AsyaDünyaGündemManşetPolitikaUzak DoğuVideo

80’lerde Türkiye’den geri olan Güney Kore nasıl dünya devi oldu? (Video)

Bali

seul

Japon istilasından sonra bir de iç savaş yaşayan ve Kuzey’in ayrılmasıyla ortaya dünyanın en fakir ülkelerinden biri olarak çıkan Güney Kore nasıl dünyanın en büyük 14. ekonomisi oldu? (Video)

Güney Kore’nin Ankara Büyükelçisi Yunsoo ‘Güney Kore, dünyanın 14’üncü büyük ekonomisi olmayı başarmıştır. Bunun kaynağının eğitimde olduğunu düşünüyoruz’ dedi. Güney Kore Cumhuriyeti’nin Ankara Büyükelçisi Cho Yunsoo, ülkesinin dünyanın 14’üncü büyük ekonomisi olmasında eğitimin büyük katkısının bulunduğunu belirtti. Yunsoo, Eskişehir Valisi Güngör Azim Tuna’yı ziyaretinde yaptığı konuşmada, Yunus Emre’nin memleketi Eskişehir’de bulunmaktan duyduğunu memnuniyeti dile getirdi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a ocak ayında güven mektubunu sunduğunu, Erdoğan’ın da Güney Kore ve Türkiye arasında her alanda iş birliğine dikkati çektiğini aktaran Yunsoo, şöyle konuştu:

“Ben de o bakımdan Türkiye’nin bölgelerini ziyaret ediyorum. Eskişehir’de, Güney Kore ile iş birliği yapan firmalar bulunuyor. Bugüne kadar iş birlikleri daha çok İstanbul ve Ankara odaklı devam etti. Ben de iki ülke ilişkilerinin daha da gelişmesi için yerel bölgelerle de iş birliğinin önemli olduğunu düşünüyorum. İş adamlarımızla bu ziyaretlerimi sürdürmeye devam ediyorum. Ekonomi, kültür ve eğitim alanındaki iş birliği konusunda ne yapabileceğimizi araştırmaya devam edeceğim.

Türkiye, bölgesel olarak merkezi konumda bulunuyor. Türkiye, 600 yıllık bir medeniyete sahiplik ediyor. Kore, ülke olarak bölünmüş durumda, Kuzey Kore’nin saldırısına karşı Türkiye’nin yardımını aldık. Bugün Güney Kore, dünyanın 14’üncü büyük ekonomisi olmayı başarmıştır; bunun kaynağının eğitimde olduğunu düşünüyoruz. Dolayısıyla Güney Kore’nin bu avantajını Türkiye ile paylaşmak istiyoruz.”

Güney Kore nasıl gelişti?

Kore’nin yarım asra yakın bir zaman dilimini ciddi sıkıntılar içinde geçirdiğini söyleyebiliriz. 1910’da Japonya tarafından işgal edilen ve sömürgeleştirilen Kore, bu durumdan 2. Dünya Savaşı’nda Japonların yenilmesiyle kurtulur. 1945’te sömürge dönemi sona erer ancak bu sefer de iç karışıklıklar başlar. Ülke savaştan sonra Kuzey ve Güney olarak ikiye bölünür. Bugünkü Güney Kore’de ise 1948’de ‘Kore Cumhuriyeti’ adıyla bağımsız bir devlet kurulur. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra başlayan soğuk savaşta Kuzey Kore, Sovyetler Birliği’ne; Güney Kore ise Batı blokuna yakındır. 1950’ye gelindiğinde, Kuzey Kore orduları Güney Kore’ye saldırır. 3 yıl süren savaş ve çatışmalar, Kore Cumhuriyeti’ni ekonomik bir felakete sürükler.

Savaşın sona ermesiyle birlikte ‘sıfırı tüketen’ ve yardımlara muhtaç duruma düşen Kore için 1961’e kadar geçen 8 yıl, kendine gelme dönemidir. 1961’e kadar Kore’de, Doğu Asya tipi büyüme modelinin uygulanması pek mümkün olmaz. Vietnam Savaşı’nda Amerikan ordusuna verilen destek neticesi gelen Amerikan yardımları ve Japonlardan alınan savaş tazminatları, bu dönem Kore’sine sermaye girişinin temel kaynaklarıdır.

