Son günler ve bazı son olayların düşündürttükleri…
NationalTurk yorumcusu düşünür Özkan Eroğlu ‘nun bu haftaki “Son günler ve bazı son olayların düşündürttükleri…” adlı yazısını sizlerle paylaşıyoruz.
Server Tanilli’nin vefatı, romantizm kavramı üzerinde gerçekleştirdiğim düşünceler, yanı sıra yeni bitirdiğim Bedrettin Cömert kitabı etrafında dönen zihinselliklerim, aklıma birçok konuyu getirip götürüyor bugünlerde. Öncelikle yaşadığınız toplum ortamı ve insanlarını bir kez daha gözden geçiriyorsunuz. Bu gözden geçirme sırasında toplum ve insan yapımızın ne denli cıvık, bilgi sahibi olmadan ilim sahibi olmaktan tutun da, yerli yersiz herkesin birbirini tuhaf bir şekilde beğenmediği, yanlılık ve yalakalık rüzgarlarının alabildiğine kuvvetli estiği bir coğrafyada yaşadığımızı gösteriyor tekrar tekrar bize ne yazık ki. Evet belki de büyük ihtimalle bu topraklarda yaşayıp ve öleceğiz. İşte bu anlamda Tanilli hoca’nın 2000 öncesine kadar Strasbourg’ta yaşaması, bence onun için bir şans oldu; tabi bu şansa neden olan da bir şanssızlıktı. 1978’de adi insanlarca vurulup, felç geçirmesi, birçok tedavinin ardından yaşamak için Fransa’yı tercih etmesi, belki de onu böylesi, acayip şekilde kendini bulamamış vahşi bir toplumdan koruyordu. Burada olsa didişip duracak, bunu niçin yaptığını da anlamadan bu dünyadan göçüp gidecekti belki; dolayısıyla kaleme aldığı o kitaplarının büyük bir kısmı olmayacak ve biz de onları okuyamayacaktık. Bu yazdıklarım birer olabilirlik mantığı ve bazı serbesti zihinsel ifadelerdir pek tabii ki.
Şimdi bir aydın ile onu takip edenler arasındaki uçurum büyüdükçe ve izleyenler çok gerilerde kalıp, aydın kişi çok ileride olunca büyük sorunlar yaşanıyor, özellikle ileride olan açısından. İleride olan aydın kimse, sayıca az olduğu için, çokluğu ve kalabalığı oluşturan geridekilerden farklı olarak yalnızlaşıyor ve kendi kabuğuna çekilmek zorunda kalıyor. Birileri yanına gidip geliyor ve onunla ilgileniyorsa, o aydın gene de kendini şanslı adledebiliyor. Fakat genelde de böyle olmuyor ne yazık ki.
1923’ten bugüne bir Cumhuriyet rejimi söz konusu ülkemizde. Mesela resim sanatı ortalama 1860’lardan bugüne var. Varolan siyasi rejim, daha yeni olmasına rağmen, her yönünden çekiştirilip, -her türlü eleştiri bile diyemeyeceğimiz,- her türlü yıpratmaya tabi tutuluyor. Biz ise biraz acımasız sanat eleştirileri yazdığımızda kendini bilmezden öte, konu hakkında maalesef bilgi sahibi olmayan kimseler, henüz piyasası oturmamış sanatı bu kadar eleştirmenin doğru olmayacağını söyleyebilecek pervasızlığı ve rahatlığı kendinde bulabiliyor mesela.
İşte onlara, o zaman şunu söylemek gerekiyor:
Cumhuriyet rejimini, bu rejim bağlamında olan son günlerin moda konusu Dersim Katliamı’ndan tutunda daha birçok konuyu eleştirenler gereksiz bir iş mi yapıyorlar. Tabii ki hayır. Her şey, gerekiyorsa en acımasız şekilde eleştirilecek (merak edilmesin bu kapitalist, hatta vahşi kapitalist dünyada her alan kendi piyasasını her türlü eleştiriye karşın kurar bir şekilde). Yeter ki eleştiri, yapılabiliyorsa acımasız yapılsın ve bundan yararlanılarak taşlar doğru yerlerine konulsun.
Bilim ülkemizde bu kadar örseleniyorsa eleştirmeyecek miyiz? Neredeyse sahteliğe varacak kadar öğretim üyesi, sanatçı üretiliyorsa eleştirmeyecek miyiz? Tabii ki eleştireceğiz. Fakat her eleştiriyi, ilgili alanda bilgisi ve karşılaştırma yapma derinliği olanlar yapmalı. Her önüne gelen bu işe soyunmamalı. Mutlak olan bu işte. Çünkü ben her şeyi yaparım, ben her şeyi bilirim diye bir şey yok. Yalan yanlış toplum mühendisliğine soyunanlar, bilmeliler ki kendilerini kandırmaktadırlar.
Son sanat fuarı Contemporary İstanbul’a üç biletim olmasına rağmen gitmedim bile. Gitmememin nedeni basit: Neyi göreceğimi bilmem ve yapmacık ortam ve insanlarla burun buruna gelecek olmam. Orada sadece paralı kadın ve erkeklerin sanat çalışmalarının çok önüne geçerek, kendilerini sergileyeceklerini bilmem bile, oraya gitmemem için yeterli nedendi. Bu ülkede sanatı geliştirmek istiyorsanız kalıcı yayınlar ve yayımlar yapmalısınız.
Özkan Eroğlu