Neden Ali Koç?
NationalTurk yorumcusu Müslüm Gülhan’ın bu haftaki “Neden Ali Koç?” başlıklı yazısı;
2016 yılında yazdığım bu yazıyı tekrar elden geçirerek yayınlama ihtiyacı hissetmemi sağlayan medya kalemlerinin (!), Sözcü’nün ağır abileri (!) başta olmak üzere tamamına teşekkür ederim.
Vehbi Koç’un hayatına baktığımızda Koç Grubu’nun bugünkü yapıya ve ekonomik güce kavuşmasının altında yatan gerçekleri görmek mümkün.
En önemli başlangıç hamleleri; kapitalist sistemin içine girerken nelerin öncelikli olacağını öğrenmek için o dönemin yabancı ticaret erbaplarını incelemesi ve 1931’de Avrupa’ya ve 1945’te Amerika’ya yaptığı seyahatler ile dünya ticaretini inceleyerek ne yapılması gerektiğine kesin olarak karar vermesidir.
1916’da ticaret yapma kararı ile sistemin içine giren birinin, o günkü koşullarda 20 yıl sonra geldiği noktanın analizi çok önemlidir.
Vehbi Koç, hiçbir şekilde yöresel bir figür olarak esnaf olma mantığını kabul etmeyerek, küresel kapitalist sistemin içinde bir aktör olma çabası ile dünyaya açılması, Türkiye’de ticaret ile uğraşan tüccar ve esnaftan farklılığını net olarak ortaya koymuştu.
En anlamlı ve can alıcı hedef nokta burasıdır.
Dünyayı algılayarak, nasıl bir değer yaratılması gerektiğinin farkına varmak, çokuluslu sistem içinde yer alan bir faktör olmasının temel nedeniydi. Buradaki özellikle ABD ile Türkiye arasındaki siyasi ilişkiler ve bunun sermaye yapısına etkisi ile siyasi hegemonyadan bahsetmiyorum.
Koç Ailesi’nin fertleri, Vehbi Koç ile beraber dünyayı algılama kaygısı ve dünya ticaret sistemine entegrasyon çabası, onların farklı bir kültürün parçası olmasına neden olmuştur.
Tabii ki bunu burjuvazi kültürü olarak algılamak çok zor. Ama yeni neslin bu kültüre yakınlığı ve yaşam koşullarındaki farklılıkları, neyin, nasıl yapılması ile ilgili donanımlarını da beraber içinde barındırmaktaydı.
Çünkü kültürel farklılıkları yaşayan, tarihsel bir sürecin parçası olarak ve kurumsallaşmış bir sektörde yöneticilik vasıflarına sahip olmak, uygulamalardaki farklılıkları net olarak ortaya çıkarmaktadır.
Ali Koç’un çıkış noktası burası.
Bu nokta: kurumsallaşmış ve dünya ticaret koşullarına uyum sağlayan ve tarihsel sürece sahip bir kurumun üyesi olarak, yönetici vasıflarına sahip olmasıdır.
Türkiye koşulları içerisine sıkışmış bir figür değildir.
Aziz Yıldırım ile ayrıştığı nokta da burasıdır.
Maalesef Aziz Yıldırım, ülke içine sıkışıp kalan ticaret anlayışının yönetici vasıflarına sahiptir. Esnaf kültürü içine sıkışıp kalmıştır.
Yabancı kurum ve kuruluşlardan ihale alınması o zihniyetin farklılaştığı anlamına gelmez.
Hele hele müteahhitlik gibi bir alanda, yabancı kurumlardan veya ülkelerden alınan ihalelerin küresel bir kültür kodu içermesi mümkün değildir.
Buradaki ana faktör bir zihniyettir.
Özellikle, inşaat sektöründeki gelişimlerin siyasi içerik taşıması ve devlet mekanizmaları ile bir işbirliği üzerine kurgulanmış sektör anlayışı, bu firmaları her iktidar döneminde farklılaştırmakta ve değiştirmektedir.
