Sanat tarihi ve eleştirmeni Dr. Özkan Eroğlu ‘nun “D’ORSAY MÜZESİ: Paris’in Empresyonistler Müzesi” başlıklı yazısını sizlerle paylaşıyoruz.
Paris’teki bu müze, toplu ve nitelikli, çıkışı Fransızlar tarafından yapılmış olan empresyonizm akımının, başta resim olmak üzere ve seçkilediği ilginç empresyonist heykellerle gözler önüne seriyor. Bu müzenin bir tren garından dönüşümle elde edilmiş olması, geniş ve yüksek tavanlı salonları kadar, alçak tavanlı birçok odanın da oluşmasını sağlamış. Öncelikle şunu söylemek gerekir ki, yeniempresyonistler ya da bir başka deyişle puantalistlerin yapıtlarındaki biçimsel derinlik, tartışılmayacak boyutlarda kendilerini kabul ettiriyor. Noktaların, tercih edilmiş çeşitli renklerle yan yana gelerek, bambaşka bir sanat oluşturması, müzedeki en etkili şey. Bir Seurat’nın veya Signac’ın, resmetmenin yanında, ışık ve renk konularında görüşlerini kaleme almaları, sonuç itibariyle meydana getirdikleri derinlikli vurgulara şaşırılamıyor.
Noktacılar sayesinde, konstürüktivist bir resim disiplininin ortaya çıktığı gözlenebiliyor ve buradan hareketle kendi içindeki inanılmazlıklarını, daha sonraki zamanlara nasıl aktardıklarına tanık olunuyor. Empresyonizm nasıl akademizmi kırdıysa, neoemresyonizm de o oranda asıl empresyonist devrime neden olan çalışmalar içinde bulunmuş ve başarılı olmuştur. Bir de müzede yer alan pastel çalışmalar, çağdaş desen gücünün ne demek olduğunun başlangıçlarından birini yapmakta ve ekspresyonizmin -ekspresyonist çizginin- hazırlayıcısı olduğunu kabul ettiren ciddiyetler ortaya çıkarmıştır.
d’Orsay müzesini, üç ana bölümde incelenebilir.
Birinci bölüm
Bunlardan ilki 1863-1874 yılları arasını kapsıyor. Bu dönemde olan bitene bakıldığında şunlar görülüyor: Bazille’in 1870 yılına ait “Rue de la Condamine’deki Atölye” resmi, empresyonizmin dostluk ve arkadaşlık ilişkilerinin yoğun olduğu anlarda yapılmış çalışmalardan biri. Edmond Maitre piyano çalmakta, Emile Zola merdivenlerde masanın üstüne oturan Renoir ile konuşmakta, Bazille, Monet ve Manet de şövale etrafında sohbet etmekte. Belki de empresyonizmin ilk bölümünde birinci safhayı oluşturan “Sohbetler ve Arkadaşlıklar” başlığını en net belgeleyen çalışma bu.
İkinci safha ise “geleneğin yıkılması” olarak nitelenebilir. Bu kısmın en önemli temsilci resimleri de, Manet’nin “Kırda Kahvaltı”sı, “Olimpiya”sı, Renoir’ın “Kedili Genci” gibi resimler olurken, bu resimler taşıdıkları anlamlarla bazı gelenekleri yıkıp, tepki toplarken, Cézanne’ın 1869 yılına ait “Su Kaplı Natürmort”u, 1870 yılına ait “Pastoral”i, 1869 yılına ait “Magdelana”sı da gene gelenekleri yıkan ilginç biçimsel özellikler sergilemekte.
Üçüncü safha ise, “Yeni Dünya” başlığıyla irdelenmektedir. Yeni dünya tanımı içinde kır sohbetlerinin, belli kıyafetler ve rutinlerle yaşama girmesi, yaşamdan örneğin bir tekne veya at yarışının resimlere aktarılması, özellikle Degas’nın balerinlerin ve müzisyenlerin yaşamına el atması gibi konular göze çarpmakta.
