Televizyon ve sinema dünyasının en çok konuşulan ismi Beren Saat, Hürriyet gazetesi yazarı Cengiz Semercioğlu’na verdiği röportajda çarpıcı açıklamalar yaptı.
İşte Cengiz Semercioğlu’nun Beren Saat ile yaptığı röportaj;
Seninle buluşmaya gelirken Cihangir’de Selçuk Yöntem’i gördüm, “Beren’e gidiyorum, en zor soruyu sen sorsana” dedim…
– Aaaa, ne dedi?
Sor bakalım “Aşk-ı Memnu’da Adnan Bey’le mi daha mutluydu yoksa Fatmagül’de mi mutlu?” dedi…
– (Gülerek) Adnan’ı değil ama Selçuk’u çok özlüyorum. Sette biz onunla çok eğleniyorduk. Tabii ki “Aşk-ı Memnu”nun çalışma koşulları daha rahattı. Daha konforluydu, yalımızda çok mutluyduk. Fatmagül ise öyle değil…
Konfor dışında başka farklılık var mı?
– “Fatmagül’ün Suçu Ne”yi sesli çekiyoruz, “Aşk-ı Memnu” dublajdı. Fatmagül’de sesli çekmekten kaynaklanan zorluklar var, provalara daha fazla vakit ayırıyoruz. Oynamayı daha çok işlediğimiz bir alan var.
Diğerinde de bir günü dublaja ayırıyorsun…
– Ama sesli çekmek daha zor, işi uzatıyor. Kamyon geçiyor, okulun zili çalıyor, ezan okunuyor bunlar hep çekimleri uzatan şeyler. Ama yine de sesli çalışmanın tadı çok farklı, daha doyurucu.
İki rol arasında nasıl farklılık var?
– Bihter’in çok değişken halini özlüyorum. Bihter çok renkliydi, ruh hali çok dönüşüyordu ve bu çok eğlendiriyordu beni. Bihter karakteri benim hayatımda çok önemli. Kadın olmak açısından çok önemli… Ece’yle Melek (senaristler) Bihter üzerinden bana kadın olmaya dair çok şey öğrettiler.
Neler öğrendin Bihter’den?
– Şimdi tek tek onları açmayayım ama senaristlerin diyaloglar dışında Bihter’in ruh haliyle ilgili yazdıkları bana çok şey öğretti.
Fatmagül’le neleri keşfediyorsun peki?
– Muhakkak benim için her rolde keşfedilecek bir şeyler var. Başka bir coğrafyada yaşayan, sen olmayan bir kadınla empati kuruyorsun ve onun alanında gezmeye başlıyorsun. Muhakkak ki yeni keşifler oluyor. Bence işimin en lezzetli yanı bu…
BANA LAF ATANLAR SONRA KIZ ARKADAŞLARINDAN UTANMIŞTIR
Asmalımescit’te sana laf atan gençler hakkında ne düşünüyorsun? Bu da bir nevi şiddet değil mi?
– Ben o gece laf atıldığını duymadım. Kalktığımızda 10 tane kamera etrafımızı sardı, önümü görmüyordum. Yan masada oturan gençler herhalde o kameralardan aldıkları cesaretle böyle çirkin bir şey söylemişler. Herhalde ertesi gün kendilerini televizyonda bu sözü söylerken gördüklerinde kız arkadaşlarından çok utanmışlardır. Kendilerini kötü hissetmişlerdir.
Moralini bozmuyor mu böyle şeyler?..
– O olaydan sonra herkesten iyi tepkiler aldım. Pek çok insan kendimi iyi hissetmem için mesajlar attı. Çağan Irmak’tan, Mor Çatı’dan mailler geldi. Bu ülkede kadın olmak ve bir şeyler yapmak gerçekten insanın çok sorguladığı şeyler. Bir şekilde bunu sorgulatan şeyler de artıyor.
AVŞAR VE BEN OYNAMASAK BU KADAR TARTIŞILMAZDI
Sence bu olay neden bu kadar tartışıldı?
– Dizi üzerinde araştırmalar yapılıyor, inceleme kurulları kuruluyor. Ben bunu şuna bağlıyorum: Bu rolü zamanında Hülya Avşar oynamamış olsaydı, Bihter’in üzerine ben oynamasaydım, dizinin üzerine bu kadar gidilmeyecekti. Çünkü aslında bu hikayenin kuruluş biçimi, bakış açısı değil tartışılan. Oynayan kadın oyuncular yüzünden bu kadar magazinleşti ve bu hale geldi olay.
