Futbol Bizim Neyimize ki? Burası Önemli!
NationalTurk yorumcusu Müslüm Gülhan'ın bu haftaki "Futbol Bizim Neyimize ki? Burası Önemli!" başlıklı yazısı;
Kurumsallaşmış bir kurgu, bir azınlığın veya bir devlet gibi örgütlenmenin çıkarlarına hizmet eden bir argüman haline gelirse, haliyle amacının dışına çıkıp kullanılan bir araç haline gelir. Bu tanım sadece sporu veya futbolu bağlamadığı gibi, insanlık adına en hassas konu olan inanç kurgusuna kadar gidebilir.
İnsanın (!) olduğu her yerde kötülük çok kaliteli bir şekilde örgütlenebilir.
Spor için de, futbol için de bu federasyonlardan başlayarak kulüplere kadar gidebilecek bir süreçtir.
Kurumsallaşmış ve evrensel kültüre sahip bir kurgu olan futbol, bizim için her zaman yöresel bir oyun olarak dizayn edilip, alt sekmen kültür başlıklarıyla yönetilebilecek bir araç haline getirilerek o alt başlıklar içinde yetişmiş ama yetişememiş kişiler tarafından yönetiliyor.
Çünkü futbol bu topraklarda, bu topraklarda yaşayan insanlar gibi coğrafya kaderini yaşıyor.
Halbuki futbol bir oyun.
Yüzlerce yıl öncesine, Çin ve Mısır uygarlıklarına kadar giden ve insanın duygusal yönüne hitap ederek onun yaşamdan haz almasını sağlayan bir oyun.
İnsanın yerleşik düzene geçmesiyle beraber başlayan rekabet ortamı, hem futbolu örgütlü ve kurallı bir oyun haline getirdi, hem de insanın çıkarlarını da, kötülüklerini de örgütlü bir rekabet haline getirdi.
Bu coğrafya diyoruz ya… İşte bu coğrafya futbolun rekabetçi bir ortamda örgütlenmesi yerine, kötülüğe daha çabuk adapte olunduğu için ve daha çabuk kirlenebilindiği için kötülüğü örgütlemeyi tercih etti.
Ve 21. yüzyıldayız… Futbolun rekabetçi ortamının bizi ne kadar bağladığına siz karar verin.
Ben size sadece veriler vereyim:
Atanmış olarak seçilmiş bir müteahhit federasyon başkanı ve atamaların tamamının siyasi bir irade tarafından kontrol edildiği bir federasyon.
Geçmişlerinde sokakta, arsada dahi top oynamamış, gazozuna maçın değerini bilmeyen, o 2.5 liralık şişik top iken patlamış topla maçı kazanmanın ve kaybetmenin sevincini ve sinirini bilmeyen, çoğu babalarının arkadan itmesiyle hasbel kader bir yerlere geldiğini zanneden tüccardan, müteahhitten, arabulucudan, komisyoncudan, tekstilciden oluşan kulüp başkanları ve kulüp yöneticileri…
AİHM tarafından haksız rekabete neden olduğu için, Türkiye aleyhine karar verdiği davalarda düzeltilmesini istediği, haksız rekabete neden olan, özerk ve bağımsız olması gerekirken atanmışlardan oluşan, yüzde 80’i kulüp temsilcilerinden oluşan Genel Kurulu, atanmış Tahkim Kurulu, atanmış Uyuşmazlık Çözüm Kurulu, atanmış Disiplin Kurulu ve atanmış Merkez Hakem Kurulu…
Dört büyük kulübü yönetip aşarı borçlanmasına neden olan, fakat gelecek için hiçbir yatırım yapmayan ama ne hikmetse hep genel kurullarda ‘ibra’ edilen ve elini kolunu sallayarak dolaşan başkanlar…
Kulüpleri son 20 yılda bu hale getirip, dört büyük kulübün toplam borcunu neredeyse dört beş bakanlığın bütçesini geçecek hale getiren ve buna rağmen aynı düzenin sürmesinden yana olan genel kurullar…
Kulüplerin çıkarlarına hizmet etmek yerine, kendi beklentilerine hizmet edecek şekilde dizayn edilmiş olan ve ne hikmetse genel kurullarda aday başkan adaylarıyla sadece kendi çıkarlarına göre pazarlık yapan kulüp dernekleri…
İliklerine kadar işlemiş olan tüketim örgütlenmesinin bir rant kurgusu haline getirdiği futbolda, üretim adına, özellikle alt yapılarda futbolcu yetiştirmek adına değer yaratmanın politik kurgularını bırakın tartışmayı, konuşmak bile abesle iştigaldir.
Ve Euro 2020 mücadelelerinde sıfır puanla elenen bir ulusal takım.
3,5 milyon avro maaş alan Şenol Güneş’e Euro 2020’de başarısız oldu diye kızmamak lazım.
Çünkü, var olan çıkar ilişkileri içerisinde o da kendince bildiğini sandığı şeyleri yapmaya kalktı. Aslında her şey o kadardı.
Takıma da kızmamak lazım…
Çünkü, onlar da yurt dışında öğrendikleri evrensel futbol kurgusuyla federasyonun ve Şenol Güneş’in yöresel talepleri arasında sıkışıp kaldılar. Gerçekten çaresiz olan onlardı.
Asıl olan ise: böyle bir yapı içerisinde bir şey olacağını sanmak ahmaklıktır.