Yılların deneyimiyle eksen kayması tartışmalarına çok konuşulacak bir tespitle katılıyor Kamran İnan… Öyle bir tespit ki bu, Türkiye’nin ekseni 180 derece kayabilir. “Türkiye NATO’dan çıkartılabilir” diyor. Ta 1952’de Türkiye’yi NATO’ya kabul ederken gizli tutunaklarda dile getirilen ve hâlâ açıklanmayan sebepler yüzünden…
Endişeli, hem de çok endişeli! Düşünüyor, taşınıyor, her zamanki gibi okuyor, dinliyor, tartışıyor, yorumluyor, çıkan sonuçlar hiç temenni etmese de onu korkutuyor. Korkuyor olmasından dolayı değil elbette ama yarım asırlık siyasi ve diplomatik deneyiminden, kültürel birikiminden ötürü onun fikirlerine başvurmaya karar vermiştik yazı işleri toplantısında. Çünkü Kamran İnan, 1973 yılında Adalet Partisi’nden Bitlis Senatörü seçildiğinden bu yana hem iç politikada hem de dış politikada önemli kararlara imza atmış bir isim. Biz üstlendiği görevlerden birkaçını sayalım sadece; 1979’dan 1983’e kadar Birleşmiş Milletler Örgütü Türkiye Daimi Temsilciliği görevini sürdürdü. TBMM Dış İlişkiler Komisyonu Başkanlığı yaptı. ANAP hükümetlerinde devlet bakanlığı görevlerini üstlendi, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı oldu… Bir diğer önemli özelliğini de belirtelim, her seçimde çok rahat biçimde Meclis’e girdi, partisi ister yükselişte olsun, ister tepetaklak gitsin! Az bulunur bir siyasetçi olarak zamanında bırakmayı da bilen biri, ki kazanması garantiyken üstelik!
“Yaşlandım, gençlerin önünü açmak lazımdı. Zamanı gelmişti” diyor köşeye çekilme kararının gerekçesini açıklarken… Siyasetten sadece siyasetçi olarak kopmuş, ama birikimlerini aktarmak için yaşına bakmaksızın koşturuyor. Milli Güvenlik Akademisi’nde AB ve Türkiye ilişkileri konularında dersler veriyor. Makaleler yazıyor. Son olarak 12’nci kitabı “Bir Ömür”ü çıkardı. Kendi deyimiyle “Çemberin dışında kalmamak için…”Afrikalılar’ın bir atasözüyle devam ediyor; “Bir yaşlı adam ölünce bir kütüphane yanar.” O, kütüphane yanmadan bütün eserleri kaçırıyor! Ankara’daki evinde bizzat tanık oldum ki, TBMM’nin gördüğü, ender çok okuyan, çok yazan bir siyasetçi o. Görüşlerini onaylayın ya da onaylamayın ama mutlaka kulak kabartın. Zira bizzat görmüş geçirmiş birinin gözüyle her uyarısının altında bir gerçek yatıyor!
Eksen kalmadı ki kaysın!
* Sizinle iki konuyu konuşmak istiyorum. Ama öncelikle ‘Türkiye’de eksen kayıyor mu? Batı’dan kopup Doğu’ya mı yaklaşıyoruz?’ sorularıyla başlayalım isterseniz…
Bir defa eksen kalmadı ki kaysın! Eksen tamamen ortadan kalktı. Cumhuriyet’in kuruluşundan itibaren eksen Batı ile beraberlikti. Orada da yanlış anlaşılmalar var. Batı ile işbirliği, Batılılaşma sadece muhasır medeniyet seviyesi meselesi değildi. Büyük Atatürk tarihten çok etkilenirdi. Baktı ki, tarihte Batı dünyası Osmanlı İmparatorluğu’na ve Türklere karşı… Özellikle Fransa ve İngiltere başta olmak üzere bütün Batı Rusya ile anlaşarak bize vurmuş. İşte onların bize yeniden vurmasını önlemek için beraber olma, nötralize etme yolunu seçmiştir. Yine bakmıştır ki Yunanistan 1821 Mora Yarımadası İsyanı’yla bağımsızlığını ilan etmiş ve bu tarihten itibaren Batı gücünü arkasına alarak hep Türkiye’ye vurmuştur. Onu da nötralize etmek için, Yunanistan’ın bulunduğu bütün kuruluşlarda bulunmanın doğru olacağını düşünmüştür ve doğru bir şey yapmıştır. Ama nerede atladık bunu?
