CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu Başbakan Binali Yıldırım ve hükümete çağrıda bulunarak Reza Zarrab dosyasının yeniden açılmasını ve yeniden yargılanmasını talep etti.
Kılıçdaroğlu, “Sayın Binali Yıldırım’a açık çağrı yapıyorum. Türkiye’yle ilgili davanın Amerika’da görüşülmesi beni rahatsız ediyor. Samimi bir çağrı yapıyorum. Madem ki savcılık soruşturma açtı. Gel Binali Yıldırım, parlamentoyu harekete geçirelim. Bizim ülkemizde demokrasinin olduğunu, adaletin olduğunu, rüşvet dağıtanın da yiyenin de suçlandığını ve mahkum edildiğini bütün dünyaya ilan edelim. Gelin dosyayı yeniden açalım, soruşturma komisyonu kuralım. Bu olayı Amerikan yargısına değil biz çözelim. Biz kendi pisliğimizi kendimiz temizleyelim. Bu samimi çağrımı yapıyorum” diye konuştu.
CHP’nin Türk kadınına seçme ve seçilme hakkının verilişinin 83’üncü yıl dönümü nedeniyle, Ankara Spor Salonu’nda düzenlediği “Eşitlik ve Adalet Kadın Buluşması”nda konuşan Kılıçdaroğlu’nun sözlerinden satır başları şöyle:
Buradan Ankara’dan, bütün dünyaya bütün kadınlara sesleniyoruz. Siyasette daha fazla olunuz, gücünüzü gösteriniz. Gösteriniz ki haksızlığı hukuksuzluğu yaratanlar kaçacak delik bulamasınlar. Bugün önceki genel başkanımız Deniz Baykal’ı Almanya’ya yolcu ettik. Bütün dualarımız Deniz Baykal ile. İnşallah kısa sürede sağlığına kavuşur. Gönlü burada, o çünkü yıllarını cumhuriyet için verdi, mücadele etti, demokrasi için mücadele etti. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ilkeleri için mücadele etti. Deniz Bey’e şifalar diliyoruz.
İkinci önemli nokta, Kudüs… 68 kuşağından çok sayıda gencimiz bugün Filistin topraklarında yatmaktadır. Filistin’in özgürlüğü ve bağımsızlığı için gittiler. Hakları ve özgürlükleri ve devlet kurmaları bizim için önemlidir. Filistin’e Filistinlilere bu salondan yüz binlerce kadının selamını gönderiyoruz. Sizin devlet talebinizi, demokrasi talebinizi destekliyoruz.
Kudüs Ortadoğu’nun kilit taşıdır. Kudüs üzerinde kimse oyun oynamasın. Eğer yanlış bir karar alırlarsa, Ortadoğu’da yeniden kanın, gözyaşının nedeni olurlar. İsrail ile Filistin’in bir araya gelip görüşerek devletlerini kurmalarını, Filistin’i tanımalarını elbette istiyoruz. Hiç kimse onlara olan desteğimizi engelleyemez.
Bugün 5 Aralık, kadına seçme ve seçilme hakkının verildiği 83’üncü yıl. Ben size başka bir örnek vereyim. 1934’te Türkiye’de kadınlar seçme ve seçilme hakkına sahip olurken, Fransa 1944’te, İtalya 1946’da verdi, Japonya 1945’te verdi, Çin 1947’de verdi, Yunanistan 1952 yılında verdi. Belçika 1960 yılında verdi. İsviçre 1971 yılında verdi. Bu, Mustafa Kemal Atatürk’ün ne kadar sağduyulu düşündüğünü, eşitliğe ne kadar önem verdiğini gösteren en temel kurallardan birisidir.
