Gazeteci Nazlı Ilıcak, 2011’de Hakan Fidan krizinden sonra Başbakan Erdoğan’ın odasında bulunan böceği cemaatin değil MİT’in koyduğunu iddia etti.
Hürriyet gazetesi yazarı Ayşe Arman’ın Nazlı Ilıcak’la yaptığı röportaj şöyle;
Türkiye’de neler oluyor?
-Fevkalade olumsuz gelişmeler! Beni en çok üzen de, 2011’e kadar başarıyla ülkeyi yönetmiş olan AK Parti’nin 2011’den sonra, peş peşe yanlışlar yapmaya başlaması. Başka ülkelerle mukayese ettiğimiz zaman görüyoruz ki, yönetim, iki dönemle sınırlandırılıyor. Çünkü uzaması, bir “iktidar zehirlenmesi”ne neden oluyor…
Türkiye’de de böyle mi oldu sizce?
-Sadece Türkiye bağlamında söylemiyorum, tüm dünyada, uzun süreli iktidarlarda bir “bozulma” ve “yozlaşma” ortaya çıkıyor. Bana göre, “ustalık dönemi” denen bu üçüncü dönemde, maalesef iktidar, peş peşe hatalar yapmaya başladı. Ve Türkiye öyle bir noktaya geldi ki, hani taşı getirirsin kan ter içinde, zorla zirveye taşırsın, sonra da zirvede, o taşı tutamazsın, “pat” diye aşağıya yuvarlanmaya başlar, herkesi ezer geçer, bütün yaptıkların da maalesef heba olur… İşte o hesap!
Sizce Hakan Fidan olayı olmasaydı, Başbakan’ın odasına böcek konmasaydı, karşılığında da dershanelerin kapatılması hamlesi gelmeseydi, yine ortaya çıkar mıydı bu yolsuzluk?
-Hakan Fidan olayı, aslında Başbakan’a yanlış yansıtıldı. Başbakan o dönem zayıf bir durumdaydı, ameliyat olmuştu biliyorsunuz. KCK temizleme operasyonundan, KCK ile MİT’in bu kadar iç içe girmiş olmasından haberi vardı ama Hakan Fidan’ın sorguya çekileceğini bilmiyordu. Ve bu olay ona farklı aksettirildi, “Hedef sizsiniz! Sizi tutuklamak istiyorlar! Cemaat zaten Hakan Fidan’a düşman, onlar sizin yerinize Abdullah Gül’ü istiyorlar” gibi şeyler söylediler. Bu noktada ipler koptu. İşte bu tarihten itibaren “Paralel devlet”, “Cemaat, iktidara ortak olmak istiyor”, “Cemaat, iktidarı şekillendirmek istiyor” diye bir söylem sürekli Başbakan’ın önüne konmaya başladı. Tam o sırada, odasından bir de böcek çıktı. Böceği bulan da MİT. Başbakan’a dedi ki “Bunu, Fethullah’a yakın cemaatçi polisler koydu, sizi dinliyorlar!” Oysa benim konuştuğum polisler de dediler ki, “Hayır biz koymadık. Bizi zor durumda bırakmak için, koyan MİT.” Gerekçeleri de şöyle: “MİT, böceği bulduğu zaman, o böceğin nereye sinyal verdiğini bu kadar zaman niye bulamadı? Çünkü bu böcek dediğin, kendi içinde kapalı bir devre değil. Bir yere sinyal veriyor ki, orada da dinleniyor.” Ama o yeri, MİT iki senedir bir türlü bulamadı…
Siz bu durumdan nasıl bir sonuç çıkarıyorsunuz?
-Başbakan’a bir operasyon yapıldı. Ama bunu yapan cemaat değil, başka bir güç! Ve o, nasıl bir güçse, asıl amacı da, cemaatle, Başbakan’ın arasını açmak. Bir yandan, cemaati itibarsızlaştırıp, sanki hükümete karşı bir odakmış gibi gösterirken, bir taraftan da, iktidara zarar veriyor. Ben burada çift yönlü bir operasyon olduğunu düşünüyorum…
İki taraf da zarar görüyorsa bu durumdan, operasyonu yapan kim?
-MİT’in içinde karanlık bir odak! Ergenekon’la da, başka odaklarla da işbirliği yapmış olabilir. Dış mihrakları da bu paketin içine koyabiliriz. Şimdi bakın, 28 Şubat operasyonunun tüm enformasyon bölümünü MİT yürüttü. Ve o MİT hep aynı kaldı. Hiç temizlenmedi. MİT’in içinde böyle odaklar kalmış olabilir…
Size göre “paralel devlet” yok yani…
-Yok tabii! Ben paralel devlete inanmıyorum. O insanlar, 2011’de, kapı kapı dolaşıp AK Parti’ye oy istediler. Sonra ne oldu da 2012 Şubat’ında, cemaat birdenbire Tayyip Erdoğan’ı hedef aldı, bu kadar düşman oldu? Ben inanıyorum ki, çevresi Tayyip Erdoğan’a bir paranoya yaratıyor, onu birtakım şeylere inandırıyor, korkutuyor, yalnızlaştırıyor. O da her şeyden şüphe eder pozisyona düşüyor. Ve işin fenası, ona asıl desteği vermiş cemaatten bile şüphe duyuyor. Bence bu operasyonu yürüten kimlerse, amaçlarına ulaşmada başarılı oldular. Sonuca bakar mısınız, Ergenekon ve Balyoz davaları bile yeniden yargılanacak duruma geldi. Operasyonun ‘başarı’sı bu noktada…
Türkiye nasıl etkilenir?