* Avrupa Birliği’nde mi?
Evet. AB’de atladığımız içindir ki bugün çekiyoruz.
* O zaman bu kararı veren Ecevit’ti. Bu gerçeği göremedi mi sizce?
Sayın Ecevit’in kabahati çok az.
* Asıl kabahatli kim peki? Demirel düzeltebilirdi belki hemen sonra. Çünkü Başbakan olmuştu. O mu?
Biliyorsunuz Yunanistan bizim gibi ortak üyeydi. Kıbrıs Harekatı’ndan sonra bizim de itip kakmamızla demokrasinin dönüşüyle 1975 yılında ortaklık anlaşmasını bir tarafa itip tam üyelik başvurusunda bulundu. O zaman Avrupa Birliği Genel Sekreteri olan, İstanbul doğumlu Emile Noel bize haber gönderdi, sonra da geldi, dedi ki, “Siz de müracaat edin. Ya ikinizi de alalım ya da ikinizi de kabul etmeyelim.” Biz ne yaptık? O zamanki Dışişleri Bakanı, “Efendim Yunanistan’ın tek başına girmesinden biz mutlu oluruz, destekliyoruz” dedi… Zamanın Başbakanı sırf merkez sağ koalisyonunu ayakta tutmak için, çünkü bir kanadı AB’ye karşıydı, “Yunanistan AB’ye girmişse girmiş efendim, ne yapalım yani onu izlememiz şart mı?” ifadelerini kullandı ve başımıza bu işler geldi. Ben o zaman senatördüm, senatoda 3-4 defa çıktım, “Bu, cumhuriyet tarihinin en büyük diplomatik hatası olur. Bunun faturası ileride çok ağır çıkar, kanla bile ödemek tehlikesiyle karşı karşıya geliriz” dedim. Dinletemedim… Ve şimdi bu Demokles’in Kılıcı gibi başımızda sallanıp duruyor. Yunanistan da bunu kullanıyor bize karşı.
Fakirlerin ortaklığı olmaz
*Şimdi bir de AB, “Acaba Türkiye’de eksen kayıyor mu?” diyor…
Evet. Çünkü sayın iktidarın çizmeye çalıştığı dış ilişkiler, eksen daha ziyade din ve inanç üzerindendir… Oysa Fransız eski Dışişleri Bakanı Kardinal Richelieu’nün ifadesidir; dış ilişkilerde inancın yeri yoktur. General de Gaulle bunu genişletti, dedi ki, “Dış ilişkilerde ideoloji ve inancın yeri yoktur, sadece milli menfaatler vardır.” Oysa şimdi Türkiye dış ilişkilerde inancı ön plana aldı ve hatta son beyanlarla toprak bağını bile dine bağladı. Bunlar çok tehlikeli yaklaşımlar. Bu, kendi millet ve devlet varlığınızı bir nevi eritmek, ortadan kaldırmak ve siyaseti sadece ümmet ve din esası üzerinden götürmek demektir. Son zamanlarda moda, Ortadoğu’da işbirliği, birlik kurulması ve AB’ye karşı gelmek… Yüksek makam sahibi bir zatın bir ifadesi oldu evvelki gün; “Türkiye artık lokomotiftir” dedi. Peki ama tren olması için vagonlar lazım! Sonra hemen dediler ki, “İşte Ürdün, Suriye, Lübnan!” Ama şimdi bu üç vagona bakıyorsunuz, üçü de boş. Boş vagonlardan tren yapacaklar. İkincisi; bu vagonlardan biri Ürdün, ki bütçesini bile Amerika ve İngiltere karşılıyor ve onlardan ayrılması mümkün değil. Lübnan’ın Batı’yla olan ilişkileri, bilhassa Fransa’yla yakınlığı malum. Suriye’nin potansiyelinin ise maşallahı var, teraziye koyun kefe yerinden oynamaz. Şimdi siz bunları bir defa aynı rayda nasıl götüreceksiniz? İkincisi; şu hakikati hükümetin ve kamuoyunun kabullenmesi lazım, fakirlerin ortaklığı, şirketi olmaz. Bakın örneklere, bir Arap Birliği var, seneler ve seneler boyu bir şey çıkardı mı ortaya? Hayır çıkarmadı. Bir Ekonomik İşbirliği