Dördüncü safhada da “Samimi Portreler” dikkati çekiyor. Bu resimlerin en ilgi çekici olanı Manet’nin 1867 yılına ait olan “Düdükçü” isimli çalışması. Yanı sıra Manet’nin 1867-68 yılına ait Emile Zola portresi de bu safha içine yerleştirilmekte. Beşinci safha “Serbest Değişimler” başlığı altında irdeleniyor. Bu resimlerde hem konular, hem de biçimsel vurgular değişmeye başlıyor. Örneğin Monet’in 1869 yılına ait “Mondschein Manzarası” böyle özelliklere sahip.
İkinci bölüm
Bu bölüm, 1874-1886 yılları arasını kapsar. Bu bölümün birinci safhasını “Günlük Arkadaşlıklar” başlığı oluşturuyor. Bu resimlerde kitap okuyan, el işi yapan, güneşlenen, dans eden, kırda sohbet eden kimseler konu olarak görülmekte. Yanı sıra duyarlı manzaralar da işin içinde. Bu manzaralar, bir sonraki safhanın müjdecisi. Çünkü ikinci safhada ‘kurguları yeniden yapılacak manzaralara’ yönelim yoğunlaşarak kendini gösterecek. Bu yöndeki en ilginç manzara resmi Monet’nin 1874 yılına ait “Gelincikler” isimli çalışması.
İkinci safhaya gelince, “Yeni Manzara Resmi” adını almakta. Bu safha resimlerinde, duyarlı ve yumuşak bir ekspresyon devreye girmeye başlamış. Bu manzaralarda da, portrelerde de göze çarpar. Manzaralarda bir doğa detayının, geneldeki manzarayı soyutlamaya çalışması en önemli özellik. Bu yönde Pissarro’nun hemen hemen bütün resimleri çok değerli. Ve Cézanne’ın 1873-76 yılları arasına tarihlenen otoportresi ilginç bir ekspresyon duyarlılık barındırır.
Üçüncü safha: “Modern Yaşam” ismini taşır. Bu safha resimlerinde müthiş yapıtlar ortaya konmuştur. Bunlardan bazıları ve en önemlileri: Monet’in 1877 yılına ait “Saint-Lazare Garı”, Manet’nin 1878-79 yıllarına ait “Barmen Kadın”ı, yine Monet’nin 1879 yılına ait “Montorgueil Bulvar”ı, Renoir’ın 1877 yılına ait “Monmartre Moulin de la Galette”ı, Degas’nın 1876’ya tarihlenen “Absinth İçenler”i, Caillebotte’un 1876’ya tarihlenen “Parkeciler”i, yine Degas’nın balerin heykelleri sayılabilir. Bir başka safha da “kahramanlık ve alegorik temalar” başlığını taşır. Bu yöndeki en önemli resimlerden biri Cézanne’ın 1874’e tarihlenen “Modern Olimpiya”sıdır. Manet’in 1876 yılına ait “Mallarme Portresi” de bunlardan biridir. Bu resimlerde içerik ve biçim, maksimum rahat bırakılmıştır. Böylece ekspresyon, kendini tüm doğallığıyla ortaya koyar.
Üçüncü bölüm
Bu bölüm, “1886 sonrası” ismini taşır. Bu bölümün ilk safhası “Sisley veya Temiz Empresyonizm” ismini taşır. Buraya en iyi örnek, Sisley’in 1893 yılına tarihlenen “Moret Köprüsü”nden isimli resmidir. Bu kompozisyon, tipik bir empresyonist resimdir, fakat lekeler pür, kompozisyon ise oldukça açık bir işlerliğe sahiptir. Önceki iki bölümün tüm özelliklerini yanına alan bu resim, kendine özgü bir dinginlikle karşımızdadır.
İkinci safha “Pissarro veya Son Mücadele” ismini alıp, bu safhaya en iyi örneklerden birini Pissarro’nun 1882 yılına ait “Değnekli Kız”ı oluşturmuştur. Bu safhanın temel özelliği şudur: artık soyutlamanın soyuta yakın duran halleri tartışılmaya başlanmıştır. Bu soyutlamalar, hiç kuşku yoktur ki Monet’nin elinde 20. yüzyılın ilk çeyreğinde kuvvetle iyice soyuta dönecek kompozisyonları ortaya çıkaracaktır. Pissarro’nun başını çektiği bu safha öncü bir safhadır bana göre.
