Bugün Dünya Engelliler Günü. Dünyada her 3 Aralık günü toplumun engelliler konusunda dikkatini çekebilmek ve daha duyarlı olmalarını sağlamak için çeşitli etkinlikler düzenleniyor.
Türkiye’de yaklaşık 9 milyon engelli vatandaşımız bulunuyor. Engellilerin istihdam için yeni girişimler yapılırken, Türkiye’de 49 ve daha az çalışana sahip işletmelerin sadece yüzde 21.3’ü engelli istihdam ediyor. Çalışan sayısı 50 olduğunda istihdam yüzde 78.8’e çıkıyor.
Hürriyet gazetesinden Ayşegül Domaniç Yelçe’nin yazısı;
Merhabalar sevgili okurlar. Çoğunuzun bildiği gibi 3 Aralık, Dünya Engelliler Günü. Bu özel günün tarihçesine dönecek olursak; Birleşmiş Milletler 1992 yılında aldığı bir kararla, 3 Aralık gününü “Uluslararası Engelliler Günü” olarak ilan etti.
Bu kararın ardından BM İnsan Hakları Komisyonu 5 Mart 1993 tarihli ve 1993/29 sayılı bildirisi ile üye ülkelerce 3 Aralık gününün “engellilerin topluma kazandırılması ve insan haklarının tam ve eşit ölçüde sağlanması” amacıyla tanınmasını istedi. Ve o günden beri, 3 Aralık tüm dünyada “engelliler günü” olarak biliniyor.
Engelli insanların yaşadıkları sorunlar sadece kendilerinin değil; ailelerinin, çevrenin, toplumun, kısacası tüm insanların ortak sorunudur. Başta İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi olmak üzere, bir çok belge engellilik sorununu temelde bir insan hakları sorunu olarak ele almaktadır. Bizim anayasamız ve yasalarımız da engellilere ilişkin olarak evrensel değerlerle paralel düzenlemeleri ön görmüş ve devleti bu konularda yükümlü kılmıştır. Ancak, hepimizin yaşayarak gördüğü gibi, yasaların var olması onların uygulanabilir oldukları anlamına gelmiyor ne yazık ki. Örneğin, 2005 yılında çıkarılan 5378 sayılı Özürlüler Yasası kapsamında engelli vatandaşlara yönelik standartların tüm özel, kamu kurum ve kuruluşlarınca en geç 7 Temmuz 2012 tarihine kadar yerine getirilmesi gerekmekteydi. Oysa ki, verilen sürenin bitmesine yalnızca günler kala üç yıl ötelendi engellilerin insanca yaşayabilmeleri için yapılması gerekenler. Geçtiğimiz günlerde okuyucum Tolga Atmış’dan aldığım e-posta sanırım ne demek istediğimi daha iyi anlatacak sizlere:
“Merhaba Sayın Yelçe, bu yazıyı yazma amacım devlet eliyle yaşadığım utanç tablosuna sizin aracılığınızla ses bulmaktır. Ben,Çukurova Üniversitesi Türkçe Öğretmenliği Bölümü’nde okuyan kas hastası bir öğrenciyim. Engelli öğrenci olduğumu resmi belgelerle bildirmeme rağmen, üniversite yönetimi bana iki yıldır 2.kat derslikler vermekte düşüncesizce ısrar ediyor. 2 yıldır derslere babamın ve arkadaşlarımın sırtında çıkmak zorunda bırakılıyorum. Binaya asansör yapılması ve zemin kat derslikler ayarlanması yönünde yönetime onlarca kez başvuruda bulunduğum halde, üniversite yönetimi insan haklarından yoksun umursamaz tavırlarını sürdürdüler ve sürdürmeye devam ediyorlar. Değerli bölüm hocalarımın inisiyatifi ile alınan zemin kat dersliğin ise bakımsızlıktan bütün elektrik tesisatı patlamış ve artık ders işlenemez durumda. Işıkları bile yanmayan dersliğin bakımı için rektörlüğe çağrı yaptığımız halde hiçbir sonuç alamadık. Diğer zemin kat derslikler de dolu olduğundan 2.katta ders işlemek zorunda kalıyoruz ve ben bu yüzden artık okula gidemiyorum. Bir yıl boyunca gece gündüz çalışıp kazandığım üniversiteyi, yönetimin sorumsuzluğu ve düşüncesizliği yüzünden bırakma noktasına geldim. 2012 Türkiye’sinin sayılı üniversitelerinden birinde yaşanan bu duruma kayıtsız kalmayacağınızı umut ederek saygılarımı sunuyorum…”
Ben her gün buna benzer en az üç-beş mesaj alıyorum. Hepsiyle ayrı ayrı üzülüyorum. Hem yazanlar hem de onlara yazdıran nedenler için…
Ancak bunlar, hiçbir şekilde, umutsuzluğa kapılmamıza neden olmamalı. Son yıllarda engelliler için çalışan hak temelli sivil toplum örgütlerinin sayısı artmış ve yaptıkları çalışmalar ses getirmeye başlamış bulunuyor. Ayrıca bu örgütleri doğru biçimde yönlendiren ve en iyi örnekleri uygulamaya koymaya çalışan bir kurum, “Özürlü ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü” bizler için çalışıyor.
Engelli bireylerin ve toplumun birbirlerinden çok uzakta oluşunun engellilikle ilgili sorunların en önemlisi olduğunu düşünen Engellerin Ötesinde Derneği, tamamı zihinsel engelli bireylerden oluşan Bremen Mızıkacıları Perküsyon Grubu ile birlikte, farkındalık gösterileri düzenliyor. Cumartesi günü, yine böyle bir gösteri için Nautilius Alışveriş Merkezi’ndeydiler. Onları izleyenler arasındaydım ben de; mutluluklarına ve yarattıkları coşkuya ortak oldum. Engelli ve engelsiz bireyler arasında kurulan iletişim umutlarımı tazeledi. Gösterinin sonunda Engellerin Ötesinde Derneği adına Başkan Yaşar Morpınar, Türkiye’de engelli ve engelsiz bireylerin birlikte vakit geçirebilecekleri ortak sosyal yaşam alanlarının yok denecek kadar az olduğunu, bireylerin birbiri ile iletişim kurmadığını/ kuramadığını vurguladı. Türkiye’deki 8,5 milyon engelli bireyin sorunlarının çözümü için ilk adım olarak iletişimin kurulmasının zorunlu olduğunu ifade eden Morpınar, tüm bireylerin bu iletişim için 3 Aralık Dünya Engelliler Gününü kendisi için bir başlangıç günü olarak kabul etmesini dilediğini söyledi. İzleyenler de, bundan böyle engelli ayrımcılığı karşısında duyarsız kalmayacakları yolunda hep bir ağızdan söz verdiler. Anladım ki onlar da başka birilerini, sonra o başka birileri yeni birilerini etkileyecek ve farkındalık büyüyecek. Tıpkı suya atılan bir taşın yarattığı harelerin yayıldığı gibi…
Biz yukarıda Bremen Mızıkacıları’nı izlerken, aşağıda bir başka dernek para topluyordu engelliler için. Önünde yalnızca üç-beş kişi vardı.
Engelliler yılda yalnızca tek bir gün hatırlanmamalı. Ve o tek gün onlara verilecek tek şey para olmamalı. Engelliler kimsenin onlara acımasını istemiyorlar. Onlar, yalnızca, sahip oldukları haklardan yararlanmak istiyorlar.
Engellerimizi hissettirmeyecek, engelsiz bir yaşam dileği ile…