Yine bu dönemin karakteristik özelliklerinden biri, ülkenin çöken altyapısını yeniden kurma çalışmalarıdır. Dış kaynaklar önemli ölçüde altyapı yatırımlarında kullanılır. Sanayi denebilecek çalışmalar ise gıda ve tekstil gibi sektörler ve ciddi teknoloji gerektirmeyen basit ürünlerin üretimiyle sınırlı kalır. Sonuçta 1953-61 döneminde, savaşın etkisiyle âdeta yıkıma uğrayan ekonomi ve altyapı tekrar toparlanmaya başlar. Buna rağmen bu 8 yıllık dönemde büyüme hızı yıllık ortalama 4,2 gibi, o dönem için azımsanmayacak bir seviyede olur. Nüfus artışı ise Kuzey’den gelen göçlerin de etkisiyle yıllık ortalama 3,1 gibi çok yüksek bir seviyede gerçekleşir.

NationalTurk World Son Dakika

1961’de Kore’de askerî darbe olur ve General Park Chung Hee devlet başkanı koltuğuna oturur. Bu darbe aslında ülkenin kaderini çizecektir. Tahmin edilenin aksine General Park, Kore’de önceliği siyasetten alarak ekonomik kalkınmaya verir. 1962-66 dönemini kapsayan ‘Birinci 5 Yıllık Kalkınma Planı’, onun döneminde uygulanmaya başlar. Askerî darbenin ardından bankaları kamulaştıran General Park, bu bankalar aracılığı ile büyük şirketlere verilen kredileri genişletir ve başarılı şirketleri eksi reel faizlerle ödüllendirir. Bu uygulamalar ilk başta otoriter yönetimin yansımaları gibi gözükse de sonuçta yatırım ortamı ciddi seviyede iyileşir. Park’ın diğer özelliği de aslında daha önce hazırlanan ancak uygulamaya konulamayan ilk kalkınma planını, 1962’den itibaren devreye sokmasıdır. İlk beş yıllık kalkınma planının temel hedefi, yoksulluk çemberini kırmak ve kendi dinamizmiyle büyümenin temellerini atmaktır. Planın temel parametresi, ihracat odaklı hızlı büyüme olarak belirlenmiştir. Ekonomide ciddi yapısal reformlar da bu dönemde gerçekleştirilir. İkinci beş yıllık planda bu reformların karşılıkları alınmaya başlarken, ülke asıl atılımını, 1972 ve 76 yıllarını kapsayan 3. beş yıllık kalkınma planıyla yapar. Kore hükümeti bu dönemde ağır sanayi ve kimya sanayiinin geliştirilmesine odaklanır.

yunanistan golden visa yurt disi emlak 2024

Ağır sanayi yatırımlarına ilk ve en önemli örnek, 1968’de kurulan Posco çelik şirketidir. Tae Joon Park tarafından, sermaye, teknoloji ve tecrübenin neredeyse hiç olmadığı bir dönemde, sadece 34 çalışanla kurulan Posco, bugün dünyanın çelik devleri arasında yer alıyor. Bu yılın başında Bursa’ya da yatırım yapan Posco firmasının varlıklarının toplam değeri 37 milyar doları buluyor. Dünya genelindeki 36 üretim tesisinde toplam 17 bin 600 kişiyi istihdam eden Posco’nun 22 ülkede toplam 42 çelik servis merkezi bulunuyor.

Kore’nin kalkınma sürecini araştıran Seul Ulusal Üniversitesi, Kyujanggak Kore Çalışmaları Enstitüsü Öğretim Üyesi Prof. Tae Gyun Park süreci anlatırken, o dönem yüksek teknolojiye dayalı üretim yapabilmek için Kore’nin imkânlarının yeterli olmadığını ve bütün tekniği Japonlardan kopya ettiklerini vurguluyor. Ülkenin hızlı kalkınma için Japonlarla işbirliği yapmasının şart olduğunu vurgulayan Prof. Park, şöyle devam ediyor: “Teknolojiyi Japonya’dan aldık ama bir süre sonra Kore firmaları kendi tarzlarını ortaya koymaya başladı. Tekniklerini kopyaladığımız Japon firmaları ile bizim firmalar rekabete başladı. Kopyacılıktan özgün üretime döndük. Uzun yıllardır kendi teknolojimizi üretiyoruz ama Kore’deki ileri teknoloji altyapısında Japonların katkısı inkâr edilemez. Mesela Hyundai ilk otomobili ürettiğinde motorunu Japonlardan almıştık ama daha sonra motorları kendimiz yapmaya başladık.”