İşin kolayı belki de bu…
– Ama bence “Kime daha iyi tecavüz edildi?” diye anket yapanlar ya da benim otel odasında fotoğrafımı çekip “Tecavüz için psikolojik destek alıyor” diye yazanlar, kameraları gördüğünde dikkat çekmek için laf atanlar, bu işin köpüğünü yaratıyor. Aslında bu köpüğü yaratanları tartışmak lazım.
İNCEKARA “SAPIKLIK” DİYOR AMA BACCA OLAYINDA HEPİMİZ UTANDIK
Siyasetçiler bile topa girdi… Ak Parti Milletvekili Halide ıncekara ruh sağlığınızın bozuk olduğunu söylüyor…
– İncekara kalkıp “Fatmagül’ü yazanlar ruh hastası, insanlara sapıklık aşılıyorlar” diyor. Peki Pippa Bacca bu ülkede iki sene önce tecavüze uğrayıp öldürüldüğünde birlikte utanmadık mı? Ben çok utandım. Daha geçenlerde Rosmery adlı bir İngiliz kadının kızına Fethiye’de tecavüz ettiler ve bir erkek jinekolog, kızın muayenesini yaparken iki kişiyi daha izlesin diye yanına aldı.
Bu yaşananları tartışmak yerine insanların diziyi tartışması ikiyüzlülük ve kolaycılık mı sence?
– Kesinlikle öyle… Bu muhafazakarlaşmak meselesinin altında bir bastırma ve sahtekarlık var. Bir sıkıştırma duygusu var. Pippa Bacca’nın annesi buraya gelip, “Evet biliyoruz, o bir kişinin suçu, bunu Türkiye’ye mal etmek istemiyoruz” dediğinde, bu olgun tavır karşısında ben daha çok utanmıştım. Biz iki sene içinde her şeyi unutuyoruz ama bu yaşananları değiştirmiyor.
BU ÜLKEDEKİ ERKEK HUKUKU MESELESİNE İTİRAZIM VAR
Medyada açıkça sansür isteyenler, dizinin kalkmasını isteyenler bile var…
– Evet Fatmagül var, Fatmagül gibi bir sürü kadın var ve bu ülkede evlilik içinde de tecavüze maruz kalan bir sürü kadın var. Ben bu erkek hukuku meselesine itiraz ediyorum. Mesela Münevver Karabulut cinayetinde Celalettin Cerrah’ın “Kızlarına sahip çıksalardı” demesi… Mesela Fethiye’deki olayda tecavüze uğrayan kıza alkol muayenesi yapılması. Bunların hepsi bir erkek hukuku… şimdi kalkmışlar Fatmagül’ün yayından kaldırılmasını istiyorlar.
Dizi tecavüzün promosyonunu yapıyor mu?
– Ekrem Çatay ve Kerem Çatay kadına değer veren erkekler. Onun bir altında senaristlerimiz Ece ve Melek, bu işi kadın olarak yazıyor. Yönetmenimiz kadın, bir sürü ekip başımız kadın. Bizim hepimizin mizojin olduğuna, kadına uygulanan şiddeti legalize edeceğimize, bunu istismar edeceğimize nasıl inanabilirler ki!
Kadın dernekleri arasında da itiraz edenler var ama diziye…
– Evet, işte onlara cevaben söylemek istiyorum bunları. Bu işi muhalif bir yandan anlattığımızı düşünüyorum. Tabii ki bir takım şeyler söylenebilir. O sahne yeterince eleştirel çekilmedi, hikayenin şu kısmı böyle çekilmeliydi, oyuncular şöyle oynamalıydı falan denebilir. Biz de bunları ciddiye alırız ama genel olarak bu işe “tecavüzü legalize ediyor” demek ve gerçekten hepimizin mizojin olduğunu düşünmek bence çok vahim.
BU ÜLKEDE BU YAPILIR MI DİYE KORKMAYACAĞIM
Bihter bambaşka, Fatmagül bambaşka bir kadın ve biri bitti diğeri başladı hemen. Seyircinin iki farklı rolde seni beğeniyle izlemesinin sırrı ne?