İhaleler ve hak edişler bu sektörün siyaset ile sıkı bir pazarlık süreci içerisine girmesine ve aynı zamanda bir açmaza neden olmaktadır.
İşte bir kulüp başkanı için kendini devlet mekanizmalarına bağlayan en hassas nokta burasıdır. Kişisel beklentileri devlet ilişkileri üzerinden dizayn etme kolaylığı, tarihsel sürece sahip ve ciddi bir seyirci potansiyeline sahip kulüplerin bir türlü kurumsallaşamamasının ve borç batağından kurtulamamasının nedeni buradadır.
Futbol, siyasetin kullanılmasına açılmış bir araç haline getirilmiştir. Bu süreç tüm kulüpleri bağlamaktadır.
Ali Koç’un Fenerbahçe için kazandıracağı en önemli beklenti, kulübü kurumsal bir yönetim mekanizmasına kavuşturmak ve her dönem için kulübü siyasetin uygulama alanından uzak tutmaktır.
Kulübü yönetme anlayışındaki değişkenlikler, sadece yönetim uygulamalarındaki farklıklarda değil, Fenerbahçe’nin başarısını sürdürülebilir kılmak ve istikrarlı bir başarı stratejisini sağlamak için, teknik yapıdaki hedeflere uygun isimler ve bu isimler üzerinden mekanizmaların kurulmasını sağlamaya yönelik beklentilerdir.
Bu beklenti altyapılardan, A Takıma kadar olan kurumsal dizaynı içerir.
M. United, Paris, Arsenal, M. City takımlarına baktığımızda kurumsal ve küresel şirket yapısı özelliklerindeki başkanlar tarafından kulüpler yönetilmektedir.
Anlaşmaya varılan teknik direktör, anlaşmaya varılan futbolcular ve diğer tüm teknik ekiplerin kalitesi ve hedef için uygunlukları, bir zihniyet farklılığını da net olarak ortaya koymaktadır.
Fenerbahçe hiçbir zaman futbolda bu kaliteye ve hedefe uygun yapılanmaya giremedi, çünkü Aziz Yıldırım’ın kendi hedefleri, egoları kulübün hep önüne geçti.
Ki; bu yanlış Türkiye’nin tüm futbol yapısında geçerli olup, tüm kulüp yapıları o birimi yönetenin egolarının esiri olmuştur.
Yıldırım’ın, hele hele aldığı futbolcuların özellikleri tamamen kendi algılarına uygunluğu ile eşdeğer olarak seçilmiştir.
Ve maalesef seyirciler de kulüp taraftarlığından, başkan taraftarlığına geçirilerek kulüp adeta kişiselleştirilmiştir. En ufak eleştiriye kin ve nefret dolu tavırlarla cevap verilmesinin sebebi budur.
Fenerbahçe’deki potansiyel ve tarihsel süreç, Avrupa kupalarında final oynama kurgusuna sahiptir.
Sadece bunu gerçekleştirebilecek donanımlarda bir başkana ihtiyaç vardır.
Ali Koç’un donanımları ve kültürel farklılığı, Fenerbahçe’nin hedefleri için bir avantajdır. Aynı zamanda bu değişim, Aziz Yıldırım tarzı ile yönetilen tüm diğer kulüplerdeki değişimi tetikleyici öncü bir rol modeli olacaktır.
Bu değişim Aziz Yıldırım’ın özgürleşmesi açısından da bir fırsattır.
Çünkü Fenerbahçe’de uyguladığı baskı anlayışı, aslında kendi kendini esir alarak, kulüp üzerinden kendisini esaret altına sokmuştur. Ve otoriter tek adam anlayışı ortaya çıkmıştır.
En kötüsü de bunu bir yaşam şekli haline getirmesidir.
Yanlışı doğru olarak kabul edip, doğruya savaş açmasıdır.
Bu bir zihniyet farklılığıdır.
Ve bu zihniyetin doğrusu ile değiştirilmesi gerekir.
Bu özgürleşmeden anlaşılmaz.
Müslüm Gülhan / NationalTurk