Gerçekten bu dönemde, Japon şirketlerinin teknolojilerini paylaşma konusundaki isteksizliklerine rağmen, gerek lisans gerekse patent kullanım haklarını satın almak yoluyla Güney Kore, en fazla teknoloji transferini Japonya’dan yapar. Bu transferlerde tersine mühendislik uygulamaları ile Japon ve Amerikan üniversitelerinin mühendislik fakültelerinde okuyan Güney Koreli öğrencilerin önemli payı vardır. Sonuçta bugünkü Güney Kore teknolojisinin kaynağı Japonya denebilir ama sıfır birikimden ve sıfır teknik kapasiteden inovasyon odaklı bir sanayi üretimine geçişte Koreliler, Japonları bile geride bırakmıştır.

Hyundai

Savaş sonrası dönemden başlayarak, 1990’lara kadar her dönem ayrı bir kalkınma stratejisini devreye sokar Güney Kore. Altyapı, ağır sanayi ve kimya sanayiinden sonra 70’lerin gündeminde otomotiv sektörü vardır. Otomotiv denince Kore’nin lider şirketi kuşkusuz Hyundai’dir. Hâlen bünyesinde 45 civarında şirketi barındıran ve yaklaşık 180 bin kişiye istihdam sağlayan Hyundai, motorlu araç üretimi dışında mühendislik, inşaat, gemi yapımı, çelik, petro kimya, makine, havacılık, elektronik, finans ve perakende gibi alanlarda da faaliyet gösteriyor. Şirketin geçmişi, Chung Ju Yung’un 1940’ta açtığı küçük bir tamir atölyesine dayanıyor. Mühendislik ve inşaat şirketiyse 1947’de kuruluyor ve savaş sonrası ülkenin yeniden yapılanmasında önemli bir rol üstleniyor. 1967’de Hyundai Motor’un kurulması ile grup daha ileri teknoloji gerektiren alanlara yatırım yapıyor.

Hyundai Motor önceleri Ford Cortina modeli araçları monte ederek yola çıkar. Bunun yanında şirket İngiltere’den getirttiği bir uzmanın desteğiyle, 2 yıl içinde kendi otomobilini üretme hedefi koyar. Tasarımı İtalya’da yapılan ve teknolojisi Japon Mitsubishi Motor’dan alınan ‘Pony’ marka otomobil, ilk Güney Kore otomobili olarak 1974’te üretilir ve iki yıl içinde ihracata başlanır. Prof. Park’ın bahsettiği, Japon teknolojisi ile araba üretme dönemi de böylece başlamış olur. Mitsubishi’den istediği teknoloji desteğini alamayan Hyundai, ARGE yatırımlarını artırmaya karar vererek, önce kendi motor ve vites sistemini, daha sonra da kendi modellerini üretmeye başlar. Onu diğer şirketler izleyecektir.

80 sonrası ise sıra yüksek teknolojili üretime ve elektronik ürünlere gelir. Samsung ve LG gibi firmaların küresel ölçeğe yükselmesi bu dönemde gerçekleşir. Kore’de 1985’e kadar devlet büyük sanayi yatırımlarına ciddi destek verir. Özel sektör âdeta devletin kanatları altında palazlanır. Günümüzde Chebol diye anılan küresel Kore markalarının tamamının gelişmesinde devlet desteklerinin önemli rolü var. Bu kuruluşlara yönelik devlet destekleri 1985’te sona erecektir. Türk halkının, Naim Süleymanoğlu’nun dünya rekorlarıyla hatırladığı 1988 Seul Olimpiyatları, Kore’nin dışa açılımının, ihracattan dış yatırımlara başlamasının da miladıdır. Olimpiyatları başarıyla organize eden ülkede, bu dönem bir özgüven patlaması yaşanır. Yıllardır ürettiklerini dünyanın her yerine satmayı başaran Kore firmaları, yeni dönemde yabancı ülkelerde de yatırımcı olmaya başlayacaktır.