Teşkilatı var. Merkezi Tahran’da. Bahsini duyuyor musunuz? Özal zamanında Karadeniz Ekonomik İşbirliği Teşkilatı kuruldu. Şimdi ismi geçiyor mu? Hayır. Çünkü fakirlerin birbirine verecek bir şeyi yok. Daha geniş manada; İslam Konferansı Teşkilatı’nı ele alalım… İçinde 57 devlet var. Peki ortada ne var? Senede bir iki defa toplanıp, 40-50 karar tasarısı hazırlanır, sonra hepsi masada kalır. Hiçbir şey yok. Buna mukabil bakıyorsunuz herkes AB kapısını çalıyor, 6 devletle başladılar 1957’de Roma Antlaşması’yla… Bugün 27 devlet var. Niye? Çünkü teknoloji var, sermaye var, üretim var, ekonomik güç var, dayanışma var. Şimdi bu ortadayken, sayın iktidar “Ben burada ortaklık kuracağım” diyor.
Sayın iktidarımız dış ilişkilerde din kardeşliğini öne aldı
* Peki ya Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun son açıklamaları ne anlama geliyor?
Dışişleri Bakanı yeni dış politika çerçevesini anlatırken, Kars’tan Fas’a, Sinop’tan Sudan’a, Ankara’dan Aden’e bir coğrafi bölge tarifi yaptı. Dikkat ederseniz bu coğrafya, Amerikalıların birkaç sene önce ortaya attığı ve kimse anlamadığı için havada kalan Büyük Ortadoğu Projesi coğrafyası… Peki, bu coğrafyada Amerika’nın yapamadığını siz mi yapacaksınız ve nasıl yapacaksınız? Bu coğrafyadaki devletlerin bir-ikisi hariç hepsi Washington’ın elinde… Bütün yöneticiler Amerika sayesinde ayakta kalıyor ve hepsi de Batılı sanayileşmiş memleketlerin menfaatlerini temsil ediyor. Bu politikayla siz Türkiye’yi nereye götüreceksiniz? Şimdi Ürdün’le, Suriye’yle, Lübnan’la birleşik kap yapın. Ee onların kabı boş, bizde bir nebze var, ama o da oraya akar gider. Siz bunları arkanıza alarak dünyaya nasıl kafa tutarsınız? Şimdi deniyor ki, Türkiye ile bu dört devletin milli gelirleri 750 milyar dolar! ABD’nin savunma bütçesi yalnız 750 milyar dolar, yıllık bütçesi 3.5 trilyon dolar, milli geliri 11 trilyon doların üzerinde! Şimdi siz bunun karşısında neyi, nasıl yapacaksınız? Devlet gerçekle idare edilir, hayalle değil.
* O zaman bu konuşmalarda AK Parti’nin tabanını dikkate alan bir iç hesap mı var? Yani bunlar hep seçimlere yönelik hamleler mi?
Hayır, bütün bunlar etap etap geliştirildi. İlk büyük darbe Davos’ta yaşandı, sonraki gelişmelerle evvela İsrail’le kapışma oldu, sonunda onların da 21 Mayıs gecesi yaptıkları insanlık dışı hareketle BM Güvenlik Konseyi’nde Amerika’ya karşı vaziyet alıp İran’la yakınlaşıldı… Bir devletin vazifesi önce kendi milletinin menfaatlerinin avukatlığını yapmaktır, başkasının avukatlığını değil. Bu İran aşkı nereden doğdu? Yani 17 Mayıs’ta bir antlaşma yaptık. Çok başarılı diplomatik bir zafer değil. İran’ın en büyük ekonomik ortakları Rusya ve Çin’dir. Bunların ikisi Amerika’yla anlaşmış, o zaman siz ne yapmaya ortalıkta dolaşıyorsunuz? Gidip de Brezilya’yla el ele veriyorsunuz? Siz NATO üyesisiniz, Brezilya değil. Nitekim Amerika’da biri çıktı, “Türkiye’yi NATO’dan atmak lazım” dedi. Oysa Türkiye’yi NATO’ya aldıran da Amerika’dır. Ve bir söz vardır; zor zamanlarda uzatılan el unutulmaz…
* Nasıl?