– Öncelikle o dünyaların gerçek olarak kurulmasına bağlıyorum. Seyircinin doğrudan görmediği ama toplumsal bilinçaltının hissettiği yanlar var. Mesela tecavüz edecek oyuncuları seçerken onların başka bir yerlerden başka rolleri çağrıştırmayacak insanlar olmasına çok dikkat edildi. Cast ona göre yapıldı, bütün atmosfer ona göre yaratılıp gerçekçi bir dünya kuruldu. Esas illüzyon da burada…
Bihter mi daha çok tartışıldı, Fatmagül mü? Böyle çok tartışılan iki karakteri üst üste oynamak zor değil mi?
– İnsan birazcık başına gelecekleri tahmin edebiliyor ama Bihter’de yaşadıklarımdan daha sert değil Fatmagül’de yaşadıklarım. Beni Bihter zannettikleri dönem daha sert ve zordu benim açımdan, daha yıpratıcıydı. Çok tartışılmasına rağman Fatmagül’de öyle bir şey yaşamıyorum. Ama şişme bebek meselelerini öngörmek mümkün değildi… Gelecek tepkileri öngörsem de hiçbir zaman hiçbir şekilde canımın istediği rolleri oynamaktan imtina etmeyeceğim. Başkalarının ne düşündüğünü çok fazla önemsemiyorum. Bu ülkede bu yapılır mı diye korkmayacağım, geri durmayacağım.
BU KADAR HIZLI ŞÖHRETİ BEN DE BEKLEMİYORDUM
İki sezon “Aşk-ı Memnu”, bu sezon “Fatmagül’ün Suçu Ne”… Son üç sezonun en çok izlenen dizilerinde başrol oynamak nasıl bir duygu?
– Çok güzel, insanın hayatını epey değiştiriyor. Bir şeyi başarma hissi her zaman güzel.
İki dizi arasında hiç ara olmaması oyunculuk açısından zor mudur? Hep ara vermek lazım, oyuncusun yüzü eskir denir ya…
– Bu anlamda ezber bozan bir tavır oldu, ondan dolayı da mutluyum. Hep yüzün eskir, seyirci sıkılır, ondan o olur, bundan bu olmaz gibi oyuncuları bağlayan genel geçer cümleler var televizyona dair. Yoo demek ki olabiliyormuş, demek ki öyle değilmiş… Başka başka roller olunca da demek ki seyircinin heyecanı tazelenebiliyormuş.
Yarışmaya katılırken, dört-beş yıl içinde bu noktaya geleceğini düşünüyor muydun hiç?
– Yok, süre benim tahminimden kısa oldu. Kendime bir şekilde güveniyordum ama çok da cahil cesaretiyle gereksiz bir özgüven değildi tabii ki bu… Bir şekilde bir şeye dair inancınız olur ya, o inanç vardı bende. Biraz da kendimi denemek için girdim aslında…
“Türkiye’nin Yıldızları”na mı?
– Evet… Başka bir hayat yaşıyor ama başka bir hayat istiyordum, acaba olur mu diye düşünüp girdim.
Hangi hayatı yaşıyordun?
– İşletme okuyordum Ankara’da…
Bir yerde çalışıyor muydun?
– Hayır, öğrenciydim Başkent Üniversitesi’nde. Ama o hayatı yaşadığımda mutsuz olacağımı büyüdükçe görmeye başladım. Yarışma benim için deneme noktasıydı.
O yarışmaya girmeseydin oyunculuğu başka bir şekilde zorlar mıydın, yoksa bugün işletmeci Beren Saat mi olurdun?
– Bilmiyorum… Belki daha sonra denerdim… Yoksa biraz daha razı olur muydum kaderime; bilmiyorum ki…
MEDYAYA MESAFELİYİM ÇÜNKÜ CANIM ÇOK YANDI
1,5 milyon dolara ev aldığın söylendi?
– Birileri atıyor ortaya, sonra yedi-sekiz gazete yazıyor bunu. Beni yolda gördüklerinde “Yok öyle bir şey” diyorum. Artık sistem böyle işliyor. Benim adıma bir şeyler iddia ediliyor, haberler çıkıyor, ben “Yok öyle bir şey” diyorum. Bu ev işi de öyle oldu…
Medyaya o kadar mesafeli olmana rağmen…
– Benimkisi o kadar sansasyonel ve hızla değişen bir hayat değil. Sete gidiyorum, eve geliyorum. Bir tane ilişkim var, biliyorlar. Abartılacak, köpürtülecek bir durum yok yani ortada. Buna rağmen çekilen her fotoğrafa anlam yüklemeye çalışıyorlar.
Bu yüzden mi ürkek, çekingen, çabuk kırılacak gibi duruyorsun… Normal hayatında da böyle misin?
