Futbolda kültür çatışması
NationalTurk yorumcusu Müslüm Gülhan'ın bu haftaki "Futbolda kültür çatışması" başlıklı yazısı;
20 yıldan fazla süredir iktidardaki dinci siyasi yapı, her yolu deneyerek değiştirmek istediği Cumhuriyet’in kurumsal kurgusu konusunda bir türlü başarılı olamadı. O yüzden popülist kültüre ve kitle kültürüne bel bağlayarak bir algı oluşturarak kendi kamusal alanlarını kurmaya çalışıyorlar. Ama başarılı olmaları mümkün değil.
Kültür, insan ve toplumların gelişim süreçlerinde, olay ve olgulardaki etkileşimleri sayesinde kurumsallaşan tavırlarıdır. Kültür, bu tavırlar neticesinde oluşan yaşam biçimlerini ve süreç içerisinde elde ettikleri kazanımları ifade etmek için de kullanılır. Bu noktada kültürün tarihsel, coğrafik ve sosyal niteliğinden bahsetmek zorunluluktur.
Cumhuriyet devrimleriyle birlikte, Cumhuriyet’in kurucu kadrosu, Osmanlı’da sadece seçkinlerin uğraştığı sporu, kurdukları Cumhuriyet’in toplumsal gerekçelerinin etkisi yüzünden; beden eğitimi ve kültürün içerik zenginliğinin etkisiyle kendini geliştirmiş bireyler hedeflemişti. Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra spor, inşa edilmeye başlanan yeni toplumda, devletin gözetiminde köyde, kasabada ve kentte eğitimin önemli bir parçası haline getirilmiştir.
Mustafa Kemal’in vizyonu sayesinde, Cumhuriyet’in istediği ideal yurttaşın ve ideal yurttaşta bulunması gereken özelliklerinin spor aracılığıyla inşa edilmeye çalışıldığı bir gerçektir. Bu aynı zamanda kültürel bir talepti.
Cumhuriyet’in 100. Yılında, Cumhuriyet devrimleri neticesinde oluşan ve kurumsallaşmış kültürel değerlerinin artık birer sınır haline gelmesi ve toplum tarafından ‘kırmızı çizgi’ olarak kabul edilmesi, bu kültürel unsurların tartışmaya kapanması anlamına gelmektedir. Aynı şey 1905 yılında kurulan Galatasaray ve 1907 yılında kurulan Fenerbahçe için de geçerlidir.
Çünkü, ‘Kurtuluş Savaşı’ öncesi, Cumhuriyet’in kurulması ve Cumhuriyet sonrası hem savaşın içinde hem savaşın dışındaki sosyal değişim ve gelişimlerde üstlenmiş oldukları misyon; onların Cumhuriyet konusundaki hassasiyetini net olarak ortaya koymaktadır. Cumhuriyet’in tüm kültürel dinamikleri iliklerine kadar işlemiş iki kulüpten bahsediyorum… Bu hassasiyetlerin kamusal alanda resmi tanımı kişileri, federasyonları, spor müdürlüklerini ve kulüplerdeki tüm sorumluları bağlamaktadır. Ve bu hassasiyetler Anayasa ve yasalarla güvence altına alınmışlardır.
Yani, hiçbir devlet ya da kurumla pazarlık konusu yapılamaz. Futbol üzerinden böyle bir pazarlık yapılırsa da çok tehlikeli sonuçlara neden olabilir. Çünkü, içindeki toplumsal refleks ortaya çıkar. Her ne kadar küresel bir güce sahip olsa bile, futbolun tüm etki alanı ve beklentilerinin tamamı yöresel-ulusal duygusallık üzerine kurgulanmıştır.
Küresel kurgu, ülkelerin sömürü mekanizmasındaki konumuna göre futbolu farklı kimliklerde kullanmaktadır. Buradaki futbol öznesi oyunun dışındadır.
Küreselleşen Futbol
Unutmayalım ki; küreselleşme, dünyada oluşturulan ekonomik kurgunun devletlerin bağımsızlığına saygılı ve devletin kurumsal özerk parçalar arası ilişkiyi dengeleyen değil, sınırsız sermaye birikim hedefinin uzantısı olduğu ve iletişim devrimi sayesinde, sermayenin dolaşımının sınır ve bölge kavramlarını yok ettiği -hiç de masum olmayan ekonomik- siyasi bir kavramdır.
