Beşiktaş’ın unutulmaz kalecilerinden ve Özkaynak Düzeni idarecilerinden Mete Bozkurt yaşamını yitirdi.
Beşiktaş formasını giymeye başladığı andan itibaren çalışkanlığıyla ve azmiyle başarılar kazanan, Beşiktaş’ın tarihindeki ilk Türkiye Kupası başarısının mimarlarından ve antrenörlük yıllarını Beşiktaş için genç futbolcular yetiştirmeye adayan Mete Bozkurt’u kaybettik.
Siyah beyazlı kulübün internet sitesinden yapılan açıklamada “Beşiktaşımıza olan sadakati ve hizmetleriyle daima hatırlanacak olan Mete Bozkurt’un vefatının üzüntüsü içindeyiz. 1973 yılından itibaren 7 yıl formamızı giyen ve kalesinde devleşen, antrenörlük yıllarında Beşiktaşımıza yeni yetenekler kazandıran Mete Bozkurt, kendisini siyah-beyaza adamış bir spor adamıydı. Mete Bozkurt’a Allah’tan rahmet, ailesine, yakınlarına ve sevenlerine başsağlığı dileriz” ifadeleri kullanıldı.
Beşiktaş Dergisi’nin 108. sayısında Mete Bozkurt ile yapılan röportajdan bir bölüm:
Beşiktaş’a ne zaman transfer oldunuz?
1973 yılında İstanbulspor’la mukavelemin bitmişti ve başkanımız Ali Softorik’le anlaşamadık. Zannediyorum kişisel bir sebepten beni küçük görmüştü ve transfer görüşmesi bile yapmadan odasından çıkıp bağlarımı kopardım. Aynı gün tesadüfen Beşiktaşlı yönetici Ferhan Dinçer ve basın mensubu Orhan Vedat Sevinçli ile Cağaloğlu’nda karşılaştık. Serbest kaldığımı öğrenince önce hemen Beşiktaş’a, Niyazi Kalkavan’ın yanına getirdiler. Tarih 31 Temmuz’du ve transferin son günüydü. Beşiktaş’ta da kaleci problemi vardı. Birinci kaleci Sabri Dino’ydu ama ikinci kalecilerinde sorun vardı. Benim de maliyetim yoktu ve sonra Niyazi Abi başkanımız Mehmet Üstünkaya’ya telefon açtı. O da “Aman Niyazi, hemen buraya getir” dedi. Karaköy’deki Bankalar Caddesi’ne gittik. Haberim yoktu ama bir basın ordusu karşıladı beni. Saat 17.30 olmasına rağmen noteri de ayarlamışlardı. Gerçekten çok şaşırmıştım. Çünkü benim amacım Beşiktaş’ta idmanlara çıkıp daha sonra kiralık olarak bir takımda futbol hayatımı devam ettirebilmekti. İmzalar atıldıktan sonra Üstünkaya ile baş başa kaldık. Bana “Mete ne istiyorsun?” dedi. Ben de “Bu pozisyonda talep edeceğim bir şey yok. Beşiktaş’la idmanlara çıkıp, bu patent altında başka bir yerde kiralık oynayabilmek bana yapacağınız en büyük iyilik olur” dedim. Ama o; “Oğlum, sen benim ikinci kalecim ol, ben sana hakkını vereceğim” dedi. Teşekkür ederek yanından ayrıldım ve takımın Sarıyer’deki kampına gittim. Metin Türel’le yeniden bir araya geldik ancak bu sefer o benim antrenörümdü.
Büyük, şanslı bir tesadüf yaşamışsınız ve hayatınız değişmiş. Tabii formamızı giydiğiniz süre içinde bunun hakkını vermişsiniz…
Beşiktaş’ta ilk olarak ikinci kaleciyle rekabete girdim ve 3 ay gibi kısa bir zamanda bu hedefimi gerçekleştirdim. Daha sonra ise önümde Sabri Dino vardı ve o benim için bir efsaneydi. İtalyan fatihiydi… Dolayısıyla 1973-74 sezonunda fazla oynamadım. Ama 1974-75 sezonu benim için çok iyi geçti. Ayrıca o sezonu Beşiktaş’a ilk Türkiye Kupası’nı kazandırarak taçlandırdık. Yarı final ve final dahil kupanın tüm maçlarında ben kaledeydim.
Biraz da bu tarihi kupanın maçlarından söz edebilir misiniz?
