Mor ve Ötesi grubunun solisti Harun Tekin, Gezi Parkı direnişinden sonra başlatılan linç kampanyası sonrası korumayla dolaşmak zorunda kalan oyuncu Memet Ali Alabora’yı BirGün gazetesi için yazdı.
Harun Tekin’in yazısı;
“..bir yazı anlamak/zordur ve anlamlıdır/bana kalırsa/en saygın işidir bir kişinin..”
turgut uyar
1. 2003 yılının başları, George W. Bush zamanları. Irak’a girmek isteyenler var. Bir de dünya çapında kitlesel savaş karşıtı gösteriler. Türkiye’de de Irak’ta Savaşa Hayır Koordinasyonu diye bir şey var. Yeni, samimi ve sivil bir şey (size yakın zamanda olan başka bir şeyi hatırlatabilir, doğrudur). Herkes bağıra çağıra gelen müdahalenin farkında. Hatta çabalarının ve kaygılarının bu müdahaleyi engelleyemeyeceğinin de. Ama iki amaç belli belirsiz kendini hissettiriyor: tarihe not düşmek, ve kendi parlamentomuzun bu ayıba ortak olmasına engel olmak. İşte Gezi’den on yıl önce, o günlerde, bu vesileyle Açık Radyo’da tanıştım Memet Ali’yle. O günlerde tanıdığım başka bazı insanların aksine, beni ve onu takdirle, sevgiyle izleyenleri bugüne dek hiç utandırmadı.
2. Canlandırdığı son karakterin adını taşıyan lisanssız ürün ve “şeyler” arasında sakız da vardı, berber dükkanı da: Memoli, tam anlamıyla bir televizyon fenomeniydi ve Memet Ali o sırada bu ülkedeki en ünlü jönlerden biri, belki de başlıcasıydı. Müzisyenler ve oyuncular biraz “tanısan seversin aslında”dır ya birbirlerine, ben de muhtemelen o ana kadar bizzat gördüğüm en ünlü oyuncuyla karşı karşıyaydım ve hiçbir yere sığmayan dev bir egoyla karşılaşacağımı sanarak ona yaklaştıktan beş saniye sonra bu adamın çok sıra dışı bir ruhu olduğunu anladım. Alçak gönüllü, açık fikirli, enerjik ve çok sahiciydi. Bir de çok zekiydi, ama güzellik yaratan cinsinden.
3. Babylon’da bir “Savaşa Hayır” gecesi yapacaktık o akşam. Sekiz grup ve sanatçının birlikte kaydettiği “Savaşa Hiç Gerek Yok” single’ından hareket eden ama kayıtta yer alamayan müzisyen dostların katkısına da açık bir gece olacaktı. Ama bir sorun vardı: gecenin sadece müzikten oluşmasını istemiyorduk, ve ayrıca çeşitli sanatçıların sahne aldığı her etkinlikte olduğu gibi, aralarda müziksiz dakikalar olacaktı. Dikkatlerin dağıldığı, amatörce bir iş olmasını, daha açık söylemek gerekirse, o yıllara dek muhalif etkinliklere hakim olan dinamiklerle malul olmasını istemiyorduk bu gecenin. Hiç de yapmak zorunda değilken, Memet Ali gecenin sunuculuğunu ve benimle birlikte organizasyonunu üstlendi. Telsiz mikrofonlardan projektör kapaklarına kadar her şeyle beraber uğraştık o gün, ve bir yandan da bir sürü güzel metinden parçalar bulup topladı Memet Ali. Birkaç oyuncu arkadaşıyla beraber, akış provalarını da ihmal etmeden, mükemmel bir sunum hazırladı o akşam için. Benim tahminimin çok ötesinde bir gece oldu, ve o günlerden 1 Mart 2003’e uzanan yol tezkerenin reddiyle sonuçlandı.
4. Aradan geçen yıllarda yolumuz bazen kesişti: küresel ısınmayla ilgili, savaş karşıtı harekete destek veren türlü etkinlikte pek çok kez beraberdik. Bir yandan şaşkınlıkla ve takdirle şunu görüyordum: azımsanamayacak ününü ve gücünü kişisel çıkara tahvil etme sevdasından eser yoktu adamda. Kah Türkiye’nin en saygın klasik müzik dergilerinden birini ortaya çıkaran ekibin başını çekiyordu, kah çok amaçlı bir performans merkezi kazandırıyordu İstanbul’a. Ve televizyonla ilgili çok seçici davranıp, bir miktar da geri planda kalmayı seçerek yapıyordu bunu. Benzerini bu topraklarda pek görmediğimiz bir görgüyle hareket ediyordu, ve hep çok şıktı. Zaten illa iki kelimeyle anlatacaksak, çok şık bir adamdır kendisi. Heberler’de de, bir sendikayı arkadaşlarıyla birlikte iki senede diriltirken de, iyi bildiği herhangi bir konuda ondan yardım isteyen herkesle ne biliyorsa hemen paylaşmaya hep hevesli olmasıyla da.
