Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı konuk ettiği Teke Tek programındaki tavırlarıyla büyük tepki toplayan Fatih Altaylı gazetesindeki köşesinde kendisini savundu.
Fatih Altaylı’nın yazısı;
Pazar günü Başbakan Erdoğan’la bir program yaptık.
Bir Teke Tek Özel.
Türkiye kaynıyordu, Başbakan ilk kez konuşacaktı.
Habertürk’ü tercih etmişti.
Görev de bana düşüyordu.
Hayatımın en stresli programıydı.
Programdan herkesin farklı beklentileri vardı mutlaka. Her kesimin, her görüşün ayrı ayrı beklentileri.
Benim ise tek bir hedefim vardı.
Başbakan Erdoğan’dan bir “yumuşama mesajı alabilmek”.
Çünkü korkuyordum.
Sokaklarda olan bitenden, söylenenlerden, tehditlerden.
Türkiye’nin karışmasından.
Çünkü daha önce bizim nesil yaşamıştı böyle şeyleri. Bir kıvılcım yetiyordu bazen içi şişmiş toplumları patlatmaya.
Tek arzum vardı.
O patlamayı engelleyebilecek tek bir cümle. Tek bir mesaj.
Çünkü sokaklardaki insanları görüyordum.
Büyük çoğunluğu kadın, büyük çoğunluğu genç, büyük çoğunluğu hayatında ilk kez böyle bir eylem yapan, geneli apolitik bir kitleydi sokaktakiler.
Tek dertleri, “Biz de varız, bizi üzüyorsunuz” demekti.
Elbette aralarında kaşarlanmış eylemciler de vardı, ama azınlıktaydılar.
Ve benim tek bir derdim vardı program öncesinde ve sırasında.
Bu insanlardan birinin bile burnu kanamadan bu meseleyi bitirecek bir cümle.
Bir yumuşak mesaj alabilmek.
Başbakan Erdoğan’ın bunu söylemesini istedim her sorumda.
Beceremedim galiba.
En sevdiklerim bile program sonrasında “Eğilip büküldün” dediler.
Evet, eğilip büküldüm.
O cümleyi alabilmek için, ortamı yumuşatabilmek için eğilip büküldüm.
Bir tek kişinin canı için, eğilip bükülmeyi bırakın, o cümleyi getirecek olsa secde bile ederdim.
Ama alamadım o cümleyi.
Ama en azından bir hassasiyeti biraz olsun aktarabildim diye umuyorum.
Bana kızanlara, küfredenlere sormak istiyorum.
Söyleyin neyi eksik sordum?
Eylemlere katılanların büyük bölümü çapulcu falan değil, hepimiz gibi sıradan insanlar, dedim.
O kitlenin siyasi bir tarafı yok, dedim. Her içen alkolik değildir, dedim.
O içenler arasında sizin partinize oy verenler de var, dedim.
İki ayyaştan kastınız Atatürk ve İnönü müydü, dedim.
Yüzde 50 ile iktidar olmak önemlidir ama geri kalan yüzde 10 bile olsa, azınlık bile olsa onların haklarını da siz koruyacaksınız, dedim.
İnsanlar ağaçlar için değil, kendilerini dışlanmış, hakarete uğramış hissettikleri için sokaktalar, dedim.
Ötekileşmenin ne demek olduğunu en iyi bilen sizsiniz, başkalarını ötekileştirmemeniz lazım, dedim.
AKM’yi Atatürk adını kaldırmak için yıkacağınız söyleniyor, bile dedim. (Bu soruma “Asla” yanıtını verdi ve yapılacak yeni Opera Binası’nın adının yine Atatürk Kültür Merkezi olacağını söyledi.)
Taksim’de, 3. köprünün çevre yollarında kesileceği söylenen ağaçları sordum.
Atatürk Havalimanı’nın yeşil alana dönüştürülmesi için bir kez daha söz aldım.
Başka sorular da sorulabilir miydi?
Sorulabilirdi belki.
Benim aklıma bunlar geldi.
Bunları önemli buldum.
Bazıları “Twitter cıvıtır” sözüme çok kızmış.
Ben bu sözü söylediğim dakikalarda Twitter’da benim adımla açılmış onlarca “fake” hesaptan sağa sola küfürler yağdırılırken, gerilim yaratılırken, olaylar büyütülmeye çalışılıp sonra “Altaylı tahrik etti, bunlar oldu” dedirtmeye çalışılırken ne deseydim?
Evet, bu programda eğildim.
Bir tek burun kanamasın diye eğildim.
Bir canı kurtarmak için secde bile ederim.
Ayıpsa ayıp.
Benim ayıbım.