Ülkenin küresel markaları 1990’lardan itibaren hızla dış ülkelere yayılır. Kore’deki üretime dış pazarlardaki üretim de eklenir. Bu hızlı dışa açılma sürecinin önünü kesen gelişme ise 1997 Asya krizi olur. 1997’de yaşanan ve Asya kaplanları diye bilinen Kore, Japonya, Singapur, Malezya, Tayland gibi ülkeleri sarsan kriz, dışa açık Kore ekonomisini de olumsuz etkiler. Buna rağmen dinamik bir ekonomiye sahip Kore, krizin etkilerinden kısa sürede sıyrılmayı başarır ve bu dönemi, yapısal reformlar için bir fırsat olarak değerlendirir. Alınan hasarlara rağmen Asya krizinden daha güçlü bir reel sektör ve finansal yapıyla çıkmayı başarır Kore Cumhuriyeti. Bu süreçte IMF’den kredi desteği alan Kore, bu destekle hem krizi atlatacak hem de borçlarını kısa sürede geri ödeyecektir. Kore’nin günlük 2 milyon tirajlı Donga İlbo gazetesinin ekonomi editörü Seung Ho Huh, Asya krizini analiz ederken, “Biz buna IMF’den mezun olmak diyoruz. 4-5 senede IMF’den mezun olduk ve yolumuza devam ettik.” diyor.

Bugünkü yükselişte Asya krizi sonrasında ekonomideki yeniden yapılanmanın etkisi var. O krizde aldığı hasara rağmen, finans sektörünü ve reel sektörü sağlamlaştıran ülke, bugün rekabette öne çıkmış durumda. Kore bu açıdan Türkiye ile önemli benzerlikler gösteriyor. 2001 krizinde dibe vurduktan sonra bütün bankacılık sistemi ve kamu maliyesini rehabilite eden Türkiye, şimdi nasıl bunun meyvelerini topluyorsa, Kore de benzer bir süreç yaşıyor.

Güney Kore’nin en büyük 4 bankasından biri konumundaki NH Bank üst yöneticisi Byoung Jo Chun de Asya krizinden elde edilen tecrübeye işaret ederek, “1997 krizini IMF’den yardım alarak aştık. 2008 krizine bu tecrübeyle girdik. Avrupa Birliği ülkelerine göre krizden daha az etkilendik ve krizi daha çabuk atlattık.” diyor. Chun, bu dönemde devletin izlediği yolu da şöyle anlatıyor: “Küresel kriz başlayınca Kore hükümeti kendi ödemelerini hızla yaparak piyasada paranın dolaşımını sağladı. Bu durum piyasaya nakit girişine yol açtı. Onun dışında faizler düşürüldü. Ayrıca, en fazla iş yaptığı Amerika, Çin ve Japonya ile Kore arasında paraların değeriyle ilgili düzenlemeler yapıldı. Bu üç önemli tedbir bizi krizde avantajlı konuma getirdi. 97 krizinde bankalara toplam 15 milyar dolar aktarmak zorunda kalan Kore hükümeti, bu kez bankalara hemen hiç yardım yapmadı. Az bir katkıyla bankalar krizi sorunsuz atlattı.”

NH Bank’ın genel merkezi, başkent Seul’un finans ve borsa merkezi konumundaki Yeouido’da. Byoung Jo Chun bu bölgede kulaktan kulağa fısıldanan bir isimden bahsediyor: “Burada son günlerde fısıltı hâlinde sürekli bir Türkiye ismi dolaşıyor. Brokerler ve bankacılar ‘Türkiye güçleniyor. Türkiye daha güçlü olacak’ diye konuşuyor.” NH Bank son yıllarda Kore şirketlerinin uluslararası yatımlarına da kredi desteği veriyor. Türkiye’de belediyelerin çöplerinden elektrik üretmeye başlayan CEV Enerji Holding de NH Bank’ın finanse ettiği şirketlerden.

