İsrail buldozeri tarafından ezilerek öldürülen ABD’li barış gönüllüsü Rachel Corrie’nin anne ve babası Gazze’ye geldi.
Gazze’de Filistinlilerin evlerini yıkmak üzere harekete geçen İsrail buldozerini engellemek isterken ezilen ABD’li barış gönüllüsü Rachel Corrie’nin anne ve babası Gazze’ye geldi. Rachel Corrie’nin annesi Cindy Corrie ve Babası Craig Corrie’nin de yer aldığı 26 kişilik ABD’li heyet Gazze’deki Rachel Corrie Barış ve Adalet Vakfı’nı ziyaret etti.
Filistin davasının sembol isimlerinden biri haline gelen Rachel Corrie’nin ölümü uluslararası kamuoyunda infiale yol açmıştı. Rachel Corrie’nin ailesinin İsrail hükümeti aleyhine açtığı 1 dolarlık sembolik tazminat davası da reddedilmişti.
Rachel Corrie kimdir?
Sonsuzluğa uğurlandığı 2003 yılında 24 yaşında, güzel bir Amerikalı genç kızdı. Ülkesi Amerika’dan binlerce kilometre uzakta “Uluslar Arası Dayanışma Hareketi”nin bir üyesiydi ve tek amacı Filistin’deki çocukların ölmemesi için mücadele etmekti.
16 Mart 2003’te Gazze’deki Refah mülteci kampında bir Filistinli doktorun evinin yıkılmasına engel olmaya çalışıyordu.
İsrailli buldozer şoförü herkesin gözleri önünde buldozeri üzerine sürdü, önce ileri, sonra geriye üzerinden geçti.
Rachel Corrie’yi Radikal gazetesinin 19 Mart 2003 tarihli sayısında köşesine taşıyan Haluk Şahin’in kaleminden analım;
ZAMANIMIZIN BİR KAHRAMANI
Dünya, insanlığın büyük bir çoğunluğunun istemediği korkunç bir savaşa doğru sürüklenirken yerkürenin dört bir yanındaki protesto yürüyüşlerinde pankartlarda resmi dolaştırılan ‘kötü adam’ların çoğu Amerikalı. Bush, Rumsfeld, Cheney, Wolfowitz… Tam böyle bir dönemde aynı kalabalıkların yüreğini hayranlık duygularıyla dolduran ‘güzel insan’ın da Amerikalı olması ne kadar ilginç değil mi?
Belki gazetelerde okudunuz, televizyonlarda gördünüz. 23 yaşındaki Amerikalı Rachel, önceki gün bir İsrail buldozeri tarafından ezilerek öldürüldü. Gaza’daki Refah mülteci kampında bir Filistinli öğretmenin evinin yıkılmasına engel olmaya çalışıyordu. İsrailli buldozer şoförü herkesin gözleri önünde çelikten canavarı üzerine sürdü, önce ileri, sonra geriye iki kez üzerinden geçti. Arkadaşları tarafından hastaneye ulaştırıldığında Rachel ölmüştü.
Rachel, Washington eyaletinin Olympia kasabasındanmış… İki noktanın küredeki yerlerine bakarak buraya gerçek anlamıyla ‘Dünyanın öteki ucu’ diyebiliriz. Yaşam tarzı farkı olarak aradaki mesafe daha bile büyük. Pasifik Okyanusu kenarında ormanlarla kaplı olan Washington eyaleti, dünyada refahın en yüksek olduğu bölgelerden birisidir. Oysa Rachel’in öldürüldüğü Refah kampı daha geçenlerde dünyanın en yoksul yeri ilan edilmiş!
Rachel, Amerika’daki rahatını bozup barış savunuculuğu yapmak, İsrail hükümetinin insafsız ev yıkma politikasına karşı kalkan olmak üzere Filistin’e gelmiş olmasa, televizyon dizilerinden aşinası olduğumuz türden rahat orta sınıf yaşamını sürdürecek, büyük bahçeli evlerde oturup, geniş asfalt yollarda kocaman arabalar kullanarak ‘Amerikan tarzı hayat’tan payını alacaktı. O kalkıp Refah kampının minicik odalarda 8-10 kişinin uyumaya çalıştığı sefaletine ve çocukların İsrailli askerler tarafından tavşanlar gibi avlandığı dehşetine gelmeyi tercih etti.
Niçin?
Dinsel fanatik değildi, beyni yıkanmış bir tarikat mensubu değildi, ideolojik saplantısı yoktu. Öyleyse niçin yoksul Filistinlilerin evlerinin yıkılmasına engel olmak için dev buldozerlerin önüne kendisini atıyordu? Niçin?
Bu sorunun cevabını annesine yazdığı bir mektupta buldum. (Guardian gazetesinde yayımlandı, belki bugün bizim gazetelerimizde de çıkar.) İçim, her şeye rağmen, insanlık için umutla doldu.
Mektubunda, Filistin mülteci kampında tanık olduğu korkunç olayları, zavallı kamp sakinlerine reva görülen insanlık dışı muameleleri, seraların ve portakal bahçelerinin sırf intikam olsun diye yerle bir edilişini, akıl hayal almayacak acımasızlık tablolarını anlattıktan sonra şöyle diyordu:
“Evet, yine dans etmek istiyorum, erkek arkadaşlarım olsun istiyorum, iş arkadaşlarıma karikatürler çizeyim istiyorum, ama bunu durdurmak da istiyorum. Burada gördüklerime inanamıyorum, yüreğim dehşetle doluyor. Düş kırıklığı içindeyim. Dünyamızın temel gerçekliği bu olduğu için düş kırıklığı içindeyim. Bunu durdurmak istiyorum.”
Kendi sonunu da tahmin eden bir mektubu şöyle bitiyor:
“Filistin’den döndüğümde uykumda kâbuslar göreceğimi, burada olmadığım için suçluluk duygularıyla kıvranacağımı biliyorum. Bunları daha fazla çalışmaya yönlendirebilirim. Buraya gelmek hayatımda yaptığım en iyi şeylerden biri oldu. Oraya geldiğimde deli saçması şeyler söylersem ya da İsrail ordusu beyazları vurmama konusundaki ırkçı eğilimlerinden vazgeçip bir şey yaparsa şu yargıya varmakta hiç tereddüt etmeyin: Dolaylı olarak desteklediğim ve hükümetimin başlıca sorumlusu olduğu bir soykırımın göbeğindeyim.”
Rachel Corrie’nin mektupları bana Anne Frank’ın günlüğünü hatırlattı. Yazdıklarının insanlığa umut vereceğini bilse o da sevinirdi, eminim.
Haluk Şahin / Radikal