Çünkü Gazi Mustafa Kemal Atatürk şunu çok iyi biliyordu ve yaşamının ayrılmaz bir parçasıydı. Erkekler cephede savaşırken, onlara top mermisini götüren bu ülkenin yılmaz kadınlarıydı. Ve o kadınlara şükran borçluydu. Ve Atatürk 1934 yılında bunu verdi. Yeter mi? Hayır yetmez. Cinsiyet kotasını, en sağlıklı şekilde getiren CHP’dir. İlk Genel Başkanlığımdan sonra yüzde 33 cinsiyet kotası getirdik. Aynı zamanda yüzde 10 gençlik kotası getirdik. Yeter mi? Hayır. Ama bunun parlamentoda siyasi partiler yasasına da girmesi lazım. En az yüzde 33 oranında cinsiyet kotasını kabul etmesi lazım. Ben bütün kadınların önünde söz veriyorum, önümüzdeki günlerde grup başkanvekillerine talimatım; Yüzde 33 cinsiyet kotasını içeren siyasi partiler yasası değişikliğini TBMM’ye sununuz.
Sizden isteğim, bütün kadınlardan isteğim; biz bunu genel kurula indirdiğimizde kadınlara haber vereceğiz. Kim yüzde 33 cinsiyet kotasına evet diyor, kim daha fazla yer almalarını istiyor orada göreceğiz. Ve bir şey daha madem ki kadınlar hak istiyorlar, madem ki eşitlik istiyorlar, madem ki çalışmak istiyorlar, üretmek istiyorlar, siyaset istiyorlar; bütün bunların tamamını sağlayan bir parti var. O partinin adı Cumhuriyet Halk Partisi’dir, gelin Cumhuriyet Halk Partisi’ne. Sizin yaşam tarzınızı sorgulamadık, sorgulamayacağız. Size her türlü hakkı verecek olan CHP’dir ve bütün kadınları CHP’nin çatısı altına bekliyorum.
Kırsalda kadın 12 saat çalışır. Dağda çalışır, ovada çalışır, sırtında yük taşır. Ama bu kadın kente geldiğinde ‘çalışmayacaksın, evde oturacaksın’ Niçin? Öyle isteniyor. Biz sizin daha görünür olmasını istiyoruz. Önünüzdeki engellerin tamamının kaldırılmasını istiyoruz. Kadın da aynı haklarla çalışmalı ve üretmelidir, bunu istiyoruz.
Hayatın acısını en derinden yaşayan bu ülkenin kadınlarıdır. Özellikle ekonomik darboğazın en büyük acısını kadınlar çeker. Açlıktan bebeği ölen anneler, soğuktan bebeğini kaybeden anneler, geçen hafta değinmiştim, bir kez daha değineceğim. Konya Ereğli’de 40 günlük Ayaz bebek hayatını kaybetti. Annesi sabah kalktı, çocuğunu emzirmek istedi, baktı çocuğu hayatını kaybetmiş. Tek odalı evde kalıyordu, camları kırıktı, kıştı ve çocuk hayatını kaybetmişti. Bu annenin dramını Man Adası’nda şirket kuranlar anlayamazlar ama bu kadının dramını en iyi anneler anlar. Samsun’da Kübra bebek açlıktan öldü. Van Gürpınar’da çuval içinde çocuğunu taşıyan babanın acısını asla unutmadık.
Size daha dramatik bir olayı aktarmak isterim. Emine Akçay’ın hikayesi. 15 Mart 2012, Emine Akçay Adana’da Seyhan’da oturmaktadır. Yoksuldur, çocukları vardır. Raporda şöyle geçer “Polis ekibinin araştırmasına göre Emine Akçay son 6 lirayı alıp yakındaki oduncuya gitti ve yakacak almak istedi. Oduncu ‘Bacım bu paraya odun olur mu’ deyip, ısrar üzerine 10 kilo odunu doldurup parasını almadan gönderdi. Sırtladığı çuvalla eve gelen Emine Akçak, ıslak olduğu için sobayı yakamadı. Emine Akçay çocuklarının üşüdüğünü görünce saç kurutma makinesini çalıştırıp oğlunun eline tutturdu. Daha sonra diğer odaya geçip kendisini astı.”