8 Şubat 1945’i ele alın, Yalta Konferansı’nda Stalin iki defa bir söz kullanıyor, “Sovyetler Birliği boğazına yapışmış eli kırıp atacaktır” diyor. Boğazına dediği Türk boğazları ve el Türkiye… Arkasından takip edin, Kars ve Ardahan’ı istedi ve Boğazların ortak savunmasını ihlal etti. Türkiye tek başına idi ve tek başına olmasına rağmen de dimdik ayakta kaldı. Sonra Amerika Başkanı Truman 12 Mart 1947’de Türkiye’nin bağımsızlık ve toprak bütünlüğünü teminat altına aldıktan başka 500 milyon dolarla ekonomik ve askeri yardım başlattı ve bu 50 sene devam etti. Yani insan hiç olmazsa Truman’dan utanır, sıkılır! Bu nasıl iştir? Gidip de orada parmak kaldırmak, Amerika’ya kafa tutmayı marifet saymak. Bu olmuyor, kusura bakmasınlar… “Global güç olacağım” diyor, olamazsınız efendim. Bölgesel amenna! Ama bu da zorla olmaz. Şimdi bir noktada mevcut hükümetin görüşüne katılırım, biz uslu çocuktuk, Batı’nın her dediğini kabul eden, “Evet efendiciğim” diyen… Bunu biraz Özal, biraz da Ecevit bozmaya çalıştı ama olmadı. Tamam aktif olmak lazım diplomaside, savunmada değil. Ama bunun limitleri var. İddialarınızla imkanlarınız orantılı olacak. ‘Yıkıp atacağım’ demekle, bu olmuyor. Sonra bizim Amerika ile çok güvenli ilişkilerimiz vardı. İlk kırılma nerede oldu? 1 Mart tezkeresinde, 2003’te… Ondan önce haftalarca o müzakereler yapılmasaydı böyle olmazdı. Nitekim Sayın Özal’dan da istediler, o hemen ilk gün “Yapamam” dedi ve izah da etti, hiçbir kırılganlık olmadı… Ama AKP Hükümeti ne yaptı? Hemen pazarlıklar, heyetler… Önce maalesef ‘Gel gel’ dedi… Sonra dünyanın en büyük gücünün prestijini kırdı. Nitekim Amerika Savunma Bakanı, “Türkiye bizim tüm planlarımız alt üst etti ve bu bize çok pahalıya mal oldu” dedi. Şimdiki Savunma Bakanı da diyor ki; “Türkiye bizi hayal kırıklığına uğrattı.” Şimdi de, Amerika açıklama yaptı, “İsrail olayından önce Hamas temsilcisinin Ankara’da temaslarda bulunduğunu tespit ettik” diye. Bu iş değil… Bütün Batı dünyası bu son olaylarda Türkiye’ye güvenini kaybetti. Ve yakında Türkiye’nin NATO’dan çıkarılması gündeme gelebilecek.
* Hangi gerekçeyle?
İran’la yakınlık!
* Bu çok büyük bir iddia değil mi?
Gayet tabii… Ünlü bir Amerikalı gazetecinin daha 1993’te yazdığı kitabının ilk makalesinde medeniyetler çatışmasıyla ilgili bir paragraf vardı, herkesin dikkatinden kaçtı, orada diyor ki; “Türkiye AB’ye girmeye çalışadursun, Türkiye’yi NATO’dan çıkarmak çalışmaları yavaş yavaş başlatılmıştır.” Nitekim Türkiye’nin NATO’ya girmesi çok zor oldu. 1952’deki tutanaklar hâlâ açıklanmadı. Kuzey ülkeleri Türkiye’nin NATO üyeliğine şiddetle karşıydı. Sebep de Türkiye’nin sınır komşuları İran, Irak ve Suriye’nin bir tehlike bölgesi olmasıydı. Bu ülkeler “Türkiye yüzünden bizi savaşa götürmeyin” diyorlardı. Bugün AB de aynı korku içersinde… Çünkü bu 3 ülkeyle komşu Türkiye’yi AB’ye almak demek AB’nin bunlarla komşu olması demektir. O bakımdan Türkiye’nin realist olması lazım.