Ekonomik göstergeler ve küresel markalar bir yana, 50 yılda millî geliri 200 kat artırmanın, dış yardıma muhtaç bir ülke durumundan diğer ülkelere teknoloji transferi yapan bir ülke konumuna yükselmenin temeli beşerî sermaye. Kalkınma stratejileri ne kadar iyi olursa olsun, son tahlilde projeleri uygulayacak bir insan kaynağına ihtiyaç var. Kore’nin farkı da burada başlıyor. Ailelerin eğitime verdikleri olağanüstü önem, çocukların en iyi eğitimi almaları için gösterilen fedakârlıklar, bilim ve teknolojideki atılımların da sağlam bir altyapıya ve verimli bir insan kaynağına kavuşmasını sağlamış.

Kore’de bilim ve ileri teknoloji denilince akla ilk gelen isimlerden biri Myung Oh. Kore İleri teknoloji ve Bilim Enstitüsü Başkanlığını yürüten, daha önceleri de başbakan yardımcılığı yapmış Oh, kalkınma başarısının birinci gerekçesinin eğitim olduğunu vurguluyor. “Koreli aileler kendileri aç kalsa bile çocuklarını okutur. Gelinen seviyede bu tavrın önemli rolü var.” tespitini yapan Oh, ikinci gerekçe olarak da bilim ve teknolojiye yapılan yatırımları gösteriyor. Aslında eldeki veriler Myung Oh’un tespitlerini destekliyor. Kore’de lise mezunlarının yüzde 84’ü üniversiteye gidiyor. 50 milyonluk ülkedeki üniversite ve yüksekokul sayısı 408. Kore’deki üniversiteye gitme oranları Amerika, Japonya, Fransa ve Almanya gibi ülkelerin önünde. Üniversite öğrencilerinin yüzde 40’ı bilim alanında çalışıyor. Ülkede Gayrisafi Yurtiçi Hâsıla’nın (GSYH) yüzde 3,7’si araştırma ve geliştirme (ARGE) faaliyetlerine ayrılıyor. OECD ülkeleri arasında bu oran yüzde 2,28 düzeyinde.

Myung Oh, 1980’den itibaren ülkede bilgi teknolojileri (IT) devrimi yaşandığını belirterek, IT sektörünün ekonomiye katkısının yüzde 40’a ulaştığını söylüyor. Kore’nin bir özelliği de dünyada en fazla optik kablonun döşendiği ülke olması. Oh, internet hızı ve kullanımının yüksek seviyelerde seyretmesinin ülkede herkesin bilgiye ulaşımını kolaylaştırdığı tespitini yapıyor. Bu durumun da şeffaflığı berberinde getirdiğini ve vergilerin daha kolay toplanmasını sağladığını, böylelikle devletin gelirlerinin arttığını belirtiyor.

Peki, Kore halkının eğitime bu kadar önem vermesinin sebebi ne? Bu sorunun cevabını ülkenin önde gelen girişimcilerinden biri veriyor. Prof. Suk Jean Kang, General Electric şirketinin uzun yıllar Kore başkanlığını yürütmüş, bilim dünyası kadar iş hayatındaki etkinliğiyle de öne çıkan bir isim. Türk Kore Dostluk Derneği’nin de kurucularından olan Kang, iki ülke ilişkilerinin gelişmesine büyük önem veriyor. Prof. Kang, Korelilerin eğitime bu kadar önem vermelerinin asıl gerekçesinin Kore Savaşı olduğu tespitini yapıyor: “Savaş olmasa Kore hâlâ tarım odaklı bir ülke olabilirdi. Savaşta yaşanan dramlar, açlık ve sefalet insanları motive etti. Eğitime ve başarıya odaklanmalarını sağladı. Savaşı yaşamasak bana göre bu seviyeye ulaşamazdık.”