Yarı final maçında Bursaspor’la ile eşleştik. İlk maç oradaydı ve bir gece önce bizi yenebilmek için sürekli sahaya su tutmuşlardı. Çünkü Beşiktaş tekniğe dayalı bir futbol oynuyordu. Bunu bozup güce dayalı oynamak istemişlerdi. Bir umutları da maçı tehir ettirip psikolojimizi bozmaktı. Yine de çok uğraşarak 1-0 yendiler bizi. İkinci maçta ise 2-0 galip gelerek finale yükseldik. Bir de Beşiktaş’ın Bursaspor’a pek şansı tutmazdı. Ama biz o makus talihi döndürmüştük. Finalde Trabzonspor’la eşleştik. İlk ayak Avni Aker’de oynandı. 1-0 yenildik ama yaşayanlar bilir 7-8 fark da olabilirdi o maçta. Ama ben çok iyi bir performans gösterdim. Bunu takım arkadaşlarım, yöneticilerimiz ve taraftarlarımız da söyledi. Hatta dönüş uçağında Sami Albayrak bana 1500 lira prim verdi. O zamanın iki aylığına denk geliyordu. İkinci maçta da 2-0 galip gelerek Türkiye Kupası’nı kazandık. Hatta rahmetli Vedat Okyar’ın penaltı kaçırdığı maçtır o. Hepimizin hayatında gerçekten çok önemli bir başarı oldu bu kupa.
O maçlarda Sabri Dino neden oynamadı?
“Kolum sakat” diyerek oynamıyordu. Hatta final maçından önce Turgay Şeren “Sabri kalede olmazsa Beşiktaş kupayı kazanamaz” diye yazmıştı. Buna rağmen Alman teknik direktörümüz Horst Buhtz “Benim kalecim var, Mete oynayacak” dedi. Sonuç ortada (gülüyor).
Jübilenize kadarki Beşiktaş döneminizde başka neler yaşadınız?
Sabri Abi, Sanlı Abi’yle beraber jübile yaptı. Bir süre tek kaleci olarak oynadım. Arkasından Ümit Milli Takım’dan Mustafa’yı transfer ettiler. Tabii ilk şans genelde yeni transfere verilirdi. Ama ben işler ters gittiğinde de hep hazırdım. 7 sene boyunca Siyah-Beyazlı formayı giydim ve 117 maç oynadım. Jübilemden bir sezon önce Süleyman Seba genel kaptan, Gazi Akınal başkanımızdı. Benim de son transferimdi artık. Görüşmek için odalarına girdim, ne istediğimi sordular. “Şu anda sizden hiçbir şey istemiyorum. Ama sezon sonunda jübile yaparsanız benim için yeterli” dedim. Süleyman Abi; “Sen ne istiyorsan söyle. Bir sene daha burada kalacaksın ve bu çocukların arkasında duracaksın. Onlar daha genç, her an hata yapabilirler. Sen her zaman hazır olmalısın” dedi. O zaman Niko 200 bin lira istiyor. Öyle bir ortamda bana 20 lira bile fazla gelir (gülüyor). Artık zar zor “İmalatçılık işi yapıyorum. Küçük bir station arabam olursa hoş olur. Olmazsa da canınız sağ olsun” dedim. Beni hemen Çiftkurtlar Galerisi’nin sahibi Sedat ve Coşkun abilerin yanına gönderdiler, Gayrettepe’ye… Coşkun Abi bana araba beğendirmeye uğraşırken, açık mavi bir station Ford Taunus beğendim. Köşede oturan Sedat Abi; “Hadi ordan! Koskoca Beşiktaş Kulübü sana araba alacak. O arabayı mı kaldın. Sen yarın bir şoförle beraber gel” dedi. Ertesi gün gittim, 78 model –ki sene 1978’di- station, yeşil bir Renault verdiler. Bir süre sonra Coşkun abiye “Acaba kaç liraydı bu araba?” diye sordum. Meğerse değeri 275 bin liraymış!
Niko’nun istediğinden daha fazla!
Aynen… İnanamadım zaten. Arabaya gözümün içi gibi bakıyordum (gülüyor). Tabii çok şeyler gördük Beşiktaş’ta, çok zor günler geçirdik. “Bir Kibrit Çak” gibi kampanyaların olduğu zamanlarda biz top oynuyorduk. Cefayı da vefayı da gördük. Allah Beşiktaş Kulübü’ne zeval vermesin.
Peki jübile maçınızdan bahseder misiniz?
