Başkanlar ve antrenörler
NationalTurk yorumcusu Müslüm Gülhan’ın bu haftaki “Başkanlar ve antrenörler” başlıklı yazısı;
Öncelikle, her iki mevkide bulunan kişilerin tüm özellikleri yöresel içerik taşıdığından dolayı değerlendirmeyi ülkenin sınırları içerisinde yapmak zorundayım.
Her bakımdan küresel futbol ile ‘uyuşmazlık’ yaşayan ülke futbolunu başkalaştırarak, kaldıramayacağı anlamlar yüklemenin bir değeri yok. Süreci ‘çelişki’ olarak değerlendirmek de mümkün değil. Çünkü, çelişki olsaydı, diyalektik bir izah kurgusuna sahip olduğundan içinde çözüm olurdu. Ülke futbolunun, herhangi bir çıkışa veya küresel futbol değer ve dinamiklerine sahip olma gibi bir derdi olmadığından, düz anlatımı seçmek herkesin yararına olacaktır.
Dünyada, futbol kulüplerine yönelik spesifik yönetici eğitimini veren bir kurum yoktur. Genel Spor Yöneticiliği yanında, normal işletme fakültelerinin vermiş olduğu eğitim süreç için var olanlardır.
Bu eğitimlerin genel kavramlar içermesi süreci eksik kılıyor. Futbolun içinden gelip, edinilmiş pratik futbol bilgilerini geliştirecek bu eğitim kurgusu içinde bir yapılanma, futbolun bugünkü iktisadi ve yönetsel mekanizmasına hâkim olup müdahale edecek özelliklere o zaman sahip olur.
Türkiye’nin zaten eğitim ile ilgili büyük sorunları var ki buralar için kaygı taşıması mümkün değil.
Türkiye sermeyesi, burjuvazi kültürüne sahip olmadığından ve sürekli siyasi ilişkiler sayesinde kamu ihaleleri ile haksız rekabet içerisinde geliştiğinden küresel iş insanı olma özelliğine sahip değildir. Haliyle, ortaya kendi iş hayatlarında edinmiş oldukları yetersiz bilgiler üzerinden kulüpleri yöneten bir ‘esnaf’ yönetici profili ortaya çıkıyor.
Bu süreç için eğitime ve kültüre ihtiyaç yoktur.
Antrenörler ise:
Profesyonel ya da amatör futbol oynadıkları süre içirişinde meslek kurgusunun alışkınlığından dolayı, değişim ile ilgili veya küresel futbolun meslek unsurlarının neleri kapsadığına dair hiçbir kaygı duymadan, sadece para kazanma odaklı ilişkiler üzerinden mesleğini icra ederek futbol hayatlarına devam ederler.
Tek amaç para kazanma sürecinin aksamamasını sağlamaktır.
Bu alışkanlıkları maalesef antrenör olduktan sonra da devam ettiriyorlar. Antrenör olarak, futbolcu oldukları döneme ait bazı unsurları taşımasına rağmen, bilginin edinilme zorunluluğu ve bunu prensipler halinde sahaya yansıtma felsefesini asla ihtiyaç olarak hissetmiyorlar.
Futbolcuyken, çalışmış oldukları antrenörlerden edindikleri tam oturmamış bilgiler ile üzerlerinde kalan uygulamaları, meslek olarak antrenörlüğü seçtiklerinde bunları sahada kullanmak onlar için her zaman en kısa ve en rahat yol oldu.
Türkiye’ye gelen en prensipli sistem bilgisine sahip Gordon Milne ve onun ile Beşiktaş’ta çalışan futbolcuların, antrenörlük hayatlarındaki durumu buna en iyi örnektir. Hepsinde Gordon Milne’den parçalar görürsünüz.
Antrenörler için Avrupa’da çalışma kaygısı taşımadan, buradaki büyük ‘rant’ kurgusundan yararlanmak çok cazip ve kolay oluyor. Bu bizim için en büyük tehlikedir. Umarım genç antrenörler, genç futbolcular gibi de bu duruma tavır alırlar.
Yetersizliklerini en iyi Avrupa kupalarındaki karşılaşmalarında görürüz. Bu yeterli bir kıyaslamadır.
Bu kadar kaygan zemindeki iki meslek grubunun, birbirlerine bağlı olarak çalışması, büyük sorunlar yumağını da beraberinde getiriyor. Mesleki etik değerlere sahip olmak ve bunu uygulamak, ancak mesleki bilgi donanımlarının yanında, entelektüel olarak bir donanıma sahip olunursa mümkün olur.
Aksi, çatışma kaçınılmaz olur ki oluyor.
Bunun en iyi örneği, kaybedilen maçlardan sonra kulüp başkanlarının yapmış oldukları açıklamalardır.
Ya antrenörleri seyircinin önüne atarak yıpratıyorlar. Ya da rakip takımı ve rakip antrenör üzerinden manipüle yaparak antrenörlerini yıpratıyorlar.
Ellerindeki kendilerinin olmayan para ve sorumlukları olmadan yönetme gücü onlara böyle bir anlamsız cesaret veriyor.
Hiyerarşik kurguda, çalışma arkadaşı olduğu antrenörü ile yüz yüze görüşüp tartışmak nedense onlara zor geliyor. ‘Esnaf’ kültürü böyle bir şeydir.
Haliyle, eksik donanıma sahip antrenörler de, kazanılan bir maç sonrası, can havliyle (!) farklı cesaretle cevap vermeleri kaçınılmaz oluyor.
Ve bu böyle sürüp gidiyor.