5. Kemancı Zeki Abi’nin cenazesinde karşılaştığımızda aylardan Nisan’dı ve bir süredir rahat rahat muhabbet edememiş olmamızdan dem vurarak başlayan sohbet, aslında bunun neden böyle olduğuna dair ipuçlarını da içeriyordu: 2010 yılının Eylül ayından beri, yıllardır beraber ses çıkardığımız pek çok dostumuz ezber bozmaktan ezbere konuşmaya geçmişti, ve artan bir ümitsizlk vardı ortada. İstanbul’un canlı müzik hayatında tek başına bir ansiklopedi cildine tekabül eden Zeki Abi’yi uğurlarken, bu ortamın ağırlığından ibaret olmayan bir sıkıntı, birbirimizin yüzünde, sesinde hissetmeye hiç de alışık olmadığımız bir ümitsizlik vardı havada. Giderek yalnızlaştığımızı hissediyor ve ülkenin durumuna dair olumlu cümleler kurmakta zorlanıyorduk. Herhalde iki ay sonra hep birlikte yaşayacağımız o görkemli ve spontan mucizeden haberi olsa, planlamak vs şöyle dursun bunları ucundan köşesinden tahayyül edebiliyor olsa, Memet Ali o gün daha iyimser olurdu.
6. (Biz nasıl bir yerde yaşamak istiyoruz? Gerçek anlamda demokrat olan insanların iktidara ters düşünce polis korumasıyla dolaşmak zorunda kaldığı bir yerde mi? Toplumun bir kısmının bir diğerine karşı sürekli doldurulduğu, statlardan üniversitelere her yerin kriminalize edildiği bir yerde mi? Sesi çok çıkanın beğenmediği herkese ve her şeye darbeci dediği bir cehennemde mi? Yedi gazetenin aynı manşetle çıktığı, televizyonlarında bipleme ve buzlama olmadan dakika geçmeyen bir yerde mi? Torba davalarla binlerce insan hakkı ihlaline imza atılırken, “kararlar hukuki değil, ama adil” cümlesinin destekçi bulabildiği bir yerde mi? Bu sorulara “hayır” diye cevap vermek, öncelikle iktidara değil, iktidarın ve hatta tüm siyasetin diline ve üslubuna dair bir itirazdır. Ahmet İnsel’in son derece isabetli bir biçimde “haysiyet isyanı” diye tanımladığı şey biraz da budur. Ama acı olan şu ki, tam da bu yalın gerçeği gördükleri için hedef haline getirmeye çalıştılar arkadaşımı. Yüz yıllık bayat milliyetçi söylemlere ya da “yetmez ama n’apalım” tuhaflığına bir an için savrulmuş olsa, dili ve üslubu biraz olsun onu bugün sıkıntıya sokanlarınkine benzese hiç bunları yaşar mıydı Memet Ali? Sanmam.)
7. Bir tweet ve bir tiyatro oyunu. Bu ikisi üzerinden başlayan karalamalara karşı çıkmak, bıkmadan usanmadan hakikati hatırlatmak zorundayız: “mesele SADECE gezi parkı değil arkadaş sen hala anlamadın mı?” cümlesinden “SADECE” kelimesini çıkartarak yapılan bir algı yönetimiyle ve birkaç bin kişinin izlediği Mi Minör adlı oyunun talepleri ve kaygıları bir birinden farklı olan yüz binlerce insanın meydana çıkmasıyla başlayan bir sivil direnişin provası olduğu gibi akla hayale sığmayacak bir iddia ile karşı karşıyayız. Eğer şu an, Gezi’ye, hayata ve her şeye dair fikrimiz ne olursa olsun bu tehlikeli saçmalığın karşısında birlikte durmazsak, korkarım Mi Minör’ün ilgili majörü Sol Majör üzerinden yeni kampanyalar söz konusu olabilir ve bağzı şarkıların da sırf armonileri yüzünden “kalkışma provası” sayıldığı günler de geliverir. Oyunlarla şarkılar özgür olmadıktan sonra da, kimse kusura bakmasın, özgürlükler noktasında isterse 25 gazete aynı güzelim manşeti atsın, hakikat değişmez.
8. “..hiç unutmam bir gün geç vakit/tam benim geçtiğim zamana rastlamıştı/büyüme saati bir ormanın.”
ilhan berk