Bu söylediğim orta çağda olan bir olay değil, bu söylediğim 21’nci yüzyılın Türkiye’sinde. Bu söylediğim Emine Akçay’ın dramıdır, bütün kadınların ortak dramıdır. Bu söylediğim Man Adası’nda şirket kuranların dramı değil, Türkiye’de aç ve açıkta kalan milyonlarca kadının dramıdır.
Şimdi ben hepinize sesleniyorum, bütün kadınlara sesleniyorum. Bu düzene evet diyorsanız, ben buna isyan ediyorum. Emine Akçay’ları yaratan düzene isyan ediyorum. Ben Ecevit’in, Atatürk’ün felsefesinden geliyorum. Çünkü ben diyorum ki “Ne ezen ne ezilen, insanca ve hakça bir düzen” diyorum. Kimsenin mağdur olmadığı bir düzen, herkesin özgürce dolaşabildiği bir düzen. Siz sadece kendinizi ve yandaşlarınızı düşünürseniz bu düzen insanca ve hakça bir düzen değildir. Bu düzene karşı hep birlikte mücadele edeceğiz. Ve kahramanları bu ülkenin kadınları olacaktır.
Benim söylediğim bu kadınlar, musluğu açarken 5 çeşit vergi ödüyorsunuz. Ekmek alırken vergi ödüyorsunuz. Çocuğunuza gofret alırken vergi ödüyorsunuz. Ne alırsanız vergi ödüyorsunuz. Ama birileri vergi ödememek için her türlü tezgahı kuruyor. Az önce söyledim Emine Akçay odun almak için vergi öder, Man Adası’nda şirket kuranlar vergi ödememek için, vergi kaçırmak için her türlü sahtekarlığı yaparlar. Ben bunun hesabını sormayacak mıyım?
Durumu iyi olan, köşeyi dönen pırlanta alır vergi yoktur, yakut alır vergi yoktur. Ama bir de 12 saat direksiyon sağlayan kamyon şoförünü düşünün. Dünyanın en ağır vergisini ödüyor. Kamyon şoförü, TIR şoförü, traktör kullanan çiftçi kardeşlerime söylüyorum. Dünyanın en pahalı mazotunu sana satıyorlar. Her türlü vergiyi senin sırtından alıyorlar.
Neymiş millilermiş, yerlilermiş. Sen vergi cennetlerinde şirket kurarsan, sen ne yerlisin ne millisin. Sen ancak ancak olsa gayri millisin sen.
Elinde viski kadehi, ayağında en pahalı şort, altında yatı, bütün limanları gezer o da mazot alır. Bir kuruş vergi ödemez, bir kuruş. Bu ülkenin bütün kamyon şoförlerine, traktör kullanan bütün çiftçilere sesleniyorum. Kardeşim, sen bunun hesabını soracaksın. Ne zaman? 2019’da soracaksın. 2019’da kadın hareketiyle biz bunları sandığa gömeceğiz.
Bir şey daha, ayda 1404 lira alan bir asgari ücretliyi düşünün. Gelir vergisi öder, KDV öder, ÖTV öder, ama bu Man’cılar giderler yurtdışında tezgah kurarlar. Diyorlar ki ‘efendim dokunmayın…’ Hepsine dokunacağım, hepsini gece uyutmayacağım. Bu milletin vicdanını ayağa kaldıracağım. 1 Sterlinlik şirkete 15 milyon dolarlık para niçin gelir? Hala cevabı yok. Ve bekliyoruz cevabını. Efendim ‘adil vergileme’ getirdik diyorlar. Vergilemede adalet yok. Sen vergi kaçırmak için her türlü dümeni çevireceksin, döneceksin fakir fukaranın kefen bezinden dahi vergi alacaksın. Sonra da dönüp diyeceksin ki ‘Kılıçdaroğlu niye bunları konuşuyorsun’ Konuşacağım, konuşacağım, konuşacağım. Vicdanları ayağa kaldırana kadar konuşacağım.
