Putin Dönemi başladı .Bugün 26 Mart. Takvim yaprakları, tam 25 yıl öncesine döndüğümüzde dünya siyaseti açısından çok önemli bir kırılma anını gösteriyor: Vladimir Putin’in, Rusya Devlet Başkanı olarak seçildiği gün.
2000 yılının 26 Mart’ında Rus halkı sandık başına gitti. Seçim sonuçları açıklandığında, genç, soğukkanlı, istihbarat kökenli bir adam ülkenin yeni lideri olmuştu. Oyların %53’ünü alan Vladimir Vladimiroviç Putin, Sovyetler Birliği’nin çöküşünden sonra istikrar arayan Rus halkının yeni umudu olarak Kremlin’in kapılarını aralıyordu.
Kremlin’de Putin Dönemi KGB Rüzgârı
sıradan bir siyasetçi değildi. Eski bir KGB ajanı olarak yetişmişti; sistemin dilini bilen, devlet aklının nasıl çalıştığını kavramış, kontrol etmeyi seven bir profildi. 1999’un son gününde, Boris Yeltsin’in sürpriz istifasıyla geçici devlet başkanı olmuştu. Aradan sadece 3 ay geçmişti ki, halk sandıkta bu “güçlü adam” figürüne yetki verdi.
Putin’in gelişi, sadece Rusya’nın kaderini değil, dünya siyaseti dengelerini de değiştirdi. Bugün hâlâ etkileri süren bir dönemin başlangıcıydı bu. Onunla birlikte Rusya; dağınık, zayıf, Batı’ya bağımlı bir pozisyondan çıkarak otoriterleşen ama toparlanan, milli güvenliği merkeze alan, Batı ile rekabeti yeniden hedefleyen bir aktöre dönüştü.

“Güçlü Lider” Arayışı Evrensel mi?
Putin’in 2000’de seçilmesi, yalnızca Rusya’nın iç dinamikleriyle değil, o dönemin küresel siyasal ruhuyla da örtüşüyordu. Soğuk Savaş sonrası “liberal demokrasi” beklentileri, ekonomik krizler, yolsuzluk skandalları ve siyasi boşluklarla sarsılmıştı. pek çok toplum bir kısmı demokrasiyle gelen belirsizlikten yorulmuş, yeniden düzen ve otorite istemeye başlamıştı.
Bugün 2025 yılındayız ve o dönemle çok benzer sorular yeniden soruluyor. Demokrasi ile yönetilen ülkelerde bile “karizmatik, güçlü, tek söz sahibi” lider figürüne yönelim dikkat çekiyor. Bu durum, yalnızca Rusya’da değil; Amerika’dan Avrupa’ya, Ortadoğu’dan Latin Amerika’ya kadar pek çok ülkede gözlemleniyor. Seçimler yapılıyor ama halkın önemli bir kesimi, seçimlerden çok liderlik arıyor.
Seçim mi, Meşruiyet mi?
Başkanlık koltuğuna ilk oturduğu günle bugün arasında çarpıcı benzerlikler var. 2000’de Rusya’da da seçimler yapılmıştı. Sandıklar kurulmuş, oylar toplanmıştı. Fakat asıl mesele şuydu: Sandıktan çıkan sadece bir isim miydi, yoksa bir yönetim modeli mi?
Bugün Türkiye dahil birçok ülkede benzer tartışmalar yaşanıyor. Sandık, bir araç olmaktan çıkıp “meşruiyetin tek göstergesi” haline geliyor. Otoriterliğe kayan sistemlerde, halkın seçme hakkı korunuyor ama seçilenin gücü sorgulanmaz hale geliyor. Tıpkı Putin’in yükselişinde olduğu gibi.
25 Yılın Ardından
Putin 25 yıl sonra hâlâ iktidarda. Sistem onun etrafında şekillendi. Anayasa değişti, görev süreleri uzatıldı, muhalefet susturuldu. Ancak dış politikada hamle üstüne hamle yaptı. Gürcistan, Kırım, Ukrayna, Orta Doğu… Rusya artık yeniden “süper güç” olma iddiasında.
Bugün geriye dönüp bakıldığında, 26 Mart 2000 sadece bir seçim günü değil; bir yönetim tarzının ve ideolojinin doğduğu gündür. “Devletin başında zayıf biri olamaz” anlayışının kitlesel onay aldığı andır. Putin, bir figürden öteye geçmiş, bir sistemin simgesi haline gelmiştir.
Ve Bugün
Bugün Türkiye’de de seçim atmosferi, toplumun nabzının sadece politik tercihlerle değil, yönetim biçimiyle attığını gösteriyor. Soru şu: Toplumlar ne arıyor? Özgürlük mü, düzen mi? Tartışma bu kadar yalın, cevap ise o kadar karmaşık.
Tarihte bugün Putin’in başkan seçildiği gün. Ama mesele sadece Putin değil. Mesele; halkın bir liderde ne aradığı, bir yönetimde neye tahammül edip neyi reddettiğidir.
Tarih takvimde ilerliyor ama bazı sorular hep aynı kalıyor. Cevaplar ise zamanın ruhuna göre değişiyor.