Küreselleşmenin temelinin ‘ekonomi’ olduğu kabul edildiğinde ve kültürel küreselleşmenin büyük ölçekli bir sömürü mekanizması üzerinden pazar yaratma amaçlı olduğu ortadayken, siyasetin, bu sömürü mekanizmasının tüm nimetlerinden yararlanmasına rağmen, medya sayesinde birbirlerinden haberdar olmaya başlayan toplumları etkileme avantajını kullanarak, kendi siyasi amaçları doğrultusunda istenilen yaşam tarzlarını kullanmaya – dayatmaya olanak sağlamıştır.
İşte bu ölçekte küreselleşen futbol oyununun kullanılma amaçlarına iyi bakmak gerekir. Aslında, amaç mıdır, yoksa araç mıdır? Bunu tartışmak gerek.
Futbolun oyun olarak değil, araç olarak kullanıldığı ülkelerde, popüler kültür içinde bir enstrüman haline getirilmesi, kitle kültürü halini alması, siyasi kurgunun hegemonyasına girmesine ve etkili propaganda ile örgütlenme alanı olmasına neden olmaktadır.
Çünkü, popüler kültür içinde politik bir tanımın karşılığı, toplumların ya da tahakküm altında olanların kültürü olarak ifade edilmesidir. Diğer yandan, futbol bir kitle kültürünü içinde barındırır. Her ne kadar ekonomik bir kavram karşılığı için kullanılmaya çalışılsa da yine de kitle kültürü kavramı, farklı toplumsal yapı içindeki grupları bertaraf etmek için kullanılıp türdeş bir toplumu hedefler. Her toplumda ırksal, sınıfsal, geleneksel ya da bölgesel özelliklerle belirlenen farklı hayat biçimleri bulunsa da futbol, bu farklılıklar içinden gelen taraftarları ve spor kamuoyunu bir tüketici olarak onları kullanışlı aparat haline getirir.
20 yıldan fazla süredir iktidardaki dinci siyasi yapı, iktidar olmalarına rağmen, kültürel yetersizlikler nedeniyle değiştirmek istedikleri Cumhuriyet’in kurumsal kurgusu konusunda bir türlü başarılı olamadılar. Kurumsallaşmış Cumhuriyet kültürü yerine kendilerine yaratmak istedikleri kamusal alana hâkim olma taleplerine rağmen, bunu başaracak kültürel alt yapıya sahip değiller. O yüzden popülist kültüre ve kitle kültürüne bel bağlayarak bir algı oluşturarak kendi kamusal alanlarını kurmaya çalışıyorlar. Ama başarılı olmaları mümkün değil.
İktidar bu amaç doğrultusunda, federasyonundan kulüplere kadar tüm spor kurgusunu kendisi için kullanışlı alan haline getirmeye çalışıyor. Ve kültür endüstrisi içinde bir sermaye birikimi ile servet transferleri sayesinde kitleleri yönlendirecek kaynağı bulmayı sağlıyorlar. Ve bu kültürel kurgu için oluşturulacak örgütlenmeyi de ancak popüler kültür ve kitle kültürü sayesinde oluşturmaya çalışmaktadırlar.
Bunların kullanılmasına rağmen yetersiz kaldığı için de kültür transferine ihtiyacı vardır.
Fenerbahçe ve Galatasaray gitmemeliydi
İster buna ‘kültür transferi’, ister ‘kültür emperyalizm’ deyin, fark etmez… Bizde olduğu gibi, futbolu kullanışlı aparat haline getiren ülkelerde, iktidarlar kendi bekası ve siyasi amaç uğruna burayı uygulama alanı haline getirir. Yetersiz kaldığı bu noktada da dışarıdan farklı alanlardan yardım ihtiyacı hisseder. Gazze’deki olaylara gösterilen ‘Hilafet’ tepkisinin altında da bu vardır. Kültürel transferin amacı; dışarıdan gelen yabancı bir kültürün değer ve alışkanlıklarını, mikro ölçekte yöresel-yerel, makro ölçekte kurumsallaşmış ulusal kültüre rağmen yüceltmek için ekonomik ve siyasi gücün kullanılmasıdır. Ve bu siyasi bir amaç haline gelmiştir.
İşte Fenerbahçe ve Galatasaray’ın en başta Riyad kararına karşı çıkmalarının temel gerekçesi bu olmalıydı. Ve gitmemeleri gerekiyordu…
Müslüm Gülhan / NationalTurk
İletişim Başkanlığı da doğruladı: Suudi Arabistan Atatürk tişörtünü kabul etmedi