Anlatmaya çalıştığım dönem; futbolun endüstrileşmeden önceki dönem ki daha temiz ve daha insani bir boyuta sahip dönemden bahsediyorum. O zaman zarfında ne politik dayatmalar, ne servet transferleri, ne haksız kazançlar, ne bahis oyunları, ne karaborsa bilet, ne de menajerler vardı… Yeteneklerin tamamının sunulduğu alanlar ise sokaklar, arsalar ve nizami olmaya toprak sahalardı. Ve her sokağın bir mahalle takımı vardı. İşte o mahalle takımların başlarında da bir ‘abi’ süreci yönetmekle sorumluydu. Buradaki ‘abi’ tanımlaması-soy isminin önünde, bir kimlik beyanından ziyade saygıyı ve bir değeri işarete karşılık gelmektedir.
O dönem için abilik kavramı mahalle takımlarında bir yönetim mekanizmasını oluşturduğu için tamamen gönüllülük üzerine kurgulanmıştı. Her birinin kendi işleri veya çalıştığı bir yer olduğu gibi-işten ayırdıkları zaman dilimi içinde takımla ilgilenme fırsatı bulurlardı. Ama buradaki gönüllülük veya zaman ayırma koşulları-hani öyle ‘eh artık olabildiğince’ tarzda olmayıp, aksine, tamamen bir iradenin ortaya koyularak sürecin yönetimini idealize etmek üzere tasarlanmaktaydı. Çok farklı bir sorumluluktu… Ben de bu sürecin içinde yetişen şanslı kişilerden biriyim. Bu öyle bir şans ki; tüm dostane ilişkiler içinde, tertemiz süreçte-insanlık değerlerinin ön planda tutulduğu bir oyunun içinde yetişmeye çalıştım.
Ulusal bilincin ve devletin kendini ve varlıklarını koruma reflekslerinin kuvvetli olduğu zaman diliminde olmamızdan dolayı; yerli malzemeler kullanılırken para bulmak kolay değildi. Futbol ayakkabısı bulmak kişisel olmakla birlikte bir paylaşım aracı da olabiliyordu. Forma mahalle takımına ait olmakla birlikte maçtan önce dağıtılıp, maç sonu oyuncuda kalıp evde yıkatıldıktan sonra-ki annem ile çıkan savaşların temel dayanağı özellikle çamurlu malzemelerin yıkanmasıydı-hafta içi bir gün de takımın abisine veya bir kulüp binası varsa kulübe teslim edilirdi.
Hafta içi akşamları antrenman yapma zorunluluğu vardı. Çünkü, o süreçte eğitim kalitesinin yüksekliği ve yaşama tutunma azminin temel önceliği vardı. Var olmanın temel önceliği eğitim olduğu için-aileler eğitimi her şeyin üstünde tuttuklarından dolayı ancak arta kalan zaman diliminde antrenmanlara katılma fırsatı olurdu. Benim için futbol yaşam şekli olduğundan ikisini bir arada götürmek üzere hiç antrenman ve maç kaçırmamaya özen gösterirdim de hani bir ayrıcalık olursa da futbol bir adım önde olurdu. İşte bu dönemlerde kulüplerin tüm yönetim sorumluluğunu alan abiler aynı zamanda antrenmanları da yaptırırdı ve maçlarda da antrenörlük yaparlardı.
Benim için iki ‘abi’ çok kıymetliydi. Çeliktepe Tunaspor’da Cemil ‘abi’ ve Çeliktepe Ümitspor’da da Hayati ‘abi’ bana katkı yapan çok değerli insanlardı. Maalesef, geçen hafta gençler ve futbol için bir değere sahip olan Hayati abinin vefatından dolayı cenazesine katıldım. 37-38 yıldır tanıdığım birinin ölmesi ki her ne kadar sık görmesem bile orada bir yerlerde olduğunu bilmek bana iyi gelmesiyle birlikte o kişinin ölümünü öğrenmek gerçekten üzücüydü. Çünkü, koşulların yetersizliklerine rağmen öyle ya da böyle özellikle Cemil ‘abi’ gibi hayatıma dokunmuş birisiydi.
O dönemlerdeki abilerin çoğu işçi statüsünde çalışan kişilerdi. İşçi haklarının, sendikallaşmanın, çalışma koşullarının işçiler lehine olduğu ve alım gücünün yüksek olduğu dönemdi. Para kazanmaları diye bir şey olmadığı gibi ceplerinden de para da harcarlardı. Tek umutları emek verdiği futbolculardan birkaçının profesyonel olarak top oynamaları ve kariyer yapacak yerlere gelmeleriydi. Bu onlar için tarif edilemez bir duyguydu. Her mahalledeki bu abilerin tutum ve beklentileri de aynıydı. O yüzden sadece Hayati abiyi öznelleştirerek yazmıyorum ve bunu çoğulcu yazmaya çalışıyorum. Hepsine aynı saygıyı göstermek değerlidir. Buna karşılık aldıkları sorumluluk çok büyüktü.
Cenazede gelen kişilerin farklı iş kollarında olan ve çoğu emekli olmuş veya kendi işlerinde uğraşan eski takım arkadaşlarımın olması Hayati abinin sayesindeydi. Yıllardır göremediğim kişiler oradaydı. Bu Hayati abinin yıllardır ortaya koyduğu emeğin karşılığıydı. Yüzlerde çocuğu, genci bir takım etrafında toplamak, bir sürü eksikliklere rağmen-ki düşünün; soyunma odasında su içmenin yasak olduğu ve limon yalamanın geçerli olduğu ve bilginin ancak şehir efsanesi olduğu bir dönemden bahsediyorum. Bu kulaktan dolma ve hiçbir dayanağı olmayan bilgilerin sıkıntılarına rağmen, sorumluluk alıp takım çalıştırmak hem futbolculara hem de onların ailelerine karşı bir riski de içeriyordu ki tüm sıkıntılarla birlikte işini icra etmeye çalışan biriydi.
İşte o sürecin kıymetini bilenler olarak ve o tertemiz birlikteliğin özlemi ile orada bulunmaktaydık. Ortaya konulan emeğin maddi bir karşılığı yoktu. Sadece insani hissiyatımızı tatmin etmenin amacı o zamanın koşullarının temel dayanağıydı ve bunun için emek veren birinin çabaları bizi oraya toplamıştı. Hepimizin konuşmalarındaki konunun sadece bu emeğin değeri olması tesadüf değildi. Her şey için teşekkür ederim Hayati Abi…
Müslüm Gülhan – NationalTurk
Serdal Adalı kendisinin eleştirildiği yazıyı yayından kaldırttı!