Eğitime odaklanmak elbette kalkınmada çok önemli ama Prof. Kang, eğitime yönelik aşırı motivasyonun bazı sosyal problemleri de beraberinde getirdiğini söylüyor. Mesela, ailenin çocuğu Amerika’da eğitim görürken, anne de çocuğu ile beraber bu ülkede yaşamaya başlıyor. Baba ise Kore’de kalarak çalışıp ailesine para gönderiyor. Yine çocukları için çok çalışan anne-babalar evde çocuklarına vakit ayıramıyor. Bu da aileleri ve çocukları olumsuz etkiliyor. Aynen Türkiye’deki gibi büyük önem verilen aile kavramı zayıflıyor. Sadece bu da değil. Refah seviyesinin artması ve ailelerdeki çözülme, ülkedeki intihar oranlarını da artırıyor. Prof. Kang, kalkınmaya ve refaha odaklanılırken, onun getirdiği sosyal sorunların göz ardı edilmemesi gerektiğini vurguluyor.

Güney Kore’nin kalkınmasında Chebol şirketlerinin payı inkâr edilemez. Her biri alanında küresel marka olmayı başarmış şirketlerin bu noktaya gelmesinde ise devlet desteklerinin önemli rolü var. Ancak bu şirketlere yönelik eleştiriler de yok değil. Kore’nin kalkınma serüvenini araştıran Seul Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Tae Gyun Park, ülkede çok hızlı bir kalkınma süreci yaşandığı için devletin az sayıdaki şirketi büyüttüğünü belirterek “Küçük ve orta büyüklükteki şirketlerimizde güzel gelişmeler oluyor ama onlar Chebol şirketleri ile adil rekabet edemiyor. Devlet, Chebol firmalarına bağımlı. Onlarda sorun çıkarsa bu bütün ülkeyi etkiliyor.” tespitini yapıyor. Chebol şirketlerinin kazandıkları parayı yeni teknolojilere yatırmak yerine alışveriş merkezleri açtıklarını, inşaat şirketleri kurduklarını belirten Prof. Park’a göre Kore’deki gelişimin devam etmesi için devlet KOBİ’lerin (Küçük ve Orta Büyüklükteki İşletmeler) arkasında durmalı, yeni teknoloji üretmelerinin önünü açmalı. Bir de büyükler ile küçükler arasında adil rekabet ortamı oluşturmalı.

Kore halkı denince dikkati çeken ilk özellik, milliyetçilik. Koreliler milliyetçi yanlarını ticarete yansıtıyor ve yerli şirketlerin ürünlerini tercih ediyor. Prof. Park ise bu tavrın da olumsuzluklara yol açtığını belirterek ilginç bir tespit yapıyor: “Koreliler artık yabancı markaları da tercih etmeli. Çünkü sadece Kore markası kullanıldığı zaman yerli markalar rehavete kapılıyor, ‘halk ne üretsek alıyor’ anlayışı ile kendilerini geliştirme ihtiyacı hissetmiyorlar. Halk kim kaliteli üretmişse onu almalı.” ARGE’ye ayrılan bütçelere bakıldığında Park’ın eleştirilerinin haklı olduğu görülüyor. Kore’de KOBİ’lerin bütçelerindeki ARGE payı ortalama yüzde 3,26 olurken, büyük firmalarda bu oran 2,64’te kalıyor.

Kore’de KOBİ’ler denince akla gelen isimse, Kore Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeler Federasyonu Başkanı Kim Ki Mun. Aynı zamanda dünyaca ünlü Romanson saatlerinin de sahibi olan Ki Mun ise Kore ekonomisinde KOBİ’lerin öneminin gittikçe arttığını vurguluyor.

Son 10 yılda küçük ve orta büyüklükteki işletmelerin istihdam sayısı 3 milyon 800 bin kişi artarken, büyük firmaların istihdamı 600 bin kişi azalmış. Son 10 yıldır KOBİ’lerin, Kore’nin yenilikçi iş fikirlerine öncülük yapmaya başladığını belirten Kim Ki Mun, ülkedeki yenilikçi KOBİ sayısının da son 5 yılda 9 binden 39 bine yükseldiği bilgisini veriyor. Bütün bu gelişmelere rağmen, Prof. Park’ın tespitlerinde olduğu gibi, KOBİ’lerin hâlâ büyük firmalarla yeteri kadar adil rekabet içinde olamadığını da söyleyen Mun, hükümetin adil rekabet koşullarını hazırlayacak düzenlemeler yapması gerektiğini vurguluyor.

