Jordan değil ama Hidayet gerçeğimiz

NationalTurk yorumcusu Müslüm Gülhan’ın bu haftaki “Jordan değil ama Hidayet gerçeğimiz” başlıklı yazısı;
Franz Beckenbauer, onun sayfasını açıp baktığımda karşıma inanılmaz bir kariyer çıkıyor, hak ettiği değerleri hangi emek sürecinde kazandığının kısaca açıklanmasının uzunluğu insanı farklı hislere yöneltiyor.
Dünya Kupasını kazanan hem futbolcu, hem antrenör, inanılmaz değer.
2006 Almanya’daki Dünya Kupasını tek başına alıp, organize eden ve başaran kişi. Hiçbir Alman siyasi kurumun karışamadığı organizasyon?
Johan Cruyff, Dünya’ya bir oyun sitemi, bir ekol hediye etti ki; oyunculuğunun yanında bunun değeri ölçülemez bile. Sahada oynarken sistemin kurgusunu bizzat uygulatıyordu. Hem oyunculuğu, hem antrenörlüğüyle futbola verdiği emek ve kattığı değerin ölçülmesi mümkün değil. Michael Jordan, ABD Profesyonel Basketbol Ligi NBA’nın resmi sitesine göre, “Oybirliğiyle, Michael Jordan tüm zamanların en büyük basketbolcusudur.” Başka yoruma gerek yok.
George Weah, Dünya’da saygınlığı ve müthiş kariyeri olan eski futbolcu, Liberya’da yapılan Cumhurbaşkanlığı seçiminde oyların yüzde 40,6’nı almıştı.
Yukarıda örnek olarak gösterdiğim isimlere fazlasını eklemek mümkün tabi ki, bu kadar örnek bile spor insanı olmanın ne demek olduğunu ve nasıl bir misyona sahip olunması gerektiğini ortaya koymaktadır.
Hidayet’i Çavuşoğlu Koleji’nde beden eğitimi öğretmenliği yaptığım dönemlerden tanıyorum. Öncelikli olarak çok iyi bir basketbol oyuncusuydu ve geldiği yeri hak ederek geldi, o zamanki donanımları ve çalışmaları onu istediği yere getirdi, fakat orada nasıl kalınacağını ve gerekli olan entelektüel yapının ne olacağına dair birikimlerinin yetersizliği yüzünden, istenilen düzeyde kalamadı. İşte yukarıdaki isimler ile Hidayet’in ayrıldığı nokta burası; gelinen üst düzey nokta kalabilmek ve o seviye için gerekli olan entelektüel birikime sahip olmak.
Hidayet hiçbir zaman böyle bir ihtiyaç hissetmedi, hatta hissetmesini gerektirecek gerekçilerinde ne olduğunun farkında olmadığına da eminim. Çünkü bu sadece Hidayet’in sorunu değil, bu tüm Türkiye kimliğini taşıyan sporcuların ve sporu bırakmış olan herkesin, antrenörlerin, yöneticilerin ve başkanların sorunu.
Tıkanan süreçlerdeki kriz yönetme becerimiz (!)(ki; spora gerçek değer veren uluslararasındaki insanlardan ve kurumlardan ayrıldığımız en önemli nokta burası) ise onlarla farklılıklarımızı ortaya koyan en iyi ayıraçtır. Tıkanan süreçlerde bulunan çözümlerimiz ortada; doping ve şike ile ilgi ortaya çıkan gerçekler ve soruşturmalar, alınan cezalar…
Maalesef Hidayet de doping sürecine katılmış bir sporcudur, Hem de NBA’da!
Tıpkı olimpiyat şampiyonu olduğunu sandığımız Aslı ve Gamze gibi!
Olimpiyatlar ve NBA, her ikisi de Dünya’da prestiji en yüksek organizasyon ve lig. Tüm Dünya’nın gözü önünde ve milyonlarca sporcunun oraya gelmek için verdikleri emek, mücadele, orada yapılması gerekenler ve mücadeleye bizim bakış açımız ve tıkandığımız noktada başvurduğumuz yöntem; emek vermeden çıkarımıza yönelik dış motivasyonları kullanma becerimiz, inanılır gibi değil.
Ve sonrası; her şeye rağmen kabul görülmenin anlamsız siyasi içeriği… Hidayet için sağlanan imkanlar, Aslı’nın isminin hala spor salonun üzerinde durması, Aslı ve Gamze aldıkları ödülleri geriye iade etmemeleri ve en acısı açılmayan soruşturmalar.
Ben de örnek olarak Bechanbauer, Cruyff, Jordan ve Weah’ı tabi ki örnek olarak göstermek zorunda kalıyorum!
Hem Dünya kamuoyuna yönelik yarışacak ve oynayacaksın, hem de global etik değerleri bir kenara itip, yöresel kabul görmüş saplantılar ile o alanda yarışacaksın, yok böyle büyük bir çelişki.
Ve kendi ülkende sana ait hala çok önemli ayrıcalıkların olacak, hem de siyaset kurumundan!
Spor siyaset üstü bir kavramdır.
Ne spor, ne de sporcu siyasetin güdümüne giremez ve siyasi kimlik ile kendini ifşa edemez, bunlar hep bize mahsus yöresel davranış, feodal ve çıkar ilişkileridir. Weah’ı örnek vermemin sebebi; spor insanı siyasi bir alanda mücadele edecekse, bağımsız olarak gireceği alan olmalı, cumhurbaşkanı adayı olsun ki; bu bağımsız ve en yüksek mevkidir, çünkü bir spor insanı siyaset üstü anlayışı rencide etmeden ancak en yüksek ve bağımsız mevkide kendini sorumlu hissetmelidir, ancak o zaman daha önce edinmiş olduğu misyonun toplumsal tepkisindeki saygınlığı toplar.
Yukarıda saydığım isimlerden hangisi siyasi bir kurumun danışmanı veya temsilcisi olur, olamaz, çünkü misyonlarını ve kimliklerini reddetmiş olurlar, Dünya’da elde etmiş oldukları saygınlığı korumak ve mesleki gelişime katkıda bulunmak onlardan beklenen en büyük görevdir.
Bechanbauer, Cruyff, Jordan ve Weah, ancak başkanları veya cumhurbaşkanları ile çay içip sohbet ederler ve şakalaşırlar, o da kendilerine verilen davet ve resepsiyonda olur. Ama hiçbirine hiçbir kurum siyasi hizmet talep edemez, çünkü mahcup olurlar!
Ve sadece kendi alanları ile ilgili görüş alışverişinde bulunabilirler.
Hepsinin kimliği siyasetin çok üstündedir.
Bunun ne anlama geleceğine dair entelektüel donanımlara da sahiptirler.
O yüzden dünyada herkes tarafından örnek olarak gösteriliyorlar.
Tıpkı benim gibi.
Müslüm Gülhan / NationalTurk