Sporun toplumsal yapısı içindeki yeriyle ilgili yapılan araştırmaların tamamında toplumun cinsiyet kavramı yeri üzerinden incelenmesi gerekir. Bu bir kültürel yaklaşımdır ve kendini spor içindeki uygulamalarında belli eder.
Buradaki temel dayanak, kadının ötekileştirilmiş ikincil konumu ile, doğurganlık üzerine kurgulanmış üretkenlik baskısı bu açıdan biyolojik farklılığı besleyen sportif etkinliği değerlendirilme biçimi ile yakından ilişkilidir. Çünkü, spor pratiğinin içindeki fiziksel performansın yeri, toplumsal cinsiyet ideolojilerinin bu alandaki yapılanması ve kabulü için güçlü bir aparat haline getirmektedir.
Tabii ki bu alandaki performansın seviye tespiti erkeklik ile birlikte tanımlanmaktadır. Ve sporun toplumsal eşitsizliğinin belirleyicisi olmaktadır. Bu tanımlama aynı zamanda toplumsal cinsiyet düzenin ürettiği bir kültürel pratik olduğunu da göstermektedir.
Siyasetin de tıpkı spor alanında olduğu gibi erkeklikle özdeşleştirilmiş olması, siyaseti cinsiyetçi kıldığı gibi kadınları da bilerek siyasi hayattan uzaklaştırmaktadır.
Özellikle, CHP dahil-meclis muhalefetiyle birlikte yoz anlayışlı bir siyasi kurgunun demokratik hayatın vazgeçilmez koşulu olan toplumsal yaşama verilecek kararlarda ortak söz hakkının engellemektedir. Bu tavır, voleybol maçından anlamayan iktidar mücadelesi içindeki erkek kimliğinin-her şeyde olduğu gibi-müdahale etme hakkını kendinde görmesine neden olmaktadır. Bu müdahalenin dayanağı dinci-muhafazakâr ideolojisinin yaşama dair olan dayatmalarından kaynaklanmaktadır.
Haliyle, yaşam tarzına müdahale edilmesi ve kamusal alanın dinselleştirilmesi ile yaşamın temel dinamiği olan sosyal yaşantıya müdahale ve ideolojik dayatmanın kadın düşmanlığı üzerinden dizayn edilmesini, aynı zamanda büyük bir tepkiyi de net olarak ortaya çıkarmaktadır.
Toplumsal uzlaşıya bu şekilde baskı ve saldırı ayrışmalara yol açtığı gibi, cinsiyetlerde farklı özelliklerde olan kesimlerin toplumsal yaşam alanlarından dışlanmalarına neden olmaktadır ki bu iktidar eliyle de kurgulanan siyasi bir stratejidir. Ebrar Karakurt’un hedef alınmasındaki dayanak bu siyasi stratejinin sonuçlarındandır.
∗∗∗
Sporun kendine ait etik değerleri vardır.
Çünkü, ahlaki normlar üzerinden sporu değerlendirmeye kalktığımızda ortak bir noktada buluşmak mümkün olmaz. Bu ahlaki normlar içinde kalındığı zaman, bu normların ötesine geçmek-güncellemek veya değiştirmek ile, sporun evrensel yapısındaki bütünleştirici felsefesine de oldukça ters gelen bu argümanları içinde taşıması mümkün olmaktadır.
Bu normatif yapının kemikleşmiş halini aşmadaki zorluklar ve etik değerlerin en iyiyi bulmaya ve bütünleştirici etkiye sahip olması nedeniyle evrensel bir değere sahip olması, sporu bu evrensel kurgu içinde kalmaya mecbur kılmıştır.
Sporun kendi motivasyonu dışında, toplumsal bir motivasyona sahip olması, kitleleri harekete geçirmesi bakımında birtakım misyonları yüklenmesine maruz kalması kaçınılmaz olmaktadır.