Hala belgeler sahtedir diyorlar. Kendilerine cevabım çok basit. Madem ki sahteydi, Meclis’te komisyon kuralım, çoğunluk sende. Gelmiyorsun, komisyon kurmuyorsun, sahte olduğunu da sen biliyorsun. Sen istiyorsun ki sahtekarlıklar ortaya çıkmasın. Benim sözüm söz, bunu sonuna kadar takip edeceğim.
Efendim bu bir şirket ticaretiymiş… Bu hangi şirket? Cevap yok. Ortakları kim? Cevap yok. Transferler niye yapıldı? Cevap yok. Şirketin sermayesi ne? Cevap yok. Sıtkı Ayan kimdir? Cevap yok. Kazım Öztaş kimdir? Cevap yok. Sevgili Erdoğan, gözlerinden öpüyorum seni, sen bilmiyorsan ben sana söyleyeyim. Oğluna sor, damadına sor, dünürüne sor. Onlar gayet iyi bilirler. Hepsini biliyorum bunların.
“Enişten Ziya İlgen’in Man Adasında şirketi var mı?”
Sevgili Erdoğan doktoru yanına al. Enişten Ziya İlgen’in Man Adası’nda şirketi var mı? Enişte, Man Adası’nda niye şirket kursun? Bunları bileceğiz. Ve bu şirketin sermayesi nedir?
Şimdi aklı evvel bir tane de AK Partili vekil var. Geçen şöyle açıklama yapmış. “Kılıçdaroğlu’nun evi aranmalı, belgelere el konulmalıdır” Sanıyorlar ki, benim evimde onların yaptığı sahtekarlık var. Ben sayın Külünk’ü hanımefendiyle beraber evime davet ediyorum, buyursun gelsin. Biliyorum benim evim onun evi kadar zengin değil. Mütevazı bir ev. Gelsin eşiyle beraber, arzu ederse bütün evimi gezdirebilirim kendisine. İstediği kitabı alır. Ama bir şeyden emin olmasını isterim. Vallahi de billahi de benim evimde ayakkabı kutusu yok.
AK Partili kardeşlerime seslenmek isterim. Daha belgeyi görmeden sahte ilan ettiler. Bir de o cumhurbaşkanlığı koltuğunu işgal eden zatın avukatı ‘sahtedir’ Ya bir belgeyi eline al bakalım. Sahtekarlığı siz çok iyi bilirsiniz. Sahtekarlar sizin elinize su dökemez. Her türlü dümen var, her türlü üç kağıt var sizde. Ya ben eski maliyeciyim, eski hesap uzmanıyım. Mal nasıl götürülür senden daha iyi bilirim. Senin hırsızlığını çok daha iyi ortaya çıkarırım.
AK Partili kardeşlerime seslenmek isterim. Ben senin oyuna her zaman saygı gösterdim. Sen vatanseversin, benim gibi. Siyasal düşüncene de saygı gösteririm. Ama elini vicdanına koy. Şu sorumu bir düşün. Senin 2002’de oy verdiğin Recep Tayyip Erdoğan 2017’deki Recep Tayyip Erdoğan mıdır? İstanbul’dan geldi, Keçiören’de mütevazı bir apartman dairesinde kaldı. Milletvekili lojmanlarını sattı ‘Ben de bu millet gibi yaşayacağım’ dedi.
2017’de milleti tepeden gören, ağzına gelen her şeyi söyleyen, servet içinde yüzden ve servetinin hesabını milletin önüne koyamayan bir Recep Tayyip Erdoğan var. Sevgili AK Partili kardeşim, bu gerçekleri vicdanında sorgula. Ama senin düşünme zamanın geldi artık.
Siyasette ahlak olmazsa olmaz. Adalet olmazsa bir ülkede olmaz. Milyonlarca mağdur yaratılırsa bu olmaz. Devlet adaletle yönetilir. Bilgiyle, tecrübeyle yönetilir.
