugün tartışma konusudur.

Başta anamuhalefet partisi olmak üzere kamuoyunun bir bölümü sizin bağımsız olduğunuzu, güvence altında bulunduğunuzu ve bu nedenle adalet dağıtacağınızı sanmıyor.
Bu sözleri Mahkemenizde etmemem gerekirdi: öyle ya telafi edilemez bir gün bile fazla kalmak cezaevinde! ama, iş gerçeğe gelip dayanırsa, kendime bile acımam.
Evet bu kadar zaman burada konuşmamın tek nedeni, mesleğime, okuyucularıma ve hakikate duyduğum saygı sonucudur.

Ben, içinde yaşadığım çağa ve ülkeme karşı bir gazeteci olarak sorumluluğumu yerine getirdim.
Sizleri de tarihin huzurunda sorumluluklarınızla baş başa bırakıyorum.

H.SONER YALÇIN
26.12.2011 ODATV.COM / Soner Yalçın Savunması

Maçlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Maldivler Turu
Başa dön tuşu