Üçüncü iktidar dönemini bu isimle anıyor Recep Tayyip Erdoğan. Kısa başlıklar halinde ustalık dönemine bir göz atalım hızlıca:
-Kıbrıs politikası konusunda yıllar sonra Rauf Denktaş- Mümtaz Soysal çizgisine gelindi. Recep Tayyip Erdoğan Kıbrıs ziyaretinde ada ile ilgili hiçbir taviz verilemeyeceğini söyledi. Annan Planı zamanında çözümsüzlük çözüm değildir diyen hükümet tekrar bu tavizsiz tutuma geri döndü. Önümüzdeki dönemde Kıbrıs Rum Yönetimi AB Dönem Başkanı olacak. Bunun için AB ile ilişkilerimizin de askıya alınması gündemde. Nitekim ulusal olarak varlığını tanımadığımız bir ülkenin üyesi olduğu AB’liğine bu statüko ile üye olmamız mümkün gözükmemekte.
– Ermenistan’la diyaloglar kurulmuş, Milli Takım maçları vesilesi ile diplomatik ilişkiler yumuşatılmıştı. Bu barışçıl tutum Azerbaycan’la aramızın açılması pahasına idi. Gelinen noktada Ermenistan Devlet Başkanı Sarkisyan gençliğine hitaben yaptığı konuşmasında “Bizim nesil Karabağ’ı aldı siz de Ağrı Dağı’nı alırsınız” minvalinde bir açıklama yaptı. O Karabağ’dır ki Ermenistan ve Azerbaycan arasındaki yıllanmış sorundur ve Azerbaycan’la aramızı bir süredir limoni kılan yerdir. Ne için küstürmüş olduk şimdi Azerbaycan’ı? Ya da Ermenistan’la atılan bu dostluk köprüsünün bize yararı ne oldu? Bir sonuç elde edebildik mi? Kocaman bir Hayır.
-Ahmet Davutoğlu’nun Dışişleri Bakanlığı ile birlikte en önemli müttefikimiz Esad’lar yönetimindeki Suriye haline geliverdi. Öyle ki tek gümrük kapısı kuracaktık bir bankoda Türk görevli öbür bankoda Suriyeli meslektaşı işlemleri yapacaktı. Kimi romantikler iki ülke arasındaki birleşmeden bile söz eder hale gelmişlerdi. Daha sonra aynı Esad’ın muhalifleri Batı tarafından kışkırtılınca Recep Tayyip Erdoğan yönetimi ne yapacağını şaşırdı. Mısır’daki olaylarla ilgili hemen en sert biçimde Mübarek’e akıl veren Erdoğan, söz konusu Esad’lar olunca cılız kalmakla eleştirildi. Şimdi en yakın müttefikimizi daha iyi tanıyoruz ve kimlerle işbirliği içinde olduğumuzu daha net görebiliyoruz. Düşünmeden, tanımadan yılların politikalarını değiştirdiğimiz her adım çok umut verir biçimde başlıyor ama bu adım da diğerleri gibi havada kalıyor.
– Yıllar önce terörle mücadele için polis özel hareket timleri kullanılmıştı. Sonra bu durum bölgede faili meçhullere, önü alınamaz kirli ilişkilere dönünce halkla devlet arasındaki uçurum büyümüştü. Devlet kendi eliyle bölge halkını kendine küstürmüştü. Burada tabii sadece Emniyet özel hareketı suçlamak haksızlık olacaktır. Asker eliyle de halkın küstürülmesi için ne yapılması gerekiyorsa yapılmıştı. Ancak şimdi yeniden polis özel harekatı kullanılacağı için bu durumun da üzerinde durmamız gerekiyor.
Polisin terörle mücadeleyi devralması ile ilgili çok iddialı söylemler var.Kurumlar arası işbirliği ve iyi niyetle terörün bitirileceği iddiasında olanlar var. Yanlız eskisi gibi olur, 90’lı yılların karanlık ortamı tekerrür ederse bunun altından kimse kalkamayacaktır. Bir ordu disiplini içinde hareket etmeyen polisin bölgede başarılı olma şansı nedir göreceğiz. Ama bu metod daha önce denenmiş ve sonuçları felaket olmuştu.
– Terör örgütünün İmralı’da ikamet eden hükümlü lideri ile müzakere ederek sonuç almaya çalışmak ve sonra her gün yaşanan olaylarla, şehit cenazeleri ile onun elinin güçlenmesi. Başka herhangi bir hükümlü ile benzer pazarlıklar yapılmış mı acaba? İmralı kendisini özgürlük savaşçısı olarak görüyor, Nelson Mandela gibi anılacağına inanıyor. İmralı örneği ne daha önce İrlanda’daki Sinn Fein örneğine benziyor ne de İmralı’da ikamet eden Nelson Mandela’ya. İmralı’nın dağdakilerle üzerinde bir etkisi var mı yok mu belli değil ama var olduğunu düşünürsek bile son günlerde terörü tırmandırarak elini güçlendirmeye çalıştığı ortada değil mi? Bu bile başlı başına ateşle oynandığının göstergesi. Bu arada konumuza uygun olarak 2002 öncesinde terör olaylarının neredeyse sıfırlanmış olduğunu da hatırlatmakta fayda var.
– Ekonomide ustalık döneminde ise hala en büyük dayanağımız sıcak para. Bakalım bu para ne zaman ülkeden çıkmaya karar verecek.
Herşeyi Ergenekon’dan bilmek:
Norveç’te bir akıl hastası 80 civarında çocuk yaşta insanı öldürüyor. Adeta atari oynar gibi 1,5 saat katliam yapıyor. Herkes yas tutuyor. 2-3 gün sonra Türkiye’de abonelik sistemi ile tanınan bir gazetenin yazarı bu işin altından Ergenekon çıkarsa şaşırmam diyerek şaka yollu(!) zihniyetini gözler önüne seriyor. Bir mantık var. Bu mantık bir delile değil de bir inanışa bağlı. Ergenekon vardır ve tüm kötülüklerin anasıdır. Tıpkı bu grubun televizyonunda yayımlanan dizilerde içki içen karakterlerin akla gelebilecek en kötü şekilde karikatürize edilmesi gibi, bu yazarlarda bu temel bir cümlelik mantık etrafında her gün köşe yazıyorlar. Bırakın Türkiye’yi artık dünyada ne olsa Ergenekon işi oluyor.
Ergenekon var mıdır yok mudur bu husus henüz yargı aşamasında. Bağımsız Mahkemeler(!) karar verecek buna. Ama emin olduğum bir tek şey var. Türkiye’de darbe yapmak için Norveç’te bir deli ile görüşmeye gerek bulunmamaktadır.
Yargılanan eğer bir suç örgütü değil de bir siyasi düşünce ya da bir zihniyetse bu başka. Soyut şeylerin yargılanması evrensel hukuk normlarına uygun değildir. Hele ileri demokrasilerde hiç değildir.
Erdem ASYALI- NationalTurk