Şimdi de kafayı iş adamlarına taktılar. Açıklama yapıyor, “Önce kabinemize sesleniyorum” diyor. “bunların hiçbirine” yani iş verenlere. “Çıkış izni asla vermemelisiniz” Yani yurtdışına iş adamlarını çıkaramazsınız. Bunlar vatan hainidir diyor. E biz de onun için sana iyi gözle bakmayız. İşadamına gidiyorsun niye dışarı gidiyorsun? E gidip sorsana Man Adası’nda ne işin var diye…
Hiç birisinin can ve mal güvenliği yok. Hiçbirimizin can ve mal güvenliği yok. Tek adam rejiminin Türkiye’yi getirdiği nokta. Ben Sayın Erdoğan’a tavsiyede bulunayım. Sen Türkiye’den iş adamlarının kaçmasını istemiyorsan, bütün milletvekillerini serbest bırakacaksın. İki, gazetecileri serbest bırakacaksın. Üç, medya özgürlüğünü sağlayacaksın. Dört, yargı bağımsızlığını sağlayacaksın. Üniversiteleri susturmayacaksın. Beş, görevine son verdiğin bütün akademisyenleri, bütün hocaları iade edeceksin. Semih’i ve Nuriye’yi derhal görevlerine başlatacaksın. Ben sana bu ülkeyi seven, bu ülke için mücadele eden sade bir yurttaş olarak sesleniyorum. Ülkeni seviyorsan bunu da yapacaksın.
Şunu da düşünsün Erdoğan, yahu bu ülkede huzur bırakmadın. Konuşuyorsun 80 milyon geriliyor. Bir de makul bir konuşma yap ya. Gerilimden ne çıktı? Kavgadan ne çıktı? Soru sorduğun zaman kıyameti koparıyor. Sanıyor ki ben bağırdıkça onlar susacak. Sen istediğin kadar bağır, asla ve asla bizi susturamazsın.
Devlet hukukun üstünlüğü içinde yönetilir, adaletle yönetilir. Şantajla tehditle yönetilmez. Ekonominin geldiği hale bakın. Sayın Erdoğan’a söyleyeyim, git bir bak bakalım. Mobilyanın başkenti İnegöl’e git bakalım. Yaprak kımıldamıyor niçin? OSTİM’E git bakalım, yaprak kımıldamıyor. Sorumlusu kim? “Bunun sorumlusu CHP’dir diyecek” Sevgili Erdoğan ülkeyi sen yönetiyorsun farkında mısın?
Beyefendi sarayda tüpgazı unuttu. Yahu tüpgazın fiyatı 100 liraya yaklaştı. Sen bunu biliyor musun? Son 1 yılda kuru fasulyeye yüzde 31, nohuta yüzde 30, limona yüzde 26, patatese yüzde 49, yumurtaya yüzde 20, süt yüzde 14 zamlandı. Peki ücret artışları ne oldu? Yüzde 7,9. Her şeye zam, fatura ücretliye, çiftçiye çıktı.
“Faizci Tayyip diyorlar”
Kimse ona söyleyemez ben söyleyeyim. Millet ne diyor Tayyip için biliyor musun? “Faizci Tayyip” diyorlar. En çok parayı faizcilere ödedi, tefecilere ödedi. Örnek, 15 yılda sadece yurtdışındaki gruba ödediği faiz 145 milyar dolar. “Biz IMF’den borç almadık” doğrudur ama tefeciden borç aldın kardeşim.
Bekir Bozdağ diyor ki karanlık güçler, baronlar benim istifamı istiyorlarmış. Ben sizi zaten çok iyi biliyorum. Baronlar, karanlık güçler ve siz… İstediğiniz projeyi hazırlayın, Kılıçdaroğlu kaya gibi bu ülkenin hakkını, hukukunu, adaletini sağlayacak.
