Artık, sağlam kafa sağlam vücutta bulunmuyor
NationalTurk yorumcusu Müslüm Gülhan'ın bu haftaki "Artık, sağlam kafa sağlam vücutta bulunmuyor" başlıklı yazısı;
Müslüm Gülhan: Artık, sağlam kafa sağlam vücutta bulunmuyor
Eyüpsultan’da Semih Çelik 19 yaşındaki sevgilisi Ayşenur Halil’i öldürdükten sonra, İkbal Uzuner’i Fatih’teki tarihi surlarda vahşice katletti ve sonrasında yaşamına son verdi. Bu haber hepimizde şok etkisi yaratmasına rağmen, sürecin neden buralara geldiğine dair konuyu ilgilendiren disiplinler içinde çok fazla tartışma yaşanmaması aslında istenilen korkunun yaratıldığı anlamına da geliyor.
İnsan sosyalleşme sayesinde toplumun ortaya koyduğu tavır ve hareket modellerini, örnekleri ve düşünme biçimlerini öğreniyor. Sporun temel öğretilerinden birinin de sorumluluk ve iş birliği eğilimi ile düzen sağlamak olduğuna göre, haliyle bu yöntemle de spor, insan kabiliyetini ortaya çıkararak kişinin sosyalleşmesine yardımcı olması bakımından önemli bir kurum olarak karşımıza çıkıyor.
Belki de bu cinayetleri işleyecek seviyeye gelecek kadar asosyalleşmiş insanlar, spor kavramı içerisinde kalabilselerdi veya bu olanak onlara sunulsaydı, kendilerini ifade edecekleri bir alanı bulmalarına yardımcı olunabilecekti. En azından bu tür etkinliklere girmelerine destek vererek bir sosyalleşme süreci içerisinde yer almaları psiko-sosyal bakımdan gelişmelerine yardımcı olacaktı. Değerli olduklarını hissedecektiler.
Çünkü spor, kişilik gelişim süreci içerisinde, saldırganlık dürtülerini doğal yol ile sosyal kurallara uygun olarak boşaltmayı öğretir. Burada tartışmamız gereken, sporun neler yapabileceğini bilmemize rağmen bizim spora ne yaptığımızdır. Cumhuriyet devrimleri insan odaklıydı.
Fazilet ve insan değeri üzerine kurgulanmıştı. Bunun ancak bilim ve eğitim ile mümkün olabileceğini ana hedef haline getirmişti. Bu sistem 10 yıl içinde kendi doğruları üzerinde sonuç vererek bir devrimi gerçekleştirdi. Ve spor, bu devrim süreci içinde, insan odaklı eylem kurgusuna hizmet ederek önce toplumsal anlamada bir disiplin haline getirildi, sonrasında gelişimi destekleyen bir kavram haline getirilerek toplumsallaştırıldı.
∗∗∗
Cumhuriyet’in kuruluş felsefesinde sporun yeri uygarlıkla özdeşleştirilmişti. Mustafa Kemal’in kuruluş aşamasındaki tüm toplumsal değişim süreci içerisinde, toplumun sadece erkeklerden oluşmadığını ve kadının toplum içerisindeki rolünün erkekle eşit düzeyde olması gerekliliği üzerine temel dayanağı vardı. Spor kurumsal alamda bu dayanağın uygulandığı ilk alanlardan biriydi.
Bu kadar değerli bir başlangıç noktasına sahip olmasına rağmen, tüm diğer kavramların içinin boşaltılması gibi sporun da içi boşaltıldı. Tüm kayıplarla bugüne kadar gelmemizin tartışılacak bölümünü, siyasetin ve spor politikalarının toplumsal etkisinin nasıl bozulduğunu ve nasıl bir dezenformasyon oluşturularak araçsallaştırıldığını konuşmadan bir sonuç elde edemeyiz.
Federasyon seçimlerine yapılan müdahaleler, artık özerk kurgunun bir söylemden öteye geçmeyen bir başlık olduğunu ve atamalarla adeta yönetildiklerini bilirsek, neden Paris Olimpiyatları’nda başarısız olduğumuzu iyi anlarız.