Sporun etik kültürüne rağmen Hitler, Mussolini, Franco e Salazar’ın otoriter yapılarını meşrulaştırmak için sporu sömürü aracı olarak kullanmaktan-toplumsal karşılığı olmamasına rağmen-hiçbir şekilde çekinmemişlerdir.
Unutmayalım ki; bu diktatörlerin, bu süreç içerisinde kullandıkları en belirgin argüman, kemikleşmiş ahlaki normlar ve bunları inanç sömürüsü üzerinden pazarlamaya çalışmalarıydı. İşte bu yüzden; spor etik kurguya sahip olması gereken ve kendi kurgusu içinde bir özgürlükçü alan bulmak zorundadır.
Sporun toplumsal kabul görme etkisi, çoğu zaman bir sporcu, bir takım tarafından toplumsal etkinin pozitif yönde değişime uğramasını sağlamaktadır.
Voleybol oynamak ölüm kalım meselesi değildir. Ama, bizim voleybol oynayan kadınlarımız için spor kuralları ve rekabeti açısından çok önemli bir oyundur.
Onlar tüm maçlarını kazanmak için oynuyorlar ve kazanmak zorundalar. Çünkü, onların kaybetmesini bekleyen bir siyasi yapı var ki erkek egemen yapının çağ dışı güncellemesine sahiptirler.
∗∗∗
Bir noktada, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş gerekçelerine karşı olan bu yoz grup tarafından, özellikle kadınlar üzerinden yürütülen siyaset, tıpkı din sosuna batırılmış o normatif sözde ahlaki dayatma, bize ait olmayan kurgu içindeki pazarlanan yaşam şekli ve kadınlara karşı gösterilen tepki voleybolcu kadınlarımıza bir misyon yüklemiştir. Kabul etseniz de etmesiniz de bu misyon bir yaşam alanını savunan ideolojik içeriğe sahiptir.
Bu misyon, ayrıca bir motivasyona dönüşerek-maçları farklı bir değer içerisinde oynamalarını sağladı ki sahada gösterilen performansın kalitesi bu açıdan saha dışı bir mücadelenin de etkisindedir.
Takımın kendi motivasyonu; rekabet kurgusu içinde oyun kuralları içinde maçı kazanmak üzereyken, 21. yüzyılda kabul edilmesi mümkün olmayan zihniyetin voleybolcu kadınlara gösterdiği tepkinin, aslında tüm kadınların yaşamlarına müdahale olmasından dolayı, saha dışında onlarla mücadeleye giren yoz gurubun duruşuna karşılık bir siyasi duruşu-zorunluluk dahilinde saha içinde göstermek zorunda kaldılar ve kalacaklar. Bu, sporun rekabet kurgusu talebin yanında, aynı zamanda kendi özgür yaşamlarını savunmak için, aldıkları her manşetin, vurdukları her smacın ve yaptıkları her bloğun bu açıdan bir karşılığı vardır.
Buradaki başarı sadece bir sonuçtan ibaret değildir. Bu başarı, aynı zamanda korunmak istenen laik-demokratik yaşam kurgusunun temel dayanaklarını temsil etme sorumluluğunu üstlenen ve bir takım olmak için sportif her türlü yapısal ve taktiksel bütünlüğe sahip olarak, aynı zamanda sporun içinde kalarak örgütlenen profesyonel kişilerin ortak bir tavır almalarının sonucuydu.
Andrew Downie’nin Socrates için yazdığı kitap şöyle bitiyor:
“Socrates saha dışında, içinde olduğundan daha önemli olan ender futbol dehalarındandı. O, sadece bir futbol takımının değil bir ülkenin de değişmesinde büyük bir rol oynadı…”
Müslüm Gülhan / NationalTurk
Hande Baladın’ı Tehdit Eden Memur Serbest!
Bilgin Gökberk: Başörtülü Kadınlarla Dekolteliler Yan Yana… Hoşlarına Gitmedi