Samsung

Chebol şirketleri hakkında bu kadar değerlendirme yaptıktan sonra mikrofonu biraz da onlara uzatmak gerekiyor. Kore’nin hâlen en büyük küresel markası; elektronik devi Samsung. Samsung, 1938’de Byung Chull Lee tarafından kurulur. 1960’lara kadar şeker, tekstil, kurutulmuş balık gibi düşük teknolojili sektörlerde üretim yapan şirket, 1970’lerde kâğıt, petrokimya gibi orta düzeyli teknolojik üretime geçiş yapar. 1980’lerden itibaren şirket rotasını elektronik, bilgisayar, cep telefonu ve yarı iletken sektörlerine kaydırır. Kore dilinde ‘üç yıldız’ anlamına gelen Samsung, hâlen yarı iletkenler, telekomünikasyon ve dijital yakınsama teknolojilerinde dünyanın bir numarası olarak gösteriliyor. Dünyanın en değerli markaları sıralamasında 2002 yılını 19. sırada kapatan Samsung, hâlen 17,5 milyar dolarlık bir marka değerine sahip. Yine 2009 rakamlarına göre Samsung Global’in konsolide cirosu 116,7 milyar dolara ulaşmış durumda. Samsung’un bir özeliği de dünyada IBM’den sonra en fazla patent alan ikinci marka olması. Toplam patent sayısı 3 bin 611.

Seul’e bir saatlik mesafedeki Suwon’da kurulu ‘Samsung Digital City’ye geldiğinizde nasıl bir küresel markayla karşı karşıya olduğunuz daha net ortaya çıkıyor. 1,72 milyon metrekarelik alana kurulu Samsung Dijital Şehir’de 28 bin kişi çalışıyor. Samsung’un dünya genelinde 62 ülkede 191 ofis ve üretim tesisi ile 158 bin çalışanı bulunuyor. Bu çalışanların 44 bininin ARGE elemanı olması, zaten markanın başarısını gerekçelendirmeye yetiyor. Samsung’da çalışmak Koreliler nezdinde bir ayrıcalık olarak görülüyor. Bahsettiğimiz kampüsün içinde futbol, basketbol, beyzbol sahaları, fitnes center, hastane, banka, turizm acentesi, kafeler ve geniş park alanları var. Burada üretim yok, şirketin beyni denebilir. Kampüsteki en büyük iki bina tamamen ARGE’ye ayrılmış. Cep telefonu, televizyon, bilgisayar, yazıcı ve beyaz eşyaların ARGE binaları ve merkez ofisleri dijital şehirde bulunuyor. Yine bu alan için 9 adet yemekhane var. Şirkette çok fazla Hint kökenli çalıştığı için, yemekhanelerden birinde tamamen Hint yemekleri çıkıyor. Kampüs içindeki 500 bisiklet, içerideki ulaşımda kullanılıyor. Dijital şehir, Samsung elektroniğin merkezi ama bunun dışında LCD operasyonlarının beyni konumundaki Kristal Şehir ve yarı iletkenler için de Nano Şehir kurulmuş. Bunlar Kore’nin farklı bölgelerine dağılmış durumda.

İşte bir Chebol firmasının kısa öyküsü. Samsung’un hikâyesi aslında Kore’nin kalkınma sürecini anlamak ve analiz etmek için çok önemli veriler ihtiva ediyor. Tamamen yardıma muhtaç bir ülke sadece 50 yılda hem bir refah toplumu olup hem de böylesine etkileyici global markalar çıkarabiliyor. Benzer özelliklere sahip olduğumuzdan, son tahlilde Kore modeli, Türkiye’nin kalkınma ve refah toplumu olma yolculuğu açısından da çok önemli dersler içeriyor. Kore şirketlerinin Türkiye’nin geleceğini yakından ilgilendiren devasa projelere gösterdiği ilgi ve Türklerin de Kore’de gittikçe artan etkileri, Türkiye’de artık Kore’nin daha fazla gündeme gelmesini gerektiriyor.

Maçlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Maldivler Turu
Başa dön tuşu