Bakın, İstanbul’da yapılan tüm AVM’lerin yüzde 90’ının yerinde eskiden futbol sahaları vardı. Ve mahalle takımlarının oluştuğu bir kurguyla tabana yayılan oyun; binlerce genci içine çekerdi.
Bu sayede sokak futbolu da bizim ekolümüz olmuştu. Mahalle takımları aileden sonra oluşturulan en değerli ikinci sosyal birim haline gelmişti. Ve o gençlerin futbolcular üzerinden kendilerine rol model seçtikleri ilahları vardı. Onlarla yaşar, onlarla ilgilenirlerdi. Bu talep bir sosyal olguydu. Çünkü, içinde bulunduğu etkileşim bunu onlara yönlendirmesine neden oluyordu.
Ama şimdi açılan o AVM’lerle birlikte bu talepleri kırılan çocuklar yalnızlaştırılarak mahalleden, toplumdan koparıldı. Değersizleştirilen ve yok sayılan o gençler, o AVM’lere girdikleri zaman kendilerini çaresiz hissediyorlar. Çünkü sınıfsal çelişkilerin yaşandığı bu alanlarda, içine düştükleri boşluk nedeniyle, nefret histerisi içinde -yalnızlaşarak eve sığınıp- kendilerini tek ifade edebilecekleri ve sistemin de yönlendirmesiyle sosyal medya üzerinden bir çıkış yolu bulmaya çalışıyorlar. Bu hepimizin sorumluluğunda çocuklara karşı yaptığımız bir şiddet.
Sonuç bakımından, bu sadece çocukları bağlayan durum değil. Bu, toplumsal değişim kisvesi altında uygulanan sosyopolitik içeriğe sahip sömürü mekanizmasının talebi. Daha kendi sporcularımıza sahip çıkamıyoruz.
Her birini yabancı bir oyuncu için heba ettik, ediyoruz. Sahip çıkıp rol model olacakları yerde, tartışma konusu yaparak ve yabancı oyunculara verilen tavizler ve ‘rant’ kurgusu üzerinden kolay yoldan elde edilen büyük paralar nedeniyle pırıl pırıl gençleri kaybediyoruz.
Beşiktaş’ın genç futbolcusu Semih Kılıçsoy olayı
Basit olarak görünebilir ama derinlemesine incelediğinde altında çok şeyin yattığı, tartışılan Beşiktaş’ın genç futbolcusu Semih Kılıçsoy olayı… Ve yalan-yanlış-art niyetli olarak herkes Semih’i tartışıyor. Ve hoca üzerinden sanki teknik bir sorun varmış gibi, ki yaratılan algı manipülasyonu ile bunu çok kolay kabulleniyoruz.
Halbuki bu sporun, futbolun politik bir kurgusunun yansıması. Gençlere yönelik, onları değersiz kılma ve ‘meta’ haline getirme yöntemiyle toplumsal rol model olacak tüm sporcuları yok saymaktan başka bir şey değil. Bu bir strateji. Gençleri birey olarak yok sayma stratejisi.
Sporu ‘meta’ haline getirerek toplumsal etkisinin kırılmasının sonuçları ağır oluyor. Ekonomik sömürü mekanizmasının temel dayanağı olan ithalata dayalı devşirme sporcular ile sonuç almanın kolay yol olmadığı alınan sonuçlarla ortada. Spora toplumsal kimlik kazandırmadan ve sadece performansa dayalı sonuç üzerinden onu pazarlamak, maalesef sporu gençlerden uzaklaştırıyor.
Gelinen noktada, kendi partisinin bile erozyona uğrattığı, kuruluş ilkelerini devrimci bir kimlikle ortaya koyan, Cumhuriyet’in kurucu Mustafa Kemal için felsefi içeriğe sahip olan ‘Sağlam Kafa Sağlam Vücutta Bulunur’ sözü, sonuç olarak; İkbal Uzuner’in katledildiği tarihi surlarda bitmiştir.
Müslüm Gülhan – NationalTurk