Suriyelileri de sormuştum. Demişti ki “Suriyelilere 30 milyar dolar harcadık” İyi peki kardeşim, ben de çıktım sordum. Bu 30 milyar doları nerede harcadın? Kimin için, ne zaman harcadın? Recep Akdağ cevap verdi. Efendim “Yol yaptık, yoldan Suriyeliler geçmiyor mu?” Allah akıl fikir versin. Vallahi de billahi de buraya harcamadın.
Peki, abileri konuştu. Efendim diyor “Suriyeliler için AFAD eliyle 2,3, belediyeler olarak 6 milyar, STK 1,2 harcadık. Asıl büyük yardımı milletimiz yapıyor” diyor. Topladım hepsi 9,5 milyar dolar ediyor. 20 milyar 500 milyon dolar ortada yok. İçinizde 20 milyar dolar para harcayan milleti duydunuz mu siz? Hala soruyorum sevgili Erdoğan, bu 20 milyar doları nerede harcadın, kimin için harcadın. Bu 30 milyar dolarla bütün Suriyelilere ev yapılırdı. Üstelik 25 milyar dolar da artardı.
Gelelim, hayırsever işadamı Rıza Sarraf’a. Dün hayırsever bir işadamıydı, devletin protokolünde yer alıyordu. Rıza Sarraf en önde oturuyor. Havuz medyası, buradan onlara da seslenmek istiyorum. Televizyona çıkardılar, Türk bayrağını arkasına koydular. Bir sahtekarın arkasına Türk Bayrağı’nı fon olarak kullanan havuz medyasını kınıyorum. A Haberi de kınıyorum, A televizyonu da kınıyorum. Bu sahtekarı, şarlatanı hiç utanmadan televizyona çıkaracaksınız, arkasına türk bayrağını koyacaksınız. Bir de tweet atıyorlar “Rıza Sarraf’a şeref madalyası takmalıydık” E şimdi tak bakalım. Ama ben senin boynuna neyi takacağımı çok iyi biliyorum. Sen vatan hainisin. Bir sahtekara, kendini bilmeze, bir rüşvetçiye Türk bayrağını fon olarak kullandırtamazsın. Kullandırtan adam vatan hainidir.
Oturdular bakanlar getirdiler, önünde diz çöktü bakanlar, plaketler verdiler. İtiraz edildi, rüşvet çarkı çıktı ortaya. Meclis’te komisyon kuruldu. AK Partinin milletvekilleri rüşvet alan bakanları akladılar. Rüşvet alan bakanların yüce divana gitmesini engellediler. Kimdi bu milletvekilleri? Hakkı Köylü, Kastamonu milletvekili. Sahtekarı aklayan bir kişidir. Yılmaz Tunç, Bartın milletvekili.
Kemal Şerbetçioğlu, Bursa milletvekili. İlknur İncegöz, Aksaray milletvekili. İsmet Su, Bursa milletvekili. Bilal Uçar, Yusuf Başer, Ayşe Türkmenoğlu, Konya milletvekili. Ben bunlara denmiştim ki “siz Rıza Sarraf’ın önüne yatıyorsunuz” Şimdi yattığınızı daha iyi görüyorsunuz daha iyi görüyorsunuz değil mi? Benim haklı çıktığımı daha iyi görüyorsunuz değil mi? Ve yurtdışına çıkış yasağını kaldırdılar. Bu nasıl devlet anlayışıdır?
Amerika’da gözaltına alındı. Bizimkilerde bir telaş. En çok da gözünden öptüğüm adam telaşlanıyor.
Şu Amerikalıların da yaptığı zulüm, vereceksin kardeşim ‘vermiyorum’ diyor. Sonra şeref madalyası takılacak kişiyi Amerika hapse attı. Nota verdik, iki sefer. Şimdi AK Partili kardeşlerimin vicdanına sesleniyorum. Bir sahtekar için, rüşvetçi için iki kez nota veren hükümet, Kuzey Irak’ta askerlerin başına çuval geçirdiğinde bir nota bile vermedi.