– Biraz öyleyim… Önce bir geride durup izleyen, sonra ilişki kurmaya başlayan bir yapım vardır. Çok çekingen değilim aslında. Ama benimle ilgili birileri ahkam kesip yorum yapmaya başlayınca ben iyice uzak durmak istiyorum. Niye benimle ilgili konuşuyorsunuz? ınsanlara ben bu hakkı tanımak istemiyorum. Önlerine koyduğum şey hakkında eleştirebilirler ama insanlara benim hakkında yorum yapma hakkını tanımak istemiyorum.
Profesyonel bir ekiple çalışıp marka yönetimi olarak mı medyaya mesafe koyuyorsun, yoksa içinden böyle mi geliyor?
– Hayır, tamamen güdüsel. Başlarda daha rahattım ama o kadar canım yandı ki bu meseleden, bir biçimde buna dönüştü. şimdi Beren’in kim olduğuna, Beren’in nasıl davrandığına dair yorum yapma hakkını vermek istemiyorum.
SADECE OYNAYARAK HAYATINI KAZANAN İLK OYUNCULARIZ BİZ
Televizyon şöhretinin geldiği gibi gitmesinden korkmuyor musun?
– Sadece oynayarak hayatını kazanan ilk oyuncularız biz ve bu açıdan çok şanslıyız. Nihayet sadece oyunculuktan para kazanan bir kuşak geldi, belki ileride teliflerimizi bile alabileceğiz. Televizyonda uçuculuk, kolay eskimek, unutulmak söz konusu ama zaten bunun farkındayız. Dizi setlerini hiçbir zaman yadsımayacağım. Benim dünya görüşümün değiştiği, oyunculuğu öğrendiğim yer dizi setleri ama yapmak istediği şey sinema… Önü, arkası her neyse, ama sinema yapmak istiyorum.
Arkası derken, yönetmenlik mi hedefin?
– Klasik “Bi gün ben de filmimi çekicem” yanıtını vermeyeceğim ama insan küçük hikayeler yazabilir, kısa filmler çekebilir, kameranın arkasında da çalışabilir.
Yazıyor musun?
– Yazıyorum öyle ufak ufak, bir şeyler toparlamaya çalışıyorum. Çünkü başka roller oynarken, başka kadın bedenlerinde gezerken, başka coğrafyalara giderken, insan enteresan tecrübeler yaşıyor.
TÜRK SİNEMASINDA ÇOK AZ SAYIDA İYİ FİLM ÇIKIYOR
Yeni dönem Türk sinemasını nasıl buluyorsun, izleyebiliyor musun filmleri?..
– Tabii ki izliyorum.
Kimleri beğeniyorsun?
– Şimdi isim vermesem… Çünkü bunların sonunda gereksiz polemikler çıkıyor.
Beğenmediğini değil, beğendiğini söyle…
– Mesela “Çoğunluk”… Aaa ne kadar şahane olmuş diye bayıldığım bir film oldu. Çok sade, çok güzel… Yönetmen Selen Yüce’yi çok beğendim.
Genel olarak Türk sinemasını beğeniyor musun?
– Çok az iyi film çıkarabiliyoruz. Genç yönetmenlerden aslında çok iyi filmler çıkıyor. Bu sayı da artıyor. Ama çekilen onca filme rağmen çok iyi değiliz…
Dizi çekmekte film çekmekten daha mı başarılıyız?
– Yok, öyle bir şey söyleyemeyiz. Ama daha hızlı gelişiyor dizi sektörü. Ben Yeşilçam sisteminin uzantısı olan kısmın aslında dizi setleri olduğunu düşünüyorum. Çünkü o Yeşilçam’da olan “rağmen çalışmak”, fedakarca, inançla çalışmak, bugünkü dizi setlerinde devam ediyor. Bu yüzden daha hızlı gelişiyor. Bu sezon sesli çekilmeye başladı dizilerin büyük kısmı. Oysa iki sene öncesine kadar sesli çekim seyirciyi uzaklaştırır falan denirdi. Bugün öyle olmadığını gördük. Prodüksiyon ve yönetim olarak da öyle; çok iyi dönem dizileri yapılmaya başlandı.
FATMAGÜL’ÜN ŞİŞME BEBEĞİNİ ÜRETMEK İSTEYENLER BİLE VAR
Fatmagül’ün şişme bebeğini üretmek için haklarını satın almaya çalışan firmalar var. Artık ben bunlardan üzüntü duyuyorum. Bütün gece yan yana masalarda oturduğumuz insanlar laf atıyorsa, pazarda Fatmagül donları satılıyorsa, ben bundan ancak üzüntü duyarım.