* O zaman sizce Türkiye kendini ateşe mi atıyor en son yaptığı hamlelerle? NATO’dan çıkarılma tehlikesi olabilir diyorsunuz…
Olabilir… Yani siz tümüyle Batı’yı reddederseniz, Batı’nın karşısında yer alırsanız bu sonuç kaçınılmaz olur.
Azerbaycan’a bile sırt çevirdik, çünkü onlar laik bir ülke
* Bugün Erdoğan’ın bir açıklaması var, “AB bizi oyalıyor” diyor. Katılıyor musunuz?
AB zaten söylüyor, “Biz sizi almayacağız” diyor. Almanya söylemedi mi 10 defa, Fransa söylemedi mi? Siz sanıyor musunuz ki AB yüzde 100 samimi. Hayır, efendim… Avrupa Birliği’ni kullanarak Türkiye’nin devlet kurumlarını güçsüz hale getirmek istiyorlar… Uyum kanunları diye diye polis çalışamaz oldu, yargı çalışamaz hale geldi. Oradan gelen darbelerle, içerden de beslenerek TSK sindirilmek istendi, prestiji kırıldı… Avrupa benim iyiliğimi ister mi? Avrupa benden intikam almak istiyor. Şimdi en uygun zamanı buldu. Aslında Avrupa’nın intikam duygularını frenleyen Amerika’ydı. Budapeşte’deki bir NATO toplantısında o zamanki Amerikan Büyükelçisi Avrupalılara dedi ki; “Biz size Türkiye’yi ezdirmeyiz, bizim müttefikimizdir, Türkiye’yi rahat bırakın!” Ki, ben de sonra gittim kendisine teşekkür ettim… Ama şimdi Amerika’yı da terk etti Türkiye.
* Niçin intikam alıyor Türkiye’den Avrupa Birliği?
Ben Viyana kapılarına gitmişim, İstanbul’u fethetmişim, yetmez mi?
Başbakan ABD’ye niye 18 DEFA gİttİ?
* O zaman siz de kabul ediyorsunuz, Avrupa Birliği bir Hıristiyan kulübü?
Gayet tabii… Şimdi, buna rağmen Amerika benim elimden tutarak götürdü NATO’ya soktu, AB’ye girmemiz zorlaştı, her türlü gayreti gösterdi… Ama şimdi ABD kötü! Peki Amerika bu kadar kötüyse niye 18 defa Amerika’yı ziyaret ettiniz Sayın Başbakan? Richard Perle Washington’un en ileri gelen liderlerinden biridir, savunma bakanı yardımcısıyken tanımıştım, 2002 yılında ‘Yılın Devlet Adamı’ ödülünü almak için Washington’a gittiğimde, bu vesileyle konuşmuştuk… Demişti ki, “Bizim size güvenimiz İngiltere’ye olan güvenle eşittir. Bizim amacımız sizinle el ele vererek Avrasya ve Ortadoğu’yu yeniden şekillendirmek, sizi bölgenin güç merkezi haline getirmek…Ve bilin ki, biz gelecek sene Irak’ı vuracağız.” Ben bunu geldim sayın hükümete aynen naklettim… Şimdi böyle bir halden böyle bir hale geldik Amerika’yla. Niye, faydası ne? İran’ın tarihini inceleyin, Osmanlı ne zaman Batı’yla savaşmış, hep ensemizden bizi vurmuştur, hep bizi kıskanmıştır. Son gelişmelere kadar PKK’nın Suriye kadar savunucusuydu. Bu çok acı… 5 milyar metreküplük doğalgaz anlaşmamız var. Ne zaman kış gelse, Türkiye’nin ihtiyacı çoğalsa bir bakıyorsunuz kesiveriyor. Yok efendim, teknik bir arıza, yok efendim tüketimimiz arttı. Böyle bir ülkeye nasıl güvenirsiniz? Bizim sayın iktidarımız din kardeşliğiyle, kan kardeşliğini karıştırıyor. Ve din kardeşliğini her şeyin üstünde tutuyor. Sayın Başbakan, “Biz Arapsız yapamayız” diyor… Kemal Paşa’nın, Fahrettin Paşa’nın hatıralarını okusun. Arapların bize neler yaptığını