Korku neydi biliyor musunuz? Ya Rıza Sarraf konuşursa. Adam sonunda bülbül kesildi konuşmaya başladı. Rıza Sarraf, sahtekardır ama devletin sırlarını da parayla alan birisidir. Bakanlara rüşvet veren birisidir. Önünde diz çöktüren biridir.
Tarih 11 Ekim 2013; Rıza Sarraf’la dönemin işçileri bakanı telefonda konuşurlar.
Sarraf, “MİT beni takip ediyor. Emniyet beni takip ediyor. Bu doğru mu?” diye telefon ediyor. Güler’in cevabını okuyorum “Abicim sen hiç o konuda rahat ol. Sen rahat ol. Vallahi böyle bir şey varsa, senin önüne ben yatarım ya. Senin içişleri bakanlığında bir şeyin yok, MİT de bir şeyin yok.” Yani bir şeyin olursa ben senin önüne yatarım diyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin İçişleri Bakanı söylüyor. Bakana diz çöktürmüş, neyle parayla. Devletin sırlarını öğreniyor, neyle? Parayla.
Sarraf’ın rüşvet dağıttığı birisi de Süleyman Aslan. Buna da Erdoğan sahip çıktı. Bakın ne diyor genel müdür için. Ayakkabı kutusunu evde tutup içine dolarlar koyan Erdoğan ne diyor: “Banka genel müdürünün dürüstlüğünden şüphem yoktur” Sormuyor ya arkadaş, kendi bankası dururken evde ayakkabı kutularının içine dolarları niçin istiflesin? Bunu sormuyor. “Olsa olsa saflığının kurbanı olmuştur. Olayı farklı yerlere çekme gayreti var” diyor. Bir şarlatan, bankanın genel müdürüne açıkça rüşvet verdi. Fakat bu yetmiyor, o da çok önemli.
Bu hükümetin tuttuğu avukat. New York’ta mahkemede savunuyor Rocco. Rıza Sarraf diyor ki “ben rüşvet verdim” diyor. Bu avukat söz alıyor, hükümetin tuttuğu avukat. “Yüksek makamlara rüşvet yollayan Atilla değil, Zarrab’tı. Süleyman Aslan Zarrab’tan utanmazca rüşvet aldı” Açık ve net Zarrab’ın Süleyman aslan’a rüşvet verdiğini söyledi. Senin gönderdiğin avukat o genel müdürün rüşvet aldığını söyledi. Sen ne yaptın? Ziraat bankası yönetim kuruluna atadın.
Sarraf bülbül gibi ötünce vatansever olmaktan çıktı, hain oldu. Tıpkı FETÖ gibi, aynı menzile yürüyorlardı. Şimdi düşman oldu. Ne istediyse verdiniz. Sarraf’a da ne istediyse verdiniz. Bakan istedi, verdiniz. Her şeyi para karşılığında yaptınız.
Savcılık soruşturma açmış. Gizli kalması gereken bilgileri temin ettiği gerekçesiyle mal varlığına el konulmasına karar vermiş. Sarraf’ın casus olduğunu ben zaten daha önceden söylemiştim. Ben şu soruyu sordum. Sarraf’a bu bilgileri kim verdi? Devletin sırlarını kim verdi?
Rıza Sarraf’ı da izleyen bu devletin saygın kurumları var. 18 Nisan 2013 tarihinde dönemin başbakanı Erdoğan’ın önüne bilgi notu bırakılır, konusu Rıza Sarraf’tır. MİT, 3 sayfalık bilgi notu bırakılır. Yapılan tüm sahtekarlıklar anlatılır. “İran’a yönelik ambargoya rağmen, İranlı şahısların para transferini gerçekleştirmesi bağlamında, Sarraf’ın yakın gelecekte ABD tarafından yasaklı kişiler listesine dahil edilebileceği, Türkiye – ABD ilişkilerinde sorun yaşanabileceği, Ebru Gündeş evliliği nedeniyle kamuoyunun dikkatlerini üzerine çeken, Ekonomi bakanı Çağlayan ve Bakan Güler ile ilişkisinin ortaya çıkması halinde hükümet aleyhine kullanabileceği değerlendirilmektedir “diyor. Ne zaman bu tarih, 17 – 25 Aralık’tan 9 ay önce söylüyor.