Üçüncü safhaya gelince, “Renoir veya Mutluluk Resimleri” ismi ile bilinir. Bunun en özel örneğini Renoir’ın 1918-19 yıllarına tarihlenen “Banyo Yapanları” oluşturur. Renoir’ın bu resminde olduğu gibi, hemen bütün resimlerinde mutlu kişiler kompoze edilmiştir.
Dördüncü safhanın ismi ise, “Monet veya Manzaranın Devamlı Gelişmesi” başlığını taşır. Buna en güzel örnekleri ise sanatçının Rouen Katedral resimleri oluşturur. Monet, söz konusu katedralin giriş cephesini-portalini, değişik zamanlara ait gün ışıkları altında değerlendirmiştir. Işığın değişkenliği ve nesneler üzerindeki etkisini, an ve an yakalamaya çalışan bu ressam, resimlerini ışık geçip, yitirilmeden çabucak boyamıştır. Ayrıca söz konusu portali cepheden ve 2/4 profil pozisyonlarında boyamıştır. Bunu “Saman Yığınları” isimli çalışmalarında, “Londra Parlemanto Binası” resimlerinde iyice ortaya koymuştur.
Beşinci safha, “Cézanne veya Karakterli Nesne ve Özneler” ismini taşır. Cézanne’ın 1890-95 yılları arasına tarihlenen
“Kahveibrikli Kadın”ı, 1890-95 yılları arasına tarihlenen “Kağıt Oynayanlar”ı bu safha resimlerine verilecek örneklerdendir. Burada hem temada farklılıklar yakalama, hem de bu safha içine sokulan natürmortlara bir kimlik verme çabası dikkati çeker.
Altıncı safha, “Degas veya Sadeliğin Nağmeleri” ismini taşır. Buna en güzel örneği, 1893 yılına tarihlenen “Mavi Balerinler” isimli çalışma oluşturur. Gerçekten Degas demek, sadelik ve şiirsellik demektir. Hatta bu şiirsellik sözcüğü, müziksellikten yola çıkılarak, adeta birer nağme sunar gibidir.
Yedinci safha, “Monet veya Orijinal Doğa” ismini taşır. Buna en iyi örneklerden birini 1900 yılına tarihlenen “Japon Köprüsü, Yeşil Armoni” isimli Monet çalışması teşkil eder. Yanı sıra Monet’in 1917 yılına ait otoportresi de, bu safhaya uygun oldukça ilginç bir örnek sayılmalıdır. Artık bu safhada, “resim yapmak için resim yapmayan bir empresyonist ressam” tavrı iyice göze batar. Yanı sıra ekspresyon tavrı, doruk noktadır ve ışık mı rengi, renk mi ışığı ortaya koyar, bütünüyle bunları anlamak çok zorlaşmıştır. Sanatçı eli, oldukça rahatlamış ve olanca gücüyle samimiyeti yakalamak için çabalamaktadır.
d’Orsay müzesi tam bir empresyonist müze olmakla birlikte, empresyonizmin en kuvvetli hazırlayıcısı olan realizm sanat akımının baş aktörleri olan, başta Courbet olmak üzere, yanı sıra empresyonizm sanat akımının belki de doğduğu yer olan, Barbizon okulu gerçeğinin baş aktörlerinden Millet’nin resimlerine de sahne olmuştur.
Bu müzenin ağırlık noktası empresyonist resimdir. Özellikle Degas’ya ait bir grup heykelin büyükçe bir cam vitrin içinde sergilenmeleri, yanı sıra Renoir’a ait boyalı bir kadın başı heykelinin dikkatimizi çektiğini belirtmeliyiz. Fakat gene de bu müzenin alçak tavanlı çokça mekanının, Louvre’daki mekan rahatlığının, tam tersi bir izleyici psikolojisine neden olması da bir not olarak aktarılabilir. Fakat, ne ve nasıl bir ortam olursa olsun, müze her yerde kurulabilir, önemli olan kurduğunuz müzeyi en tarafsız ve en rasyonel bir şekilde nasıl oluşturduğunuzdur. İşte Fransızlar bu mantık üzerinde çok düşünmüş olmalılar.
Dr. Özkan Eroğlu