-Ben AK Parti’yle Türkiye’nin her şeye rağmen kazandığına inanıyorum. İstikrar açısından. İstikrar varsa, bir ülkeyi yönetmek, zenginleştirmek daha kolay. Çünkü sermaye geliyor. Gerçekten de Türkiye, bir noktadan bir noktaya geldi. Ama şimdi bir huzursuzluk var insanların içinde, çünkü ne olacağı belli değil. Bir de iktidarı hedef alan yolsuzluklar silsilesi var. Bu yolsuzluklar, sanki bir darbeymiş gibi takdim edildiği için, istikrarsızlık daha da derinleşiyor.
Yani sizce yolsuzluk olmadı mı!
-Olmuş olabilir. Yanlış anlaşılmasın, yolsuzluk iddialarını son derece ciddiye alıyorum. Ben zannettim ki, Tayyip Erdoğan, “İşte bak bizim ülkemizin savcısı bunları ortaya çıkardı!” deyip yolsuzluk iddialarına muhatap olan insanlara mesafe koyacak. Ve bu olaydan da saygınlıkla, prestijle çıkacak. Ben öyle tahmin etmiştim. Ama şimdi kavga büyüdü, ülkeye istikrarsızlık geldi. İnsanlar, “Yolsuzluğun üstü kapatılmak isteniyor” gibi bir izlenime kapıldığı için müthiş öfkeli. Ama bir kesim de var ki, onlar da, “Yolsuzluk filan yok. Bu resmen darbe girişimi” diyor. “Bu darbe değil!” diyen benim gibi insanlara da onlar öfkeleniyor…
Sizi de şaşırttı mı olan biten, yoksa bekliyor muydunuz?
-Kulağıma birtakım şeyler geliyordu. Ama ben bu tip iddialara, somut delil olmayınca itimat etmem. Fakat bu sefer, yok ayakkabı kutuları, yok fotoğraflar, yok adrese teslim valizler. Ciddi şüpheler var. Dibine kadar araştırılmalı. O polisler görevden alınınca, o kadar üzüldüm ki çünkü kamuoyunda farklı bir algı yarattı. Bir şeylerin üzerini örtmek istiyorsun ki, sen bu polisleri görevden alıyorsun. Üstüne bir de darbe paketi yapıldı. 28 Şubat, “postmodern darbe”ydi, bu da “dost modern darbe”ymiş gibi oldu. Ben bu darbe iddialarına kesinlikle inanmıyorum…
Başbakan’ın tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz?
-Kendisinin tabii seçmeni olan dindar kesimi, bu şekilde rencide etmemesi gerektiğini düşünüyorum. Etrafındaki o dar kadronun söylediklerinin her zaman doğru olamayabileceğini öngörmeli. Görüştüğü gazeteciler, hepsi değil ama pek çoğu artık kamuoyunda itibarını kaybetmiş insanlar. Başbakan, etrafına böyle bir duvar örmüş durumda ki, aykırı fikirlere kapalı, aykırı fikir sunanları düşmanıymış gibi değerlendiriyor. Öncelikle Tayyip Erdoğan’ın yapması gereken şey, ki Hüseyin Gülerce de bunun işaretini verdi, dedi ki, “Paralel yapı diye cemaati suçlama! Bir paralel yapı varsa, bunu delillerle meydana çıkar. Ama 28 Şubat’taki gibi cephe alıp yapma!” Fethullah Gülen de dedi ki, “Eğer böyle paralel bir yapı varsa, biz de bunu desteklemiyoruz. Ortaya çıkar. Ama hiçbir delil yokken, paralel yapı diyerek insanları kıyıma uğratma.” Son yazdığı mektupta bunlar var…
Siz bundan sonrasında nasıl gelişmeler bekliyorsunuz? Hüseyin Gülerce çok olumlu konuşmuyor…
-Ben ülke ekonomisi açısından endişeliyim. “Bir cadı avı başlayacak” deniyor. Ben, 30 kişiye, “Sen örgüt mensubusun!” denileceğine, medya kolu, işadamı kolu diye yeni bir operasyon yapılacağına inanmıyorum. Bazı köşe yazarları bu tür şeyler yazıyorlar. “Yargı ve polis cuntasının merkezi Kuzguncuk” diyorlar. Yani Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın bulunduğu nokta. Ben zannetmiyorum. 28 Şubat’ta bile yapılmadı bu, şimdi de yapılmaz diye düşünüyorum, umut ediyorum…