Ben Recep Tayyip Erdoğan’a söylüyorum. Bu sahtekarlığın yaptığı dolandırıcılık, bakanlarına verdiği rüşvet. Senin önüne konuldu. Sen ne yaptın? Sen bu dosyayı kapattın? Sen sahtekarlığı görmezden geldin. Şimdi casusmuş efendim, e zaten casus, zaten sahtekar. Bu bilgileri kim verdi? Bu bilgilerin tamamını senin bakanların, yani senin hükümetin verdi. Senin hükümetin Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne ihanet etti. Bütün sırlarını götürüp Sarraf’a teslim ettiler.
Ben bunları söyledim, savcılar kulaklarını tıkıyordu. Hala rüşvet dağıtıyordu. Şimdi uyandılar. Erdoğan diyebilir ki “Rıza Sarraf beni kandırdı” Tıpkı FETÖ beni kandırdı gibi, PKK beni kandırmadı gibi. Valla söylüyorum Erdoğan, Sarraf seni hiç ama hiç kandırmadı. Bütün olaylardan senin ta en başından beri haberin vardı. 17 – 25 Aralık’tan 9 ay önce bu devletin en saygın kurumu 3 sayfalık bilgi notu konuldu. Sen o dosyayı da kapattım. Efendim kim verdi bilgileri? Senin hükümetin verdi.
Şimdi soruşturmayı yapan savcılara sesleniyorum. Savcı kardeşlerim, sahtekarın peşine düştünüz, biraz geç düştünüz. Onu beraat ettirdiniz, soruşturma dosyasını kapattı bazı savcılar. İlk yapacağınız iş Sarraf soruşturma dosyasını kapatan hakimleri savcıları meslekten atacaksınız. Onlar bir sahtekarı savundular.
İki, ona o bilgileri veren bakanları, hükümeti de sorgulayacaksınız. Rıza Sarraf’a ben bilgi vermedim, telefonla konuşmadım. Yan yana gelmedim, her konuştuktan sonra aleyhime dava açtı. Ben de şunu söyledim “açmazsanız namertsiniz” dedim. Ben haklı çıktım.
Bu devlet sırlarını satmak yeni değil. FETÖ terör örgütüne kozmik odayı açan bunlar değil miydi? Bunların yatacak yeri yoktur. Eğer vatana ihanet eden birilerini arıyorsunuz, o birilerinin başında sarayda oturan vardır.
Sevgili Erdoğan, senin bakanların Sarraf’a her türlü bilgiyi verdi. Sen kozmik odayı terör örgütüne açtın. Sen başbakan değil miydin? Bütün bunlardan haberin yok muydu? Kuş uçsa haberin vardı senin. Hesabını vereceksin kardeşim, hesabını 2019’da sandıkta soracağız.
Sayın Binali Yıldırım’a açık çağrı yapıyorum. Ama Türkiye’yle ilgili davanın Amerika’da görüşülmesi beni rahatsız ediyor. Samimi bir çağrı yapıyorum. Madem ki savcılık soruşturma açtı. Gel Binali Yıldırım, parlamentoyu harekete geçirelim. Bizim ülkemizde demokrasinin olduğunu, adaletin olduğunu, rüşvet dağıtanın da yiyenin de suçlandığını ve mahkum edildiğini bütün dünyaya ilan edelim. Gelin dosyayı yeniden açalım, soruşturma komisyonu kuralım. Bu olayı Amerikan yargısına değil biz çözelim. Biz kendi pisliğimizi kendimiz temizleyelim. Bu samimi çağrımı yapıyorum.