bir öğrensin lütfen! Ve sonunda da bir avuç Ermeni’nin Azerbaycan’a tecavüzü karşısında sergilediğimiz manzara ve bugün de sırtımızı onlara çevirmiş olmamız. Niye çeviriyoruz kardeş cumhuriyete sırtımızı biliyor musunuz? Çünkü onlar komünizm eğitimi almış laik memleketler. Laik memleketlerle çok yakınlaşmak istemiyorlar. Ama buna mukabil Arap’a dönüş var. Bu politikayı anlamak mümkün değil. İnsanlar kendi şahsi düşüncelerini devlete mal edemezler. Eğer bu hataların faturasını bunu icra edenler ödeyecekse amenna ama devlet, millet ödüyor. Raydan çıkarsanız da raya tekrar giremezsiniz. Bunlara bakmak lazım. Ama hiç kimseyle istişare yok. Hatta geçen gün Başbakan “Monşerler” diye bir de taş atarak, “Diplomaside kimse bize ders vermeye kalkmasın” dedi… Türkiye, cumhuriyetin en sıkıntılı dönemine girdi ve cumhuriyetin dış politika temellerinin hepsi düştü. Bunun Türkiye’ye faturası çok ağır olacaktır… Bu durum Türkiye’ye karşı kötü niyetleri ve planları olanların bütün hepsini harekete geçirir. Nitekim son gelişmeler neticesi terör hemen yayılmaya başladı.
Erbakan bu kadar aşırı değildi bir limiti vardı
* İsrail’in terör olaylarının artışında bir katkısı var mıdır?
Herkesin olacak. “Biz de Türkiye’nin güçlenmesini önleyelim” denecek. Ve nitekim Avrupa Birliği, Türkiye’yi tehdit kaynağı olarak görüyor. Çünkü AB’de nüfus yaşlandır, bizde dinamizm hâlâ var, bulunduğumuz coğrafi bölge çok önemli… Napolyon’un haklı bir ifadesi var, diyor ki, “Coğrafya milletlerin kaderini tayin eder!” Doğrudur… Avrupa hâlâ, “Bunlar yarın iştahları kabarır da Balkanlardan yürüyüşe çıkarlar mı Viyana kapılarına doğru” diye düşünüyor. Türkiye’nin yolunu kesmek büyük güçlerin değişmez politikasıdır. Türkiye şimdi tam büyümedi, potansiyelini bulmadı ve üstelik de 600 milyar dolarlık bir kamburu, yani dış açığı var. Ama “Ben küresel bir gücüm, lokomotif oldum” diyor… Millet bakıyor arkada vagon yok, olan da boş, lokomotifte yakıt bile yok… Bununla dış politikayı götüremezsiniz, mümkün değil…
* Erbakan da zamanında “İslam ortak pazarı kuracağız“ demişti…
Ama bu kadar aşırı değildi. Sayın Erbakan’ın bir limiti vardı. Biliyordu nerede durulması gerektiğini… Ben kabinede de onunla bulundum, üstelik bir kültürü vardı. Okuyan bir kimseydi. Yabancı dili vardı. Almanya’da tahsil görmüştü… İç tüketim bakımından bazı şeyler yapardı ama devlet dediğin zaman orada dururdu. Şimdi sabah akşam yumruk havada… “İsrail’in kafasına indireceğiz!” İndir efendim, sonra el geliyor, cebe giriveriyor. O zaman ciddiyetinizi, inandırıcılığınızı kaybediyorsunuz… Şimdi dikkat buyurun, ortada karanlıkta bırakılan bir nokta var. Geminin bayrağı! Bir türlü hükümet açıklamıyor. Oysa bazı yerlerde Türk diyor. Nitekim savcılık dosyayı İstanbul’a gönderdi Ankara’dan. O zaman bu Türk vatanına tecavüzdür. Türk bayrağını taşıyan bir gemi anavatanın bir parçasıdır, bu da savaş sebebidir. Peki ne olacak dersiniz?
Haber – Röportaj / Mine Şenocaklı – Vatan gazetesi