1978-79 sezonu bitti. Yeni transferler yapılıyordu. Trabzonspor’dan Mehmet Ekşiler, Necdetler, altyapıdan Fikretler, Süleymanlar gelmişti. Gerçekten iyi bir transfer dönemi geçiriyordu Beşiktaş. Yöneticilerimiz “Mete kulübün paraya ihtiyacı var. Jübileni biraz erteleyebilir miyiz?” dediler, erteledik. 2 Şubat 1980’de Bulgaristan’ın Betov takımını davet ettiler. Bundan daha onur verici bir şey olamazdı. Oynadığım 10 dakikalık zamanda Paunovic’in bir şutu direkten döndü. 10. dakika sonundu, şimdi de altyapıda beraber çalıştığım Ömer Gülen arkadaşım, beni 400 metre omuzlarında gezdirdi. Bütün arkadaşlarım bana vefa gösterdiler. Çok güzel bir gün yaşattılar. Maçın sonunda da 1-0 galip geldik.
Sizin döneminizdeki ilkel şartların en çok kalecilere zarar verdiği söylenir. Sizde de o günlerden izler kaldı mı?
Hem de çok. Ben Metin Oktay, Şeref Has, Bahattin Baydar’a karşı oynadım. Hele Metin Oktay’ın sert şutlarını kurtarmak hiç de kolay değildi. Sezon başında zemin çimlendiriliyordu ama herkes Mithatpaşa’da maç yaptığı için bir ayda kabak tarlasına dönüyordu. Yağmur yağdığında çamur, kuru olduğunda zımpara gibi oluyordu. Masör arkadaşlarımızın maçlardan sonra kalçalarımdan kömür tozlarını cımbızla temizlediğini hatırlıyorum. Dirseklerimde ve parmağımda da hala o günlerin izlerini taşıyorum.
Antrenörlük yapmaya nasıl karar verdiniz?
Bahsettiğim imalatçılık işini sürdürmeyi düşünüyordum ama bir arkadaşımın söylemesi üzerine Kınalıada’daki amatör çalıştırıcı kursuna katıldım. Daha sonra federasyon 10 sene profesyonel futbolculuk yapmış isimler için A Kursu’nu açtı. Ben 22 sene oynamıştım ve o kursu da bitirdim. Bir süre sonra federasyon, dünya üzerinde örneği olmayan kaleci antrenörlüğü kursunu açtı. Onu da bitirdim. 2. lig takımlarında çalıştım, Zeytinburnu, Gebze gibi… Derken tesadüfen Fulya’ya Bahattin Baydar’ı ve Suat Taştan’ı ziyarete geldim. Meğerse bir gün önce de Zafer Öğer, Rıza Çalımbay’la birlikte Göztepe’ye gitmiş, altyapıdan ayrılarak. O açığı kapatmak için Ufuk Pak teklifte bulundu. 2001 Temmuz’undan beri de çok sevdiğim kulübümün altyapısında çalışıyorum.
Beşiktaş’a tekrar dönmek nasıl bir histi?
Bunu anlatmak hakikaten zor. Çok sevdiğiniz, en sevdiğiniz varlığa kavuşmak gibi, paha biçilmez bir şey…
Genç bir çocuğun iyi bir kaleci olması ne gibi özellikleri olmasını gerektiğini söyleyebilir misiniz?
Kalecinin Allah vergisi yetenekleri olmalıdır. Çalışarak her mevkiinin adamı olursun ama kaleci olamazsın. Bunun için beş özellik gerekiyor. Bir; fiziğin çok düzgün olacak. Örneğin boyun 1.84-1.90 arasında olacak. İki; sezgilerin kuvvetli olacak. Üç; reflekslerin iyi olacak. Dört; çabukluğun olacak. Beş; liderlik vasfın olacak.
Genç kalecilerimize neler tavsiye edersiniz?
Öncelikle liderlik vasıflarını kullanmalarını tavsiye ediyorum. Tabii kalecinin santrforla işi olmaz. Ama defans bölgesinde oynayan dört adamı yönlendirmesi gerekiyor. Ayrıca penaltı noktasından altı pasa kadarki bölgeye top düşürmeyecekler. Üstüne gelen topları tutacaklar, sektirmeyecekler. Ruhsal olarak da, saha çizgilerinden içeri girdikleri anda dünyayla ilişkilerini kesecekler. Hani derler ya tiyatrocular için; baban bile ölse sahneye çıkıp insanları güldüreceksin, diye. Kalecilik de aynen böyle bir sanat…
Eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Futbol hayatım boyunca bana destek olan herkese teşekkür ediyorum. Röportaj boyunca özellikle isimlerini zikrettim ki okuyanlar da onları ansınlar. Çünkü onlar Beşiktaş’ın değerleri. Biz belki terimizi akıttık ama onlar gözyaşlarını, gönül güzelliklerini akıttılar.