Masa ve kasa olayı
NationalTurk yorumcusu Müslüm Gülhan'ın bu haftaki "Masa ve kasa olayı" başlıklı yazısı;

Her ülke, spor politikalarını kendi sosyoekonomik ve sosyokültürel yapısına göre belirlemeye çalışır. Mevcut politikalarının dışına çıkarak farklılık yaratamaya çalışmak ancak sporu ve futbolu araç hale getirerek-başka bir amaç için kullanılması neticesinde oluşur.
Ki, genelde bu oluşum belirli bir sömürü mekanizmasının geçerli olduğu-alt kültür başlıklarını kullanan anti demokratik ülkelerde görülür.
Futbolu amaç haline getiren ülkelerdeki yapısal kurgu; bir üretim mekanizması üzerinden sonuç almayı hedefler. Dünya Kupasını 5 kez kazanan Brezilya, 3 kez kazanan Arjantin, 2 kez kazanan Fransa ile 3 kez final oynayan Hollanda’nın kendi liglerini asistan lig olarak kullanıp-dışarıya oyuncu satarak ciddi bir katma değer yaratmaya çalışmaları;
bir üretim işletme modeli üzerinden futbolu ne için amaç edindiklerini net olarak ortaya koymaktadırlar. Kurdukları ekonomik ve sportif yapının performans karşılığının bütüncül olarak bir artı değer yaratması, istikrar ve sürdürebilir başarının sonucunda oluşmaktadır.
Madem futbolu bir endüstri olarak kabul ediyoruz, o zaman koşulların oluşumunu sağlayacak politikaları ülke politikalarının yanında evrensel politikalara da karşılık gelecek şekilde dizayn edilmesi kaçınılmazdır.
Bugün dışsal etkileriyle birlikte futbol Yıllık 225 Milyar dolar gelir yaratıyor. Sadece Futbol Kulüplerinin tüm Dünya’da yarattığı gelir 24 milyar dolara ulaşıyor. Bu gelirin 2/3’ü Kara Avrupa’sında yaratılıyor. Avrupa Futbol piyasasının büyüklüğü ise 22 milyar dolar (15,6 milyar Euro) civarında.
Ülkemizde ise futbol pastasının büyüklüğü 820 milyon dolara (585 milyon Euro) yükselmiş durumda. Türk futbol pastasının mevcut büyüklüğü bu haliyle, Avrupa futbol pastasının yaklaşık %4’üne karşılık geliyor.
Son yedi yılda Avrupa futbol pastası yüzde 8 civarında büyürken, Türk futbol pastası son on yılda yüzde 290’lık bir büyüme kaydetmiştir. Avrupa’da ve Türkiye’de futbol pastası büyük bir hızla gelişirken, buna karşılık karlılık ne yazık ki, istenilen düzeyde gelişememiştir (T. Akşar).
Futbolda sportif performansın parasal performansa dönüşmesi sorunu günümüz futbolunun en önemli sorunlarından birisidir. Futbol kulüpleri sportif performanslarını parasal performansa dönüştürebildikleri oranda sportif ve mali rekabet güçlerini artırabilmekte ve sonuçta buna bağlı olarak kulübün marka değeri yükselebilmektedir.
Sportif performans, parasal performansa, parasal performans da yine sportif performansa dönebiliyorsa buna “Futbolun Başarı Döngüsü” diyoruz. Bu döngü başarılı döngüye dönüştüğü oranda kulübün de marka değeri yükselmeye başlıyor (Tuğrul Akşar).
Tabii tüm bunlar için bir yönetim ve aynı zamanda kontrol mekanizması oluşturmak gerek. Avrupa ülkeleri ki biz hariç- hem korumaya yönelik, hem gelişmeye yönelik, hem de üretime yönelik önlemleri rahatlıkla almaktadırlar. Anayasa Mahkemesinin karalarının geçersiz sayıldığı ülkede futbol adına bir kontrol mekanizmasının oluşması gerçekten absürt bir durum olurdu.
Türkiye’de futbol pastasının son on yılda yüzde 290’lık bir büyüme kaydetmesi tamamen borç ekonomisi üzerinden bir tüketim mekanizması kurulmasından kaynaklanmaktadır.
Takımları adeta ‘huzur evine’ çeviren transfer politikaları sonucunda, yeni veteranlara kapı açmak için olmayan paralara rağmen-limit artırımına gidilmesi, borca ve tüketime dayalı futbol işlevselliği bakımından doğru bir yöntemdir. Hele hele bu limit artışlarının yüzde 62’sinin dört büyük takıma gitmesi Türkiye’deki rekabet kurgusunun nasıl işletildiği bakımında da önemli ayrıcalıklara sahiptir.
Peki, sistem neden bu kadar cesur? Çünkü, masa da kasa da kulübe ait de ondan. Türkiye Cumhuriyeti emperyalistlere karşı kazandığı zafer sonrasında-daha önce masayı ve kasayı ele geçirmiş olan padişahların 107,5 milyon altın borcunu ödemekle mükellef hale gelmişti.
Düyun-u Umumiye İdaresi ile 13 Haziran 1928 tarihinde Paris’te bir anlaşma imzalanmış ve bu anlaşma sonucunda Türkiye borcunun son taksitini 25 Mayıs 1954’te ödemiştir. Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran devrimci kitlenin masayı ve kasayı kendileri imal edip yönetmesi sonucunda, masa da kasa da halkın eline geçmişti.
Türkiye Cumhuriyeti’nin tüm üretim mekanizmasını oluşturan varlıkları da bu dönemde inşa edilmişti. Hani son 75 yıldır iktidarda olan sağ popülist partilerin sata sata bitiremediği varlıklar… İşte, masa ve kasa bu kadar önemli…
Eğer para kulübe aitse, onu kullanmak için gösterilen cesaretin eşi benzerini bir daha hiçbir yerde göremezsiniz. Bir menajer yeter! Gerisi çorap söküğü gibi gelir…
Mesela bakın Beşiktaş’a; borcu 12,4 milyar TL. Borcu öz kaynaklarının üzerindedir.
Bu son 24 yılda oldu. Ama ne hikmetse, bu dönemdeki tüm başkanların iş hacimleri-ciddi başarıları (!) sonucunda-inanılmaz şekilde arttı!
Peki, iş hayatlarındaki başarı (!) böyle artarken, kulüp adına ve hep kayıplar üzerine alınan bu kadar risklerin sonucundan bu başkanlar niçin hiç etkilenmiyor?
Çünkü her şey bir parmağa bağlı…
Müslüm Gülhan – NationalTurk
Futbol kulüpleri batıyor, Jorge Mendes şirketleri borsa da rekor kırıyor