Hülya Avşar ÖNEMLİ BİR STAR AMA AYNI YOLU İZLEMEYECEĞİM
Diziye başlamadan önce Hülya Avşar’ın oynadığı Fatmagül’ü izledin mi?
– İzledim ama çok fazla kıyaslama yapmaya gerek yok çünkü o film, o günün koşullarıyla çekilmiş, o günün sinemasının bir parçası… O dönemin ürünü. Bugün biz bir televizyon dizisi yapıyoruz ve bugünün koşullarıyla aynı hikayeyi anlatmaya çalışıyoruz. O yüzden aynı teraziye koyulacak yapımlar değil.
Genç kuşağın Hülya Avşar’ı olarak gösterildin. Bundan rahatsızlık duyuyor musun?
– “Bu kız bundan sonra unutulmayacak” meselesini sembolize ediyorsa, bu benzetme tabii ki güzel. Çünkü Hülya Avşar bu ülke için kalıcı bir figür ve önemli bir star. Ama ben çok fazla başka alanlara geçmek istemiyorum.
Dizinin tanıtım fragmanında gördük, sesin de iyiymiş… Başka alana müzik dahil mi, albüm yapar mısın?
– Yok, hiç öyle bir niyetim yok. Bana yetecek kadar bir sesim var ama albüm yapmak gibi bir niyetim yok. Oyunculuk dışında başka alanlara geçmek istemiyorum. O yüzden izleyeceğim yol Hülya Avşar’la aynı olmayacaktır. Ama ismin bilinirliği, markalaşması konusunda Hülya Avşar’ın adı çok önemli ve öyle olmak isterim.
“Beren Saat Show” gibi bir televizyon programı yapmak da istemiyorsun o zaman…
– Çok büyük konuşmanın anlamı yok. Çünkü bu ülkede bir dönem gelmiş, film çekilememiş, herkes sahneye çıkmış hayatını devam ettirmek için. Günün birinde diziler için de aynısı olabilir, bilemiyorum. Yani benden bağımsız koşulları dikkate almayarak bu cevabı vermem gerekirse, televizyon programı yapmak istemiyorum. Ben sadece oynamak istiyorum.
BAHMAN’IN FİLMİ BENİM İÇİN EN ÖNEMLİ ŞEY ŞİMDİ
İki filmde rol aldın ama ikisi de televizyonda yaptığın işler kadar ses getirmedi.
– Umarım bir gün çok ses getirecek ve gişe yapacak bir filmde de oynarım. Oyunculuk gelen tekliflere bağlı kalan bir meslek olduğu için benden bağımsız da gelişiyor tabii bu… şimdi önümde iyi bir proje var; ıranlı yönetmen Bahman Ghobadi’nin filminde oynayacağım.
Teklif getireceği haberleri çıkmıştı, anlaştınız mı?
– Evet. Bunu mesela çok daha fazla ciddiye alıyorum.
Filmin konusu ne, hangi rolü oynayacaksın?
– Hikayeyi o açıklamadan açıklamayayım ama çok güzel bir film olacak gibi duruyor. Benim için Bahman’la çalışmak enteresan bir serüven olacak.
BEREN SAAT’İN HAYATINA DAİR…
Ne okuyor?
– Şebnem ışigüzel, “Kirpiklerimin Gölgesinde”. Ona çok hayranım diye anlatıyor…
Ne izliyor?
– DVD delisi değil. Filmleri olabildiğince sinemada izlemeye çalışıyor. Kaçırdığı filmleri ise DVD’de takip ediyor.
Oyunculuk eğitimi almamanın eksikliğini hissediyor mu?
– Bazı zamanlarda… Özellikle dublaj yapmaya başladığında kendisiyle ciddi olarak mücadele etmiş.
Ne kadar çalışıyor?
– Sete 09.00’da giriyor, gece 23.00-24.00 civarında çıkıyor. Haftada beş gün 14-15 saat çalışıyor. Dizilere “Yeşilçam’ın uzantısı” demesi de bu fedakar ekip çalışması yüzünden.
AYNA KARŞISINDA VAKİT GEÇİRMEM
Ayna karşısında çok zaman harcamam. Çok sıkıldım çünkü… Kuaförle ilişkim yok denecek kadar az. Makyajdan, süslenmekten çok sıkıldığım için ayna karşısında çok fazla bir mesaim yok.