Mısra Hanım’ın hikâyeleri örgütlediği yer
NationalTurk yorumcusu Müslüm Gülhan’ın bu haftaki “Mısra Hanım’ın hikâyeleri örgütlediği yer” başlıklı yazısı;
Demokratik teamülleri oturtamamış toplumlardaki saygı görüntüsünün içeriği korkudur.
Korkuyu oluşturan bileşenleri kurgulayan yapı ise devlet mekanizmasıdır. Bir sistem kisvesi altında kendini korur. Ve her şey, bu süre içinde insanlık alanından çıkıp devletin taleplerine yönelir. Devlete sadakat politikası insanın tüm erdemlerini metalaştırır.
Yaşamın varlık sebebi bir mekanizma olur. Her şeyin ‘insan için’ olması gereken süreçte artık her şey ‘devlet için’ haline getirilir. Ve böyle toplumlarda, anne ve babaların çocuklarından önce ölme özgürlükleri ellerinden alınır. Metalaştırılan sanat, metalaştırılan sağlık, metalaştırılan eğitim, metalaştırılan bilim, metalaştırılan spor… Bu kurguların tamamı, devletin bekası adı altında tüm özgür ve yaratıcı benliklerini kaybeder. Ortaya bir demir yığını kalır.
Ve yığının içinde, yaşanmış ve yaşanacak hikâyeleri olan çocukların tertemiz bedenleri yatar. Ama hareketsiz görünüp koşan çocukların…
Hikâyelerinin peşinden koşarlar…
Daha yaşanması gereken hikâyelerinin… Niye hikayelerinin ellerinden alındığını bilmezler. Bir ‘kader’ kandırmacasının içinde, hikâyelerinin kahramanı olmak için sakladıkları umutlarını bir hemzemin geçidin altında kaybetmelerini bir türlü anlayamazlar! Anlayamazlar çünkü, hemzemin geçidin öncesindeki ve sonrasındaki farkı kimin neden yaptığını da anlayamazlar!
Anneleri ve babaları da anlayamaz…
En ‘ucuz şeyin insan hayatı’ olduğu gerçeğiyle yüzleşmek acı verir insana.
Neden çocuklarından önce ölme özgürlüklerinin ellerinden alındığını anlamaları da mümkün değildir.
Ebeveynlerin toprağa olan sevgisindeki içerik, canlarını ancak ona teslim etme güçlerini olmasından kaynaklanır.
Güvenecek bir tek yer tertemiz bir toprak parçasıdır.
Ve acılarını örgütlemeye çalışırlar. Önce, kendi yüreğinde başlar örgütlenme, sonra tüm kılcallarına kadar nüfus eder. Hayatta kalmanın, dayanmanın gerçeğidir örgütlenmek. Kendisiyle başa çıkarak, kendi içlerinde bir ifade şeklini acıyı ıslah edecek şekilde örgütlerler.
Hikâyeleri örgütlemek için önce acıları örgütlemeleri gerekir.
Bu gerçek bir insanlık erdemidir. Kayıtsız şartsız dik duruşun onurudur. Zaten yaşamları için ödenebilecek en ağır bedeli ödemişlerdir.
Ama ellerinde çocuklarından kalan çok değerli hikâyeler vardır. O kısacık yaşamlarda ortaya koydukları değerlerin oluşturduğu hikayeler. Ve yaşanmamış olup acıyla örgütlenen hikâyeler…
Şimdi anne ve babaların tek çabası bu hikâyelerin paydaşlarını bulmak.
Mısra Hanım’ın yaptığı gibi…
Oğuz Arda’nın Sel Çocuk Derneği’ni kurmasındaki amaç budur.
Beş metrekareye, 9 yaşındaki Oğuz Arda’nın Galatasaray’dan Barselona’ya uzanan koca bir dünyasını kapsayan hikâyelerini sığdırmaya çalışıyor. Orası bir dernek odası değil, hikâye evi. Yaşamın karşılığı için paydaşları bulma yeri.
Oğuz Arda’nın hikâyelerinin paydaşlarını bulmak için Mısra Hanım’ın ortaya koyduğu iradeyi anlatmak haddimiz değil tabii ki…
Bir acının örgütlenmesinin saygınlığından sonra, hikâyeleri toplamak ve bir dernek çatısı altında toplanmak çok kolay olmasa gerek. Yarım kalan hikâyeyi tamamlamak için kurulmuş olan bu derneğe katkı sağlamak ve bu kurgunun nasıl bir sorumluluk olduğunu anlayabilmek için o odayı görmek gerek.
Tıpkı o 25 can gibi, Oğuz Arda’nın da beklentilerini anlamak belki iki veya üç resme bakmakla yeterli olamayacaktır. Çocukların hikâyelerindeki ütopik kurguları ve sevgi dolu içerikleri anlamak hiçbir zaman mümkün olamaz. Onların temiz sevgilerine karşın, ebeveynler olarak, sevgiyi örgütlemekteki basiretsizliğimiz bizleri sürekli bir ‘yas’ ritüelleri içinde kalmamıza neden olmaktadır.
Sevgiden korkar hale gelen ‘ruhsuz’ varlığımızın korkuları kendine hücre yaratır. Bu hücrede, bazı şeyleri ‘anlama’ yetimizi ‘kaybetmek’ için kendimizi ‘ikna’ eder duruma geliriz. Bu duyarsızlık, kendimizi ve çevremizi koruduğumuzu sandığımız anda, sahip çıkamadığımız değerleri başkalarıyla beraber kaybetmemize neden olur.
Geriye, hikâyeleri toplayanların örgütlü acılarına yanaşmak kalır.
Müslüm Gülhan – NationalTurk