Siyaset, afet ve İstanbul
NationalTurk yorumcusu Müslüm Gülhan'ın bu haftaki "Siyaset, afet ve İstanbul" başlıklı yazısı;
Deprem bir doğa olayıdır. Tüm ayrıntıları bilim insanları tarafından detaylı bir şekilde açıklanarak gizlisi-saklısı kalmayacak bir şekilde izah edilmiştir.
Afet ise bir yıkımdır. Genelde insan kayıplarına neden olan afetlerdir ki; depremin afete dönüşmesinin dayanağı siyasi erk tarafından belirlenen politikaların sonucunda verilen kararlardır. Ve sonuçları sınıfsaldır…
Yaşadığımız yüzyılda yönetimler ciddi maddi ve teknolojik imkanlara, yetişmiş uzman elemana ve gerekli olan tüm bilgilere sahiptir. Bu modern yapı ‘beklenmeyen’, ‘öngörülemez’ ve ‘önlenemez’ ilkelerinin kapsamını hemen hemen yok etmektedir. Bundan dolayı günümüzde, yönetimin hukuki anlamda ‘mücbir sebep’ bahanesine sığınarak sorumluluktan kurtulma olasılığının yoktur. Depremlerin sık yaşandığı bir bölgede meydana gelecek bir deprem ‘mücbir sebep’ olarak nitelendirilmesi mümkün değildir. Bu husus yönetimin sorumluluğunu doğrudan etkiler.
Ortaya çıkan tüm sonuçlar alınan siyasi kararların neticesinde ortaya çıkmaktadır.
İstanbul ve Büyük Şehirlere Göç
Tarım ve hayvancılık yok duruma getirildi Türkiye’de, özelleştirme kisvesi altında fabrikalar satıldı, çoğunluğu kapatıldı ve kendi sermayesini yaratmaya yönelik rant üzerinden inşaat ekonomisi aşırı değer kazanmasıyla birlikte, üretim ekonomisinden rant ekonomisine geçilmesiyle, Anadolu’dan herkes -bir şekilde başta İstanbul olmak üzere ekonomik potansiyeli büyük şehirlere coğrafi konumuna bakmaksızın göç etti.
Süreç olarak siyasi yıkımın-yapılanmanın temel hamlesi eğitimin içinin boşaltılmasıdır. Çünkü, işte o zaman ‘kader’ bir sonuç olarak alan bulabilir. Coğrafya dersini müfredattan çıkarmak ‘kader’ için değil ama insanlık için büyük hatadır. Doğayı ve kaynaklarını sömürmenin temel dayanağı olan bilgiyi bir savunma mekanizması olarak kullanılmasını engellemek önemli bir strateji olmaktadır. Halbuki yaşadığımız yeryüzünün üstünün de altının da sahibi doğadır.
Doğa, kendi kuralları ile yaşamı devam ettiren dengeleri kurmuştur. Bunu kurmak milyon yıllarını alırken, ne yazık ki son 200 bin yıldır var olan ve davranışsal çağdaşlığa ise yaklaşık 50-60 bin yıl önce oluşan insan denen hayvan bu dengeyi fazlasıyla bozmaya çalışmaktadır.
İnsan denen hayvanın tohumu ve diğer hayvanları evcilleştirerek yerleşik düzene geçmesiyle bir mekanizmayı başlatması, doğayla işbirliğinden, yıkıma doğru gitmektedir.
Sömürü artık küresel boyuta ulaştı
İnanç üzerinden başlayan sömürü mekanizması devlet denen organizmanın kurulmasıyla devam etti.
Kutsallaştırılan devlet, semboller üzerinden halkları sistematik alanlar içinde tutarak konsolide etti. Genelde bu aşama, devlet organizmasını tek tip hale getirerek oluşturdukları anti demokratik kurgu ile her şeye sahip olma sürecini kurumsallaşmaya başlandığı andır. Sömürü artık küresel boyuta ulaştı.
Devleti kutsallaştırıp depremi kederleştiren anlayışın kabul görme nedeni; bilgiyi reddeden ‘kabul’ kurgunun kuvvetlenmesi sayesinde olmaktadır.
Ve sistem ‘örgütlü kötülük’ halini aldı.
Tabii ki bunların karşısında iyiliği örgütleyen bir kitle de var.
Bu örgütlenmenin temel dayanağı bilimsel gerçeklerdi.
Bilimsel dönüşümleri reddetmek, oluşabilecek doğa veya toplumsal olayların karşılamadaki-şu an bunu çok net yaşıyoruz-kusur ilkesinin bile çok yetersiz kaldığı ortaya çıkmıştır. Sosyal, ekonomik, kültürel ve bilimsel gelişmelere paralel olarak toplumun devletten beklentilerinin artmasına rağmen, sosyal devlet ilkesinin imha edilmesiyle devletin yerine getirmesi gereken görevlerini felce uğratırmıştır. Devletin sunması gereken kamu hizmetlerinin, rasyonel düşüncenin yerini kadere bırakması doğal olarak faaliyetlerin yürütülmesi esnasında kişilere zarar verebilme seviyesine gelmiştir.
İhsan Ketin ve Kuzey Anadolu Fay Hattı
Prof. Dr. İhsan Ketin, 1939 Erzincan depreminden sonra 1948 yılında “Anadolu Bloku” adıyla bir makale yayımlarken çok önemli bir ayrıntıda Kuzey Anadolu Fay Hattı’nın varlığını kanıtladı. Bu makale, özellikle eğitim gördüğü Almanya’da çok büyük ilgi gördü ve bu sayede Ketin’e, jeoloji konusunda üst düzey bir ödül sayılan Gustav Steinmann Madalyası verildi. Fakat İhsan Ketin tüm bunlara rağmen 1950 yıllarında “Kuzey Anadolu Fay Hattı’nı buldum ama derdimi anlatacak bir politikacı bulamadım!” diyerek, o zaman dilimin de bile bu zihniyeti aşmanın zorluğunu açıkça ortaya koymuştu.
Yıl 1948, yıl 2023 ve bilim adamlarının uyarısı hala askıda. Bedel ödeyense yeniden masum halk oluyor. İşte Celal Şengör’ün İstanbul depremi için ortaya koyduğu gerçekler:
“Yakın zamana kadar Türkiye’nin tüm vergisinin %55’ini sadece Istanbul ödüyordu, şu andaki rakamları bilmiyorum ama daha fazla olduğunu tahmin ediyorum. Türkiye’nin 1/4’ü. İstanbul’da yaşıyor. Bilgisizlik seviyesi o kadar yüksek seviyede ki biz hala bu bilgisizliğin seviyesini artırmaya çalışıyoruz.”
“Politikacıların bizim söylediklerimizi dinleyecek feraseti göstermesi gerekir. İstanbul, Ege ve Yunanistan kıtalar üzerinde en fazla ve en büyük depremleri üreten bölgedir, Coğrafya dersini müfredattan çıkarmak cinayettir. Ayrıca her şeyi İstanbul’da toplama hastalığını yenmeliyiz”
Hocanın söylediklerinden yola çıkarsak… Kocaman bir ülkenin ekonomisinin tek bir şehirde toplanması sadece deprem değil, jeopolitik konumu, siyasi ve sosyal politikalar gereği de sakıncalıdır. O ya da şu nedenle o şehir zarar görür ve kullanılamaz, yaşanamaz hale gelirse ülkede hiçbir şeyi toparlanamaz.
Nitelikli nüfusun büyük bir bölümü İstanbul’da. Tüm meslek gruplarının en deneyimlileri, faal meslek odaları, uluslararası ticaret yapan tüm şirketler, en iyi üniversiteler, iyi hastaneler, en büyük sanayi kuruluşları ve fabrikalar İstanbul’da ve Marmara Denizi çevresinde. Bu kesinlikle yanlış bir model ama böyle.
Sn. Şengör, bütün ülke ekonomisinin tek bir şehre bağlı olduğu gerçeğini vurgulayarak, yıkım sonrası normalleşmenin Türkiye’nin tek başına altından kalkabileceği bir mesele olmadığını, İstanbul’u yeniden ayağa kaldıracak-ki mevcut koşulları düşündüğümüzde-bir ekonomimiz olmadığını, ekonomideki dışa bağımlılıkla birlikte meselenin bağımsızlık meselesine kadar gidebileceğini söylüyor.
1948 yılından beri ortaya konulan bilimsel gerekçeler çerçevesinde önlem alınması artık bir zorunluluktur.
Çünkü ölüyoruz